7 Aralık 2008 00:00

MERCEK


Polis kimliğine “bürünerek” İstanbul Avcılarda gazino basan, orada çalışan bir kadını içerdeki ve dışarıdaki yüzlerce kişinin gözü önünde saçlarından sürükleyerek götüren ve sonra da tecavüz ederek bırakan “bir çetenin eylemi” sosyal, psikolojik, kültürel ve siyasal bakımdan irdelenmesi gereken bir “toplumsal durum”a işaret ediyor.
Saldırganlar polisi taklit etmişlerdir ve suç işleyenlerin polis kimliğinde görünmeleri, yüzlerce kişinin sessizce izlemesine yol açmış, herhangi bir tepki gösterilmemiştir.
Bu tepkisizliği olay mahallinde bulunanların küçük-orta burjuva toplumsal kimliği/statüsüyle, toplumsal çözülme ve çürümenin girdabına çektiği kişilerin davranışı ve vurdumduymazlığıyla izah etmek bir ölçüde mümkündür, ancak olayın kapsamı yönünden yeterince açıklayıcı ve doğru değildir. Bir kıyaslama yapıldığında, böylesi bir olayın bir emekçi semtinde, bir işçi bölgesinde yaşanması durumunda aynı tepkisizliğin olmayacağı da elbette söylenebilir. Taklidi ya da gerçeği, bir saldırı durumunda işçi ve emekçilerin birçok polis eylemine sessiz kalmayarak müdahalede bulundukları; polisin ya da polis kimliği altında suç işlemeye yönelmiş çetelerin/kişilerin ellerinden insanları kurtardıkları da bilinmektedir.
Ancak, bu saldırının olay anında orada bulunan yüzlerce kişinin yanı sıra, “manevi değerlerinin güçlü oluşu”yla övünen bir toplumun diğer kesimlerinin de ciddi bir tepkisiyle karşılanmamış olması, sadece toplumsal çözülme ve çürüme ve “insani değerler”in muazzam aşınmasıyla izah edilemez. Bir “değerler aşınması” olmakla birlikte, bu, böylesine bir vahşetin polis adına gerçekleştirilmiş olmasının sorumluluğunu örtmek üzere kullanılamaz. Türkiye’nin en büyük kentinin büyükçe bir ilçesinde, “ulu orta” kaçırma ve tecavüz eylemi gerçekleştirenlerin kendilerine “polis süsü vermeleri” ve orada bulunanların bu saldırıya sessiz kalmaları her şeyden önce polisin durumunun irdelenmesini gerekli kılar. Neden polis taklit edilmiştir ve neden “polis kimlikli adamlar”ın eylemine seyirci kalınmıştır?
Cevap, bu tür eylemlerin ilk olmadığı; farklı biçimlerde de olsa kahvelerden, sokaklardan, evlerden insanların polis tarafından gözaltına alınmaları, kaçırılmaları, gözaltında ve işkencede kaybedilmeleri; polisin işçi, işsiz, genç, kadın, yaşlı-çocuk demeden eylemini ve tutumunu “beğenmediği” herkese şiddet uygulamasıdır. “Ancak polis böyle davranabilir” diye düşünülmüş ve polis devleti uygulamalarının yarattığı ‘korku hakimiyeti’nin yol açtığı sosyal-psikolojik tutumla sessiz kalınmıştır. Eylemi gerçekleştirenlerin ve onu “seyredenler”in tutumuna yön veren düşünce tarzının sorumluluğu egemenlerin ve onların baskı kurumlarıyla baskıcı güçlerinindir. Sokak ve ev infazlarını yapanlar, işkencede ve gözaltında öldürenler, sokakta kurşunlayarak katledenler, “kendileri gibi davranılması”na ortam yaratmışlardır. Bir vahşet durumu; gücü yeten anlayışı hakim hale getirilmiştir.
Bu elbette kabullenilecek, boyun eğilecek, normal sayılacak bir durum değildir. Yurttaş ve insan haklarının burjuvazi ve emrindeki güçler tarafından ayaklar altına alınmasının yarattığı bu sonuçlar kabullenilemez. Bir bölüm insan kendi çıkarları için, gününü gün etme ve başkalarının sırtından elde ettiği kâr/rant/faiz gelirleriyle asalakça yaşamını sürdürmek üzere bu saldırılara, korkunun hakim hale getirilmesine “neme lazım”cı bir tutum alabilir, sessiz kalabilir. Ama işçi sınıfı ve emekçiler, hakları ve insanca yaşayabilmek için mücadelelerinde hemen her gün polis ve öteki devlet güçlerinin müdahaleleri ve saldırılarıyla birlikte çeşitli suç çetelerinin de saldırılarına uğrayan tüm halk kitleleri bunlara sessiz kalamazlar. Siyasal özgürlüklerin elde edilmesi, polis keyfiyetinin son bulması, halka karşı suç işleyen devlet görevlilerinden hesap sorulması için mücadele “iş ve ekmek mücadelesi”nden bağımsız değildir. Bu mücadele ilerlediğinde, devlet suçluları da, devlet adına suç işleyenler de suçlarının karşılığını göreceklerdir.
A. Cihan Soylu

Evrensel'i Takip Et