18 Aralık 2008 00:00
AVRUPA GERÇEĞİ
Geçen hafta Brükselde yapılan AB Zirvesiyle ilgili haberlerde, birliğin açıktan militarist bir güce dönüşmesi anlamına gelen 60 bin kişilik ordunun 2010 yılından itibaren göreve başlaması yönündeki karar, pek ön plana çıkmadı.
Geçen hafta Brükselde yapılan AB Zirvesiyle ilgili haberlerde, birliğin açıktan militarist bir güce dönüşmesi anlamına gelen 60 bin kişilik ordunun 2010 yılından itibaren göreve başlaması yönündeki karar, pek ön plana çıkmadı. Ekonomik kriz, İrlanda referandumu ve iklim politikaları derken, ABnin aslında nereye varmak istediğini açık bir şekilde ortaya koyan güvenlik politikası konusundaki karar arka planda kaldı.
Bu durum, 23 sayfalık sonuç bildirgesine de aynı şekilde yansıdı. Değişik konularda alınan kararlar sıralandıktan sonra, ABnin 60 günde operasyona hazır 60 bin kişilik ordunun göreve başlamasıyla ilgili kararı duyuruldu. 60 bin kişilik AB ordusunun kurulmasıyla ilgili karar 10 yıl önce alındığı halde çok somut adımlar atılmamıştı.
ABnin dünya siyasetine, ABDnin yaptığı gibi askeri müdahalede bulunmak istediği çoktan biliniyor. 1999da Kölnde yapılan zirvede karar altına alınan Dış ve savunma politikası sözcülüğünün kurulmasına, aynı yılın sonbaharında Helsinkide Avrupa ordusu kurma kararı eklenmişti.
ABnin ekonominin yanı sıra politik ve askeri bir birlik olma yönündeki en temel hedeflerine, reddedilen Avrupa Anayasasında yer verilmişti. AB ülkelerine silahlanma konusunda zorunluluklar getiren, yurtdışı operasyonları için zeminini hazırlayan anayasanın Fransa ve Hollanda referandumlarıyla rafa kaldırılmasından sonra, aynı maddeler ve anlayış bu kez de Lizbon Sözleşmesine işlenmişti.
ABnin egemen güçleri, artık ABnin Son 10 yılda dünya sahnesinde önemli bir politik aktör olduğuna inanıyor ve bunu askeri bir güçle destekleme konusunda uzlaşmışa benziyor. Bugüne kadar politik bir güç gibi görünen, gerçekte ise her ülkenin kendi çıkarına göre davrandığı ABde, askeri birlik temelinde ise hiç varlık gösterilemedi. Dünyanın birçok ülkesinde Almanya, Fransa, İngiltere, Polonya, İtalya, İspanya... tek tek ülkeler olarak işgal bölgelerine asker gönderip kendi çıkarlarını korurken, bunun birlik adına yapılmadığı ortada. Şimdi ABye yön veren büyük emperyalist devletler, sonuçta yine kendi işlerine yarayacak bir askeri birliği, dünyanın çeşitli bölgelerine göndermek üzere -ABD gibi- dünya polisliğine soyunmuş durumda.
AB içindeki iç çelişkiler nedeniyle, bütün ülkelerin 60 bin kişilik orduya katılması ilk etapta gerçekleşmeyebilir. Ancak, yerküre üzerinde yeni paylaşım sürecinden geriye düşmek istemeyen Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkeler gerektiğinde diğer ülkeler olmadan bu güce ulaşmaya çalışacaktır.
Zirvenin sonuç bildirgesinde, 2010 yılından itibaren AB ordusu,Operasyonlar ve askeri misyonlar için AB prosedürlerine uygun şekilde üye ülkelerin ve kendisinin kapasitesini kullanır ve askeri operasyonları için NATO kapasitesinden/altyapısından faydalanır deniliyor.
Çatışma bölgelerini istikrara kavuşturma ve Krizlere tepki operasyonları söylemi üzerinden göreve başlayacak AB ordusu, elbette ABnin büyük ülkelerinin çıkarları gereğince, koşullara bağlı olarak müdahale edilmesi gereken bölgelere askeri müdahaleler, işgaller hedefliyor. Örneğin, bu strateji tam olarak hayata geçirildiğinde, AB vatandaşlarının kaçırıldığı bölge ve ülkelere yönelik istendiği an operasyonlar düzenlenebilecek.
Ancak, yeni ordunun her şeyden önce ABnin çıkarlarına bağlı olarak enerji yollarını denetim altına almak için kullanılacağı bugünden görülüyor. Kaldı ki, sonuç bildirgesinde ABnin stratejik enerji çıkarlarının korunmasından sıkça söz ediliyor ve enerji koridoru durumundaki Türkiye ve Ukrayna, görev bölgeleri olarak tarif ediliyor.
AB ordusunun NATOnun altyapısını kullanma konusunda daha önce görüş ayrılıkları söz konusu idi. Özellikle Türkiye buna karşı çıkıyordu. Türkiye, Kıbrıs sorununu gerekçe göstererek, AB ordusuna, NATOnun altyapısını kullandırmama konusunda pazarlık yapmıştı. Güney Kıbrıs bugün AB üyesi olduğuna göre, bu itiraz kalmamışa benziyor. Ancak, ABDnin stratejik politikalarına göre hareket eden Türkiyenin gelecekte bu konudaki itirazını sürdürmesi kuvvetle ihtimaldir.
AB ordusunun NATOnun altyapısını kullanması, hatta NATO içindeki AB ülkelerinin Eurogroup adıyla bir araya gelmesi, hem ABDye karşı güçlü bir askeri merkez, hem de NATOnun işlevinin fiilen sonlanması anlamına gelecektir. Yani NATO içinde Avrupa merkezli savaş siyasetinin hayata geçirilmesini egemen kılmak amacıyla, ABnin egemen güçleri gelecekte çok daha fazla çaba harcayacaklar.
AB ordusu ve NATO içindeki tartışma ve çelişkiler, dünyanın askeri strateji ve güvenlik mimarisi bakımından yeni bir döneme girmekte olduğunu gösteriyor. Ekonomik, politik ve askeri gelişmeler dünya tarihinin hızlandığını günümüzde, 2009un gelişmelerin yönü bakımından önemli bir yıl olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. On yıl önce askeri güç olmayı karar altına alan ancak bunu hayata geçiremeyen ABnin şimdi bir adım ileri atması, ülkeler arasındaki uzlaşmanın payı bulunmasının yanı sıra, asıl olarak uluslararası gelişmelerin bunu bir zorunluluk haline getirdiğini gösteriyor. Keza, 2003te gündeme getirilen Avrupa Güvenlik Stratejisi Belgesi de bu zirvede karara bağlandı.
ABDnin ekonomik ve askeri açıdan giderek yıprandığı günümüzde, AB bir militarist aktör olarak dünya sahnesine daha güçlü bir şekilde çıkmaya hazırlanıyor. ABnin daha fazla militaristleşmesi hem yerküre üzerinde emperyalist güçler arasındaki paylaşım mücadelesinin diplomasiden çok silah zoruyla çözülmeye çalışılacağını, hem de askeri stratejiye bağlı bir siyasetin, söylemin dünyaya egemen olacağını gösteriyor.
Yücel Özdemir