22 Aralık 2008 00:00

YAŞAMA KÜLTÜRÜ

Bir çağrı gelinceye dek Bengalur (Bangalore) kentinin Hindistan’ın neresinde olduğunu bilmiyordum.

Paylaş

Bir çağrı gelinceye dek Bengalur (Bangalore) kentinin Hindistan’ın neresinde olduğunu bilmiyordum.
Önce atlasımı açtım, sonra da bilgisunarımı (internet)...
Mumbai’den (Bombay) güneydoğu yönünde, bir saat yirmi dakikada uçuluyormuş Bengalur’a...
Asya’nın güneydeki iki tombul ayağından batıdakinin tümü Hindistan ya... İşte bu ayağının diz kapağının hemen altına düşüyor Karrnataka bölgesi. (Ya da eyaleti...) Onun başkenti de Bengalur... Madras’la hemen hemen eş enlemde... Kuzey yarımkürenin 13. enleminde...
“Bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü?” diye düşündüm önce... Sonra baktım, gerçekten Kurban Bayramı günlerine düşüyor çağrı... Pek de uygun kısacası...
Hindistan’ın üçüncü büyük kenti imiş Bengalur... Altı buçuk milyon oturanının yüzde yirmisi (bir buçuk milyonu) Müslüman...
Hindistan’ın toplam vatandaşı 1 milyar 300 milyonmuş şu günlerde... Çin’i de geçmiş... Daha 1987’de 783 milyonmuş oysa... Şimdi yeryüzünün en kalabalık ülkesiymiş kısacası... 300 milyonu açlık çizgisinde yaşıyormuş... Günde ancak bir öğün yiyebilerek...
Beni, IIA (Hindistan Mimarlık Enstitüsü) ,Mimarlar Odası ile Karnataka bölgesi Mimarlar Odası çağırıyordu... Mimarlık üzerine düşüncelerimi, yaptıklarımı gösterip anlatmamı istiyorlardı. Benim de tanımak istediğim, uluslararası ad yapmış kimi mimarlarla birlikte üç günlük bir toplantıda konuşacaktım. Hem de son konuşmacı olarak...
“Olur!” diye yanıtladım çağrıyı...
Çok geçmedi, birkaç gün sonra da, Mumbai’ nin (Bombay) 150 km. güneydoğusundaki 4 milyonluk Pune kentinden de çağrı gelmez mi? Onu da olumladım... Gitmişken... Neden olmasın?
Çevremden, hemen Mumbai’deki olaylardan söz açıp “Çekinmiyor musun?” uyarıları geldi...
Günü geldi, uçtuk eşimle birlikte... Önce dört saat Dubai’ye , oradan da 3.5 saat Bengalur’a...
Çağdaş bir yapı olan havaalanında, görevli iki mimarlık öğrencisi karşıladılar bizi.
Türkiye ile 3.5 saat ayrım vardı. Bir gün önce akşam 19.10’da ayrılmıştık İstanbul’dan... Buraya ertesi günün erinde gelmiştik... Başka deyişle, 8 Aralık’ta uçmuştuk yurttan, 9 Aralık’ta Hindistan’a inmiştik...
Beş yıldızlı bir otele yerleştirdiler...
Bir iki saat uyuyup hemen kenti görmeğe çıktık. Gençlerin yol göstericiliğinde, bize özgülenen bir arabayla...
Bengalur’un bir adı da bahçe kent idi. Yollar çok geniş taçlı ağaçlarla gölgeliydiler...
Gençler, Karnataka “parlamento”sunu göstermek istediler önce...
Hindistan’ın bağımsızlığı yarım yüzyılı ancak aşıyor biliyorsunuz sanırım.
Karnataka bölgesinin parlamentosu da yapılalı 40-50 yıl olmuş... Yapı, kimlik arayışını gösteriyor. Ama İngilizlerin uzun süreli etkileri de belli...
Biçimle kimlik aramanın iyi sonuç vermediğini açıkça gösteriyor. Daha bir-iki yıl önce gerçekleştirilen ek yapıda da bu tutumun sürdürülmesi, benim burada anlatacaklarımın ne denli etkili olabileceğini düşündürttü bana...
Elbette düşündüğümü, açık yüreklilikle, yalancılığa düşmeden söyleyecektim. Geçmişten kimi biçimleri alarak kimlik bulunamıyordu işte...
Parlamentonun karşısındaki “Adalet Sarayı” da oransız iyon kolonlarıyla, üçgen alınlığıyla Yunan-Roma mimarlığına özenen bir arayışın kanıtı...
Bizde de yüz yıl önce böyle değil miydi? Giderek kimileri, geçmişin sandığından biçimler aktararak bugün de böyle bir davranışa girmediler mi?
Az ötedeki 1935’te yapılmış “kent holü”nde de bu çizgi görülüyor.
Uzaktan görebildiğimiz caminin de yüzü geçmişe dönük...
Anladınız... Sürdüreceğim Hindistan’ı anlatmayı!..
Cengiz Bektaş
ÖNCEKİ HABER

Hava kirliliğinin sebebi basın!

SONRAKİ HABER

Emekliler, kapıyı herkese açmayın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa