27 Aralık 2008 00:00

FORUM

Herhangi bir dönemde yaşanmış olayların gidişatına bakarak o dönemin karakteristik özelliklerini çıkarmaya çalışır sonra da, tarifimizi en çok doğrulayan örnek olayı, simge olarak kullanabiliriz. Bu, öyküyü anlatırken işi biraz kolaylaştırır.

Paylaş

Herhangi bir dönemde yaşanmış olayların gidişatına bakarak o dönemin karakteristik özelliklerini çıkarmaya çalışır sonra da, tarifimizi en çok doğrulayan örnek olayı, simge olarak kullanabiliriz. Bu, öyküyü anlatırken işi biraz kolaylaştırır. Örneğin Doğu Bloku Duvarı’nın yıkılması, 11 Eylül’de İkiz Kuleler’in çökmesi kendi başlarına hem bir başlangıca hem bir sona işaret ettikleri gibi onları anmak uzun bir hikayeyi de kısaca özetlemeye yardımcı olur. Simgeler gelecekle ilgili öngörülerde bulunmayı da kolaylaştırırlar.
2008’in bu bakımdan birkaç simge olayı olduğunu söyleyebiliriz; bunlar bize dünyanın, bu olaylardan önceki gibi dönmediğini anlatırlar. 2008’de dünya artık tek süper güçlü bir dünya olmaktan çıkmaya adım atmıştır. Rusya’nın Gürcistan’a müdahale ederek güç göstermesi ABD’nin, tek hegemonik odak olmak için uğraşırken rakipsiz kalmayacağını hissettirdi; birçok yerde bu durum tek kutuplu dünyanın sonu olarak yorumlandı. Iraklı gazeteci El Zeydi’nin Bush’a fırlattığı ayakkabılar da bu yorumu doğrular cinstendi. O iki ayakkabı, ezilenlerin, ellerinde ne varsa onunla mücadele etmeye ve karşılarındaki ezici güce karşı ikinci bir kutup oluşturmaya hazır olduklarının simgesi olarak algılandı.
Ve kriz… Kriz bir yanılsamayı; piyasanın her şeye kadir olduğu temeline dayalı Yeni Dünya Düzeni denilen bir yanılsamayı yıktı.
Bu bakımdan 2008 bazı değerlerin çöktüğü, yenilerin yükseldiği bir eşikte durduğumuzu gösteren olaylara sahne oldu; sonuna geldiğimiz yılı en iyi böyle tarif edebiliriz
Forum yazarları 2008’e bakıyorlar bugün.
İyi hafta sonları…

Tarihin gördüğü en büyük yağma

Taylan Bilgiç
Hürriyet Daily News

Tanınmış spekülatör George Soros’un tabiriyle “son 60 yılın en korkunç mali krizi,” yeni yılı ve ötesini nasıl şekillendirecek? “Mali kriz” ifadesi, kapitalist ekonominin temel bir takım gerçeklerinin üzerini örtmek için kullanılıyor olsa da, işin ciddiyetine dair kimsenin kuşkusu yok. Soros’un ve başkalarının yıl başından bu yana ima ettiği gibi, uluslararası kapitalizmin merkezlerini sarsan mevcut krizin çok derin ekonomik, politik, jeopolitik ve nihayet, ideolojik sonuçları olacak. Bütün bu yönlere değinmek bu yazının konusu değil, ancak piyasa gazeteciliğinin kalesi Financial Times’ın yazdıklarına dikkat çekmek gerekiyor: “Bu, serbest piyasayı savunmak için zor bir zaman. Yine de, savunulmalı. (…) Piyasa serbestisi, bir köktenci din değildir. Bir ideoloji değil bir mekanizmadır ve son 200 yıl içinde, değerini üst üste kanıtlamıştır. Financial Times, onu savunmaktan gurur duyuyor – bugün bile.” (Başyazı, 27 Eylül)
Burada durduk yerde kullanılan “köktenci din” ve “ideoloji” ifadelerinin hangi fikri hedef aldığını söylemeye gerek yok. Başyazı düzeyinde dile getirilen bu “piyasa savunusu,” başka şeylerin yanında, burjuvazinin ideolojik ve politik alanda “yaklaşan felaketi” sezdiğinin bir göstergesidir.
Bu noktaya nasıl gelindi? Yine, sadece “resmi hikaye”yi aktarmakla yetinelim. Mali açıdan bakılacak olursa, kriz, sermayenin küreselleşme yoluyla elde ettiği olağanüstü kârların sonucudur. ABD bankaları ve diğer mali kuruluşlarının üzerine oturmakta oldukları “kâr dağları” 1990’ların başından bu yana olağanüstü bir oranda büyüdü ve nakit dağları yükseldikçe, bir şekilde “değerlendirilmesi gereken” para miktarı arttı. Likidite sarhoşluğu içinde, trilyonlarca dolar, orta ve alt sınıf Amerikalılara dağıtıldı. Hane halkı borcu zaten gırtlağa dayanmış olan bir ülkede - böylesi toplam borç 14 trilyon doları bularak milli gelirin yüzde 100’ünü aşmıştır - ne olması gerekiyorsa öyle oldu: Krediler geri ödenemedi ve “riski dağıtmak” amacıyla icat edilen “yatırım araçları”nın karmaşıklığı nedeniyle durum hem uzun sure anlaşılamadı, hem de batık kredilerin miktarı ve yeri tespit edilemedi. Halen de, tam olarak tespit edilmiş değil.

İlk iflastan Lehman’a

Kriz miladı olarak, Nisan 2007’de New Century Financial adlı mortgage şirketinin iflas etmesi gösterilmekte. Ancak ilerleyen aylar boyunca iflaslar hem ABD, hem dünyada yayıldı ve öyle bir boyuta ulaştı ki, Lehman Brothers gibi dünyanın en büyük finans devlerinden biri dahi paçayı kurtaramadı.
Gelinen noktaya baktığımızda, ABD, İngiltere, Japonya, Euro Bölgesi başta olmak üzere dünyanın en gelişmiş ekonomileri “teknik olarak” da resesyona girmiştir. Asya’dan Avrupa’ya, Latin Amerika’ya kadar, Türkiye gibi bağımlı ekonomilerin çoğunluğu da resesyon içindedir veya girmek üzeredirler. Bu itibarla, 2009 yılı, küresel büyümenin yüzde 3’ün altına düşmesiyle birlikte, bir “küresel resesyon” yılı olacaktır.
Kriz nedeniyle salt finans şirketlerinin dünya çapında yazdığı zarar miktarı, 1 trilyon doları geçmiş bulunuyor. Bu rakamın üçte ikisi ABD’de, üçte birine yakını ise Avrupa ülkelerinde. Bütün sektörler itibarıyla, sadece ABD’de her ay yarım milyon işçi işten atılıyor, bu ülkede kriz nedeniyle işten atılan işçi sayısı 3 milyona yaklaşmıştır.
Krizin derinliğini göstermek için verilebilecek bir diğer rakam, mali kuruluşların panik içinde sermaye artırmasına dair. Hem kredi piyasalarının donmasında önemli bir rol oynayan, hem de şirketlerin ortaklık yapısını derinden etkileyen bu faaliyet, dünya çapında 923 milyar dolarlık bir hacme ulaştı. Yine, bu miktarın 548 milyar doları, ABD’dedir.

Tarihin en büyük yağması

Bir trilyonluk zarara karşılık, bir trilyona yaklaşan sermaye artırımının hiçbir derde deva olmaması, “devlet müdahaleleri”nin de yolunu açtı. Kimi yorumcular tarafından utanmazca “sosyalizme dönüş” olarak adlandırılan bu müdahaleler, aslında, tarihin gördüğü en büyük “emekten sermayeye kaynak aktarımı”nı oluşturmaktadır. Verilere baktığımızda, ABD’de halihazırda şirketlere aktarılan “kurtarma parası”nın 300 milyar dolara yaklaştığını görüyoruz. Rakam Hollanda’da 20, İngiltere’de 7.3, Fransa’da 11.5, Almanya’da 30.6, İsviçre’de 5.6, Belçika’da 14.2 milyar dolardır. ABD’de 700 milyar dolarlık bir “kurtarma paketi”nin onaylandığı, yeni Barack Obama yönetiminin buna ek olarak 900 milyar dolara yakın bir başka paketi onaylayacağı, diğer devletlerin de “kendi imkanları” doğrultusunda bu paketleri takip edeceği göz önüne alındığında, kapitalist devletlerin, işçi ve emekçilerin ödediği vergileri neredeyse bir bütün olarak kapitalist şirketlere aktarma dönemini başlattığını görebiliriz.
Böylesi bir yağmanın neredeyse hiçbir muhalefetle karşılaşmaması, kuşkusuz, geçmiş yıllar boyunca işçi sınıfının örgütsüzleştirilmesi, bilincinin bulandırılmasından dolayıdır. Ancak aynı zamanda, devletin bir mekanizma olarak kimin çıkarına ve nasıl işlediğini de tüm çıplaklığıyla sergilemiştir.
Bu paketlerin acısı, 2009’da her ülkedeki işçi ve emekçilerin en temel haklarını hedef alan, tarihte eşi benzeri görülmedik bir saldırıyla çıkacaktır. Salt bu nedenle bile, 2009, dünya işçi sınıfı mücadelesi için tarihsel bir dönüm noktası olmaya adaydır. Kutlu olsun!

Mutlu kapitalizm yoktur

Yücel Sarpdere



Louis Aragon’un o müthiş şiirindeki dizeleri çınlasa kulaklarımızda;
“Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin / Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara…”
Kimbilir şöyle düşünsek mesela; Bir tek kapitalizm yoktur acıya garketmesin/ Bir tek kapitalizm yoktur kalpte açmasın yara…
İşte böyle derken geride kaldı içinden savaşlar, işgaller, kanlı hesaplaşmalar geçen bir koca yıl daha.
Oysa neler söylendiydi… O senaryolar doğru olsaydı, şimdi tüm dünya ne kadar özgür, zengin ve mutlu olacaktı!
Küreselleşme zengin ruhluydu!
Paylaşımcı, adil ve adaletli!
Eh dünya da tek kutup olmuştu…
Savaş mavaş, neden olsundu!
Oysa bu senaryoları yazıp seri üretim hap biçimine getirenler…
Devasa propaganda organlarından kafalara enjekte edenler, en basitinden ikinci dünya savaşının bile o pek sevdikleri tanımlama kapsamındaki “iki kutuplu dünya” arasında değil, tek kutbun kendi içinde, emperyalist kapitalistlerin kendi arasında çıktığını görmezden gelmeyi ve getirmeyi yeğlemişlerdi!
Mecburen… Çünkü savaşların, işgallerin kaynağı, kendisi bizzat yağmacı, talancı kutup başı olan emperyalist kapitalizmin ta kendisiydi.

Geride kalan yıldan gelecek olana miras
Ortadoğu savaşın merkeziydi. Çünkü orası enerji denklemiydi. Ve egemen denklemler enerji üzerinden denkleniyordu!
Şimdi o bölge, kanlı çatışmaların ölüm tarlalarıysa eğer, görünen o ki, bundan sonraki yılda ve yıllarda çok daha büyük kanlı ve üstelik halklar arasındaki çatışmalara gebedir.
Çünkü emperyalizmin zalim elleri orada yıllardır çatışmanın hamurunu mayalamış ve parçalamaya ve parçalanmaya meyilli bir yeryüzü parçasını, sırf kendi çıkarları için halklar köle olsun diye biçimlendirmiştir.
Yine oyunun başka büyük versiyonu Kafkasya, Hazar dolaylarında deneme, yoklama, ölçüp biçmeler biçiminde gündeme gelmiştir.
Turuncu, pembe kışkırtmalar…
Tek kutbu daha da tekleştirerek en teke indirme, değneksiz köyde köpek gezdirme hayallerine girişmeler…
Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan… Bakü- Ceyhan… Hayfa… İtalya... Petrol hatları falan derken… Şimdilik küçük çaplı kapışmalar…
Ama biliniyor ki tüm bu yerel ölçekli gibi görünen çatışmalarda kutup başları taraftırlar ve o yerellerin arkasında ateşi bizzat onlar karıştırmaktadırlar.
Ortadoğu, Kafkaslar derken savaş bölgelerinin büyüyen ve çeşitlenen korkutuculuğu…
Ki, bunlara bir de kapitalizmin kaçınılmaz krizi eklendi…
Paranın bol olduğu dünya paylaşılamazken… Krizde neler olabileceğini düşünmek bile istemiyor insan…
Eski yıl savaşlar, kapışmalar, kışkırtmalar, tehditlerle geçti.
Yeni yılda kış daha sert geçecek gibi görünüyor.
Ortadoğu kanıyor ve kaynıyor.
Ortalık Sünni, Şii, Kürt, Arap çatışmalarına sahne olur mu? Düşüncesi bile ürkütücü, ama düşünmeyince ihtimallerden kaçılmıyor!
Kafkaslar’da ise Şaakvaşvili çıkıntılığı sadece bir ön haberci gibiydi.
Bölgedeki kapsamlı hesaplar için “tek kutuplu dünyada” taraflar diş gösterdi.
Ve sonra hesaplar Uzak Asya’ya kayabilir.
Ladin falan filan derken Pakistan, Afganistan üzerinden Kafkaslar, Uzak Asya’nın yakın kuşatması, mesela krizden çıkış reçetesi olarak gündeme gelebilir.
Afrika ise cadı kazanı gibi zaten.
Latin Amerika alt üstleri yaşıyor.
Nasıl tek kutuplu dünya ise…
Savaş, kan, barut, ölüm ve matem…
Paylaşılmış dünyanın paylaşılmışlığı zebanilere yetmiyor…
Yeni paylaşımlar, yeni haritalar eski yıldan yeniye devrediliyor.
Emperyalist propagandacılar ise, savaşlar, kan barut ve ölüm tarlaları içinde bizlere mutlu yaşamlar vaat ediyor!
Kulaklarımızda ise Aragon’un dizeleri:
“Hayatı Bu silahsız askerlere benzer / Bir başka kader için giyinip kuşanan / Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan / Onlar ki akşamları aylak kararsız insan / Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter / Mutlu aşk yoktur”
Ve mutlu kapitalizm yoktur…
Ama kapitalist olmayan, özgürlük, adalet, eşitlik üzerine kurulmuş bir dünya mümkündür aslında.

ysarpdere@gmail.com


Biriktirdiklerimizle gelecek yıllara

Engin Sezgin
(Genel-İş Sendikası TİS Uzmanı)

Adettendir; yıl sonu geldiğinde tek tek bireylerden kurumlara, siyasi partilerden toplumsal sınıflara kadar hemen her kesim, geçmiş yılın değerlendirmesini yapar. Bireylerin kendilerine yönelik yaptığı değerlendirmeler çoğunlukla birer nostaljidir. Toplumsal sınıfların ya da daha doğru ifadeyle toplumsal mücadelelerin değerlendirmesi ise nostalji olmaktan öte bir birikim sorunudur. Biten yıl geçmiştir, elde olan yani bugün, geçmişin birikimidir ve yeni yıla yani geleceğe, bu, elde olan üzerinden yürünecektir. Emek hareketi açısından 2008 yılının değerlendirmesi dediğimiz şey aslında; emek hareketi geçtiğimiz yıl içerisinde mücadelesinde neyi biriktirdi, neleri öğrendi, neleri kazandı sorunudur. Çünkü toplumsal mücadeleler özellikle de işçi sınıfı mücadelesi her gün yeni baştan öğrenilen bir süreç değildir. Mücadele eder, öğrenir, öğrendiklerini biriktirir ve yeni mücadelelere bu biriktirdiği deneyimlerinden başlayarak yeniden öğrenme ve biriktirme sürecine doğru ilerler.

Emek hareketi açısından 2008 yılı en başta, ekonomik kriz ve bunun sonuçlarına karşı mücadelelerin başlangıç dönemi olarak hatırlanacaktır. Burada iki önemli nokta var: Birincisi, küreselleşmiş kapitalist ekonomik sistemin tek seçenek olduğu iddiasının bir yalan olduğu ve artık seçenek dahi olmadığı çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu durum; emeğin iktidarını öngören işçi sınıfı dünya görüşünün zorunlu bir seçenek olduğunu, işçi sınıfına daha rahat anlatılabilmenin hiç olmadığı kadar güçlü bir zeminini yaratmıştır. İkincisi; krizin sonuçlarına karşı yürütülen mücadelenin, işçi sınıfı ve halkların geleceğini belirleyecek bir niteliğe sahip olduğu gerçeğidir.

2008 yılında öne çıkan birkaç gelişme daha var. Bunlardan bir tanesi; genel sağlık sigortasına karşı yürütülen mücadeledir. Bu mücadele sürecinde Herkese Sağlık ve Güvenli Gelecek Platformu gibi bir yapının oluşması, toplumsal mücadelenin öznelerini bir araya getirmesi fikrinin somutlanması açısından çok önemli bir aşamadır. Ayrıca, 6 Nisan İstanbul mitingi sırasında Türk-iş yönetiminin geri tutumu karşısında, konfederasyon bünyesindeki 10 sendikanın deklarasyon yayınlayarak farklı bir tutum alması, sendikal bürokrasinin işlerinin o kadar rahat olmadığını da göstermektedir. Nitekim bu etki Türk-İş’in 1 Mayıs tutumunu da belirlemiştir. Bu durum, ileriki süreçlerde konfederal ayrışmalar karşısında tabanda birliği sağlamaya yönelik önemli bir direnç noktasıdır.

Geçtiğimiz yılın bir diğer önemli gelişmesi, metal iş kolundaki sözleşme sürecidir. Bu süreçte öne çıkan ise, Birleşik Metal Sendikası’nın sınıf sendikacılığı çizgisinin bir örneğini sergilemesidir. Sendikanın bütün metal işçilerine seslenen ve onların taleplerini sahiplenen söylemi önemli bir aşamadır. Sözleşme sürecinin taslak hazırlıklarından sonrasına kadar işçilere mal edilmesi, sermayenin ideolojik argümanları karşısında işçilerin ideolojik silahlarının üretilmesi (metal işçileri gerçeği broşürü örneğin) toplu sözleşme sürecinin nasıl ele alınması gerektiğinin önemli bir örneği olmuştur. Sonuca baktığımızda, ekonomik kriz en çok, metal işverenlerinin ve Türk Metal’in can simidi olmuştur. Ancak imzalanan sözleşmenin işçilerin taleplerinden uzak kalmasını sadece krizle açıklamamak gerekir. Bana göre 3 önemli sebep vardır. Birincisi Birleşik Metal Sendikası’nın metal iş kolundaki örgütlenme düzeyinin zayıflığı, ikincisi sendikanın yürüttüğü mücadelede diğer sendikalar tarafından yeterli dayanışmanın sergilenmemesi ve işçi sınıfının politik örgütlenmesinin işyeri örgütlerinin zayıflığıdır.

Son olarak değinmek gereken bir konu ise, birçok sendikadaki yolsuzluk iddiaları ve bu nedenle olağanüstü kongrelere gidilmesidir. Bu durum, yıllardır görevde olan sendikal bürokrasinin işçi sınıfından yabancılaşmış yaşamını gözler önüne sermektedir. Değişen yönetimleri ise sendikal mücadelede bir yenilenmenin nüvesi olarak görmek gerekir. Sürecin ne şekilde ilerleyeceğini zaman gösterecektir.
Umut dolu yıllara..

Hazırlayan: Nuray Sancar
ÖNCEKİ HABER

Hayvanseverler bu soğukta denize…

SONRAKİ HABER

balıkgiller

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...