29 Aralık 2008 00:00

MEDBAKIŞ

Yine bir sonbahar mevsiminin son günlerindeyiz; bir yılın son üç günü. Küçük bir yerleşim yerinde, bir ilçede hayata nereden bakarsam hayatı daha iyi anlarım diye bir soru geliyor aklıma.

Paylaş

Yine bir sonbahar mevsiminin son günlerindeyiz; bir yılın son üç günü. Küçük bir yerleşim yerinde, bir ilçede hayata nereden bakarsam hayatı daha iyi anlarım diye bir soru geliyor aklıma.
Hayatın derinliğini merak ediyorum. Hayata nasıl ve nereden bakmalı ki, derinliği anlaşılabilsin böyle bir şehrin.
Küçük yerleşim yerlerinde hayatın derinliğini merak etmek yorar insanı. Acınası koşullarda yaşıyoruz. Acımak ne kelime, her gün ağlanacak bir yer burası.
Buray ‘şehir’ demek bile anlamsız kalır. Kimliğini ve kişiliğini yitirmiş, hiçbir arayışı olmayan; umutsuz bir hayatın kollarında çırpınıp duruyor.
Farkında olmaksızın kendi kendini tüketiyor bu şehir.
İnsanların gitgide soğuyan bakışlarında, canlılığını yitirmiş daracık, çamurlu sokaklarda, hep küçük hesaplarla didişmeler yaşanıyor.
Geçmişini unutmak isteyen bir şehir burası.
Hiç değilse sinema salonu olsaydı, bu kuru, katıksız hayatın tadı olur, renk katardı. Sonbahar filmini izlerdik duygusal, hayalleri olan insanlarla birlikte. Işıklar sönerdi birden, sessizlik başlardı. Arkadaşları devletin acımasız görevlilerince öldürülen ve bir süre sonra kendisi de sağlık nedenleriyle tahliye edilen Yusuf’un memleketine gideceği minibüsün yolcusu olurdum belki de. Bakışlarımı camdan dışarıya alır, onun gibi bakardım hayata, derinliğine.
Hızla akıyor hayat, solgun bir sonbahar mevsiminde; canlılığı, maviliği, yeşilin bütün tonlarını önüne katıp sürüklüyor.
Zaman geçtikçe Yusuf’un bakışını ediniyorum. Derken, bir acayip adam oluveriyorum insanların arasında.
Kalabalığın içerisinde bir yabancıyım belki. Kendimi tanıtmakta zorlanıyorum, dilim tutuluyor.
Bir zamanlar “güneşi zapt eteceğiz, güneşin zaptı yakın”dı. Şimdiyse tanınmayan, bilinmeyen biri oluveriyorum. Şehrin kimliği de değişmiş, rengi de.
Toplumsal kaygılar kartopu misali, çoğalıp büyüyor.
Yusuf gibi yaşamak acı veriyor yüreğime. Onun gibi bakmak, iskelede durup dalgaları seyretmek, yalnızlığın kucağında yoldaşları anımsamak...
Yaralı bir şehirdeyim: Kolu kanadı kırılmış bir kuşa benziyor çocukluğumun şehri. Çırpınıp didiniyor. Tevekkül içerisinde bir yer. Kimsesiz bir sokak çocuğudur bazen. Güvensizliğin koynunda kıvranıyor, çaresiz.
Adı yok bu şehrin. Kimliğinde karmaşık harflerle yazılı bir ad varsa da benimsenmiyor.
Yusuf’u tanımıyor bu şehrin insanları.
Eski bir kavmin insanları gibiler, hayattan sürgünler sanki.
Herkes diğerinin kurdu olabiliyor bu şehirde. Sevgisiz, aşksız, sığ bir hayat, üstelik de karmaşık bir kimliği var.
Sonbahar’ı izlemediklerinden midir ne, anlaşılmıyorum ve bir yakınlaşıp bir uzaklaşıyorlar.
Topluluktan kimilerinin cüretkârlığına şaşıyorum; kimliğimi, kişiliğimi didik didik edip yokluyorlar, ruhum inciniyor, duygularım kırılıyor.
Yusuf gibi yürüyüşümü, onun suskunluğuna bürünmemi, her geçen gün eriyip tükenen doğayla dostça bakışmalarımı, geleceğe dair ettiğim birkaç sağlam sözü bahane gösteriyor kimileri. Bir an polis sorgusunda hissediyorum kendimi.
Kendi kimliksizliğinden habersiz bu insanların arasında paramparça oluyor düşlerim.
Bir eski zamandı belki bu şehirle ilgili söylenenler. Oradan besleniyor, oradan güç alıyorduk oysa. Kimliğimiz de kişiliğimiz de o sonsuzluk bahçesinde yetişip şekillenmişti.
Bir halkı sevmeyi de, uğruna ölünebilen bir dünyayı da o eski zamandan öğrenmiştik.
Bir kasabaydı bir zamanlar ama, bir dünya vaat ederdi burası. Şimdiyse bir şehir ama, Yusuf gibi bakmayı, yürümeyi, konuşmayı, sevmeyi ve ölmeyi ötekileştiriyor bu insanlar.
Geceleyin yatağıma uzanıp uyumaya çalıştığımda güzel günlerin kurulmasına dair konuştuğum bütün sözcükler birer birer gelip boğazımda düğümleniyorlar. Bir felaketin eşiğindeymişçesine kan ter içinde kalıyorum.
Çocukluğumun şehrinde ıssız bir adamım şimdi.
Arkadaşım Mikail gibiler de olmasa, yapayalnız bir Yusuf’tum bu şehirde.
Eka’nın aşkına tutunmanın hazzını hayal ediyorum bir zaman.
Bu sıkışıklığın ve sığlığın ortasında Yusuf gibi sessiz çığlığımın duyulmasını bekliyorum.
Bir yıl daha geride kalıyor. Anılarımda Sonbahar’dan kalan esintilerle hâlâ Yusuf gibi yaşıyorum bu şehirde.
Vedat Çetin
ÖNCEKİ HABER

KATİL KANA DOYMUYOR

SONRAKİ HABER

Tam Harold Pinter’lık!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...