30 Aralık 2008 00:00

ALBATROS


Çevirmen Attila Tuygan’dan, faşistler tarafından boy hedefi alınan ve bir linç kampanyasına dönüştürülen vicdani imza olayı hakkında bir ileti aldım.
Şöyle bitiriyor yazısını:
“Üniversitede Ermeni bir arkadaşım vardı, Alin. Sonra izini kaybettim. Sessizce gülen, hüzünlü bakan bir kızdı. Bense, ‘70’lerin sonlarında ‘Ermeni soykırımı’ndan bihaberdim. Bugün durduğum noktada, o günlerde gözlerinin içine bakabilmeyi akıl etseydim, belki de yaşadıklarını görebilirdim diye hayıflanırım hep. Özrümün bir nedeni de işte o kız. O zamanlar duygularını paylaşamadığım için ondan da özür diliyorum.”
***
Aslında ‘78 kuşağı da o günlerde, cesetleri yorgana sarılıp sokak köşelerine, Belgrad Ormanları’na atılmış arkadaşlarının yasını bile tutamıyordu.
Maraş yeniden salhane oluyordu.
Unutturulmuş tarih kendini yinelemekteydi.
Gerçekten inkarcılığın bu ülke insanına yaptığı en büyük kötülüklerden biri de, önce insanları bilgisiz bırakmak, sonra daha da kötüsü, onları yalanlar ve kin/nefret söylemi ile doldurarak mazlum insanların üstüne kışkırtmak. Ermeni toplumu, son vicdani sembolik vicdani imza kampanyası bahane edilerek, yine psikolojik baskılanma altına alındı, sokaktaki insanın onlara bakışı yine değişti; okullara, kiliselere yönelik tehditler yine katlandı.
Şimdi Ermeniler, ‘sizin özrünüz bile başımızı dertlere sokuyor’ diye sitemde bulunsalar acaba çok haksız sayılırlar mı?
‘Özrünüz de özürsüzlüğünüz de sizde kalsın’ deseler, buna nasıl yanıt bulunabilir?
Nâzım’ın Yalana Dair şiirini hatırlamamak mümkün değil.Rotatifler ha bire yalan pompalıyor insanlarımıza.
Kin ve nefret pompalıyor.TV kanalları zehir saçıyor. İnsanlara sadistçe acı vermeye devam ediliyor.
Maraş kıyımını Hrant’ın anısına bulaştırmaya çalışanlar, aslında kendi cezasız kalmış insanlık suçlarını itiraf ediyorlar.
Himmler de fırsat bulsa aynısını yapmaz mıydı?
Latin Amerika’da gizlenen Alman Nazileri, Şili’de çiftliklerini Pinochet kasabına, işkence merkezi olarak hediye etmediler mi?
Bu ülke lanetli.
Suçuyla yüzleşmediği sürece de insanlarına, hangi kimlikten olursa olsunlar acı vermeye devam edecek.
Sırası gelmeyen kalmayacak.
***
Faşistler bu ülkeyi ne kadar utanç verici bir görünüme soktuklarının elbette farkındalar, ve bunu sadistçe bir zevkle yapıyorlar.
Vicdansızlardan vicdan beklemek, vicdani davranışları algılayacaklarını sanmak abesle iştigal...
Bu Nazilerden, Temerküz kampları için üzüldüklerini belirtmelerini beklemek gibi bir şey olur.
General Evren, idam edilen gençler için “Asmasak da beslesek miydik?” demişti.
Savunma bakanı da, ‘etnik arındırma yapmasak da Rumlarla Ermenileri başımıza bela mı etseydik’ demeye getirdi…
Oysa Talat bile anılarında yaptığı cinayeti savunamazken, bugünün politikacılarındaki pervasızlık insanı ürpertiyor.
Tuygan gönderisinde, Cumhuriyeti kuranların da böylesi bir tavır sergilemediklerine değiniyor:
“Mustafa Kemal, Cumhuriyeti kuran öncü kadro içinde yer almış, başbakanlık ve T.B.M.M. başkanlığı yapmış, yaşamı boyunca en yakın arkadaşlarından biri olmuş Fethi Okyar’la birlikte Minber dergisini kurduktan birkaç gün sonra, 9 Kasım 1918 günkü başyazısında Ermenilere karşı ‘imha’ politikası yürüten İttihatçı liderleri lanetliyor: ‘Ermeni milletine karşı irtikab ettikleri hattı harekatta birçok kişinin zihniyetinden çıkan bu hatalar, tarihe karşı en büyük ve en affedilmez mesuliyetlerden biri...bütün bir milleti kırmak sevdasında bulunmak, müfrit hayâlâta kapılmak demek değil midir?’ (Ermeni Terbiye-i Milliyesi, Minber).
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni meclisinin açılışından bir gün sonra, 24 Nisan 1920’de, ‘Ermenilere karşı katliam’ı, ‘fazahat’ olarak niteliyor [Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 1919-1938 (1945)]. Yine 6 Mayıs 1920 tarihli, ‘şahsi ve acil’ damgalı bir yazışmada Mustafa Kemal, Erzurum’daki Kazım Karabekir’e, ‘Yeni bir Ermeni kıtalı demek olan bu hareket...’ ile ‘bütün Hristiyan alemi ve bilhassa Amerika aleyhimize döner’ diyerek tavsiyede bulunuyor [Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz (1969]). 1920 Mart’ında Fransız gazetesi Petit Parisien’in muhabiri Prax’yla yaptığı bir röportajda, ‘Darağacını hak ediyorlar. Mihver devletleri bu müzevirleri niye hemen asmıyor?’ diyerek İttihatçı liderlere çıkışıyor (Maurice Prax, ‘Constantinople,’ Lectures pour tous ). Yine altı yıl sonra, 1 Ağustos 1926’da, ‘Evlerinden topluca götürülüp katledilen milyonlarca Hristiyan tebaamızın hayatından mesul tutulmaları lazım’ gelen İttihatçıları suçlarken, Ermeni katliamlarını eleştiriyor (Emile Hildebrand, ‘Kemal Promises More Hangings of Political Antagonists on Turkey’ Los Angeles Examiner).
Mustafa Kemal, 1923’te Batı ve Güneybatı Anadolu’daki birçok kasaba ve kentte yaptığı pek çok konuşmadan birinde, ‘...Mazinin ihmal ve günahlarından suçlu değiliz ve filhakika hesaplaşma talep edilmesi lazım gelenler bizler değiliz...Ancak dünya karşısında bu ihmal ve günahların mesuliyetini üstlenmek vazifemizdir’ diyor.”
***
Tuygan, “Şişli mahkemesinden bir ceza hakimi, ‘özürdiliyoruz.com’ sitesinin kapatılmasını ve imza atanların ‘Türklüğü aşağılamak’ suçundan TCK’nın 301’inci maddesine göre 6 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istemiş. İlk imzacılardan olduğum için korkudan ne yapacağımı bilemez bir haldeyim bu aralar!” diyor.
Bence, vazifeşinas savcılarımız, Minber gazetesinin nüshalarının kütüphanelerden temizlenmesini talep etmeli, TCK 301. maddesi çerçevesinde Minber Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Mim Kemal hakkında derhal dava açmalıdır!
Savcılarımız uyuyor mu?..
Ragıp Zarakolu

Evrensel'i Takip Et