10 Ocak 2009 00:00

13 yıl sonra Metin Göktepe 3

Bir gazeteciydi Metin Göktepe, olayların takipçisiydi. İzlediği haberi en ince detayına kadar halka bildirme görevinin bilincinde olan genç bir gazeteci...

Paylaş

Bir gazeteciydi Metin Göktepe, olayların takipçisiydi. İzlediği haberi en ince detayına kadar halka bildirme görevinin bilincinde olan genç bir gazeteci... Haberin peşinden gittiği için polisler tarafından dövülerek öldürüldü. Ardından ‘gazeteci mi’ ‘militan mı’ tartışmaları başladı. O dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) “Metin Göktepe, görevi başında öldürüldü” diyerek, davanın takipçisi oldu. Dönemin TGC Başkanı ve davanın kamuoyu gündemine taşınmasında önemli rol oynayan gazetecilerin ‘Nail abisi’ Nail Güreli ile, Metin Göktepe’yi, dönemi ve bugünün gazeteciliğini konuştuk.

Metin Göktepe öldürüldüğünde bazı çevreler onun ‘gazeteci’ değil ‘militan’ olduğunu söyledi. Fakat TGC ‘Metin Göktepe gazetecidir’ dedi ve Göktepe davasını büyük bir kararlılıkla takip etti. Siz o dönemin TGC başkanısınız. Bize süreci anlatır mısınız?
Metin Göktepe öldürüldükten sonra yaşanan süreç ilginç. Metin Göktepe de bu sürecin simgesi haline gelmiştir. Polis devletine karşı direnişin, basın özgürlüğünü savunmanın, hak aramanın, gazetecilerin dayanışmasının simgesi olmuştur.
Mahkeme kararıyla Metin Göktepe’nin polis nezaretinde öldürüldüğü tespit edilmiş ve sanık polislerin bir kısmı mahkum edilmiştir. Mahkumiyetin süresi, şekli ‘yeterlidir yetersizdir’ ayrı, ama Metin Göktepe’nin polis nezaretinde öldürüldüğünün mahkeme kararıyla tespit edilmesi önemlidir. Metin Göktepe öldürüldüğü zaman biz görevdeydik TGC’de ve Metin’e sahip çıktık, olayın üstüne gittik. Morgdan kısa zamanda rapor aldık. Polis ‘duvardan düştü de öldü’ demişti, hayır; duvardan düşmemiş, polis nezaretinde dayakla öldürülmüştür. Bunu morg raporuyla tescil ettirdik. Ve ondan sonra adamakıllı bayrak açtık.

Metin öldürüldükten sonra gazeteciler içerisinde uzun süre eşine rastlanmayan bir dayanışma yaşandı. Bu dava süreci ve dayanışma hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Genç arkadaşlarımız gazetecileri de takdirle anıyorum, dayanışma içinde cemiyetin etrafında birleştiler. Ve bir kampanya halinde bu dava takip edildi. ‘Metin Göktepe gazeteci değil militan’ diyenler oldu. Biz ‘hayır’ dedik; “gazetecilik görevini yaparken polis nezaretinde öldürülmüştür. Bunun hesabı sorulmalıdır...” O dönemin yetkilileri, Metin Göktepe olayının aydınlanması, sorumlularının yargılanması için Deniz Baykal, Mesut Yılmaz gibi siyasiler, TGC’ye gelerek üzüntülerini dile getirmiştir.
Mahkeme süreci de çok ilginçtir. Olay yeri İstanbul. İstanbul’da başlaması gereken mahkeme, güvenliğin sağlanamaması nedeniyle Aydın’a nakledildi. Olacak şey değil, İstanbul gibi bir kentte bir mahkemenin güvenliğini sağlayamayacağını ifade eden bir devlet! Tamamen politik düşüncelerle ve polis devleti zihniyetiyle bu karara varıldı. Aydın’a da gittik, davalara katıldık. Sonra Afyon’a naklettiler. Kışta kıyamette bütün duruşmaları takip ettik. TGC olarak heyet halinde de gittik. Ve kamuoyunun ilgisini devamlı sıcak tutmayı sağladık. Mahkemelerde çok dar bir salonda büyük kalabalık dışarıda kaldı, ama biz mahkeme salonuna girerek sonuna kadar hepsini izledik. Mahkemeler uzun zaman sürüyordu, sonunda 24 Temmuz sansürün kaldırılışının yıl dönümünde Süleyman Demirel geldi. Demirel törende yaptığı konuşmada, “Metin Göktepe olayı Türkiye için bir yüzkarasıdır” dedi. Yani devletin en sorumlu kişisine bunu söyletmiş olduk. Demirel’in o sözünden sonra mahkeme daha fazla uzamadan sonuçlandı ve polisler mahkum oldu.

Metin Göktepe’yi öldüren polis şiddeti günümüzde de devam ediyor. 2008 1 Mayıs’ında da polis, bir gazetecinin kolunu kırmaktan çekinmedi ve pek çok arkadaşımız şiddete maruz kaldı. Yıllar sonra dinmeyen bu polis şiddeti sizce neyin ifadesi?
Aslında balık baştan kokuyor. Çünkü polisin yönetiminden sorumlu olanların yaklaşımı, demokratik bir yaklaşım; haktan, hukuktan yana olan bir davranış değil. Tamamen polis devleti anlayışıyla polise bakıyorlar. Polis can güvenliğini sağlayacağına, Metin Göktepe olayında gördüğümüz gibi diğer toplumsal olaylarda da gazetecilerin hayatına kast edecek ve çalışmalarını engelleyecek şekilde şiddet uyguluyor. Baskılarla, yasaklarla karşılaşıyorlar. Bütün bunlar için demokrasi kültürünün önce yöneticilerde, yönetenlerde, yönetmeye talip olanlarda yerleşmesi gerekir. Bütün gazetecilerin de bu yolda bütün baskılara rağmen direnmesi gerekir.

Irak’ta bir gazeteci, ABD Başkanı George Bush’a ayakkabısını fırlattı. O gazeteci şimdi ‘Bush’un hayatına kast etmek’ suçlamasıyla yargılanıyor. Bu konu çok tartışıldı. Sizce gazetecilerin toplumsal olaylardaki rolü nedir?
Bu olayın değerlendirilmesinde birtakım tartışmalar oldu. ‘Gazeteci ayakkabı fırlatmaz, kalemiyle mücadele eder’ diye. Ama madalyonun öbür tarafı görmezden geliniyor. Kalemiyle mücadele etme ortamı var mı Irak’ta? İşgal edilmiş adamın ülkesi! Bizde önemli sorunlardan biri de o. Birtakım ideal şekiller, ölçüler ortaya konuyor. Ama yaşanan koşullar göz ardı ediliyor. Iraklı gazeteciyi olağanüstü şartlarda düşündüğünüzde, hemen ‘gazeteci kalemiyle mücadele eder’ demek çok fantezi bir görüş olarak kalıyor. Nitekim Uluslararası Basın Enstitüsü bu doğrultuda bir açıklama yaptı. Dedi ki: “Gazeteci de kızar ve öfkesini belli eder.” Yani bunu kalemiyle belli edemediği zaman esas kimliğin, yurttaş kimliğin, insan kimliğin öne çıkıyor. O da o şekilde tepkisini göstermiştir.
Gazetecilerin önünde polis şiddetinden daha tehlikeli olan sansür duruyor. Gazeteciler her ne kadar 24 Temmuz’da sansürün kaldırılışını kutlasa da... Sansür için neler söyleyebilirsiniz?
Sansür; yayından önce sunulacak olanın devlet tarafından kontrol edilmesi ve belli haberlerin ya da yazıların yayınlanmasını önlemek şeklidir. Ama bugün değişik şekillerde ama aynı sonucu veren sansür devam etmektedir. Bunun bir kısmı oto sansür olarak devam etmektedir -ki oto sansürün kaynağı da siyaset, medya ve ticaret üçgenindeki iç içe ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Meslek ilkelerine uyulduğunu söylemek de mümkün değil. Bu durumda özgür ve bağımsız bir basından söz etmek mümkün değil. Yani sansürün değişik yollarla ‘daniskası’ uygulanıyor bugün. Akreditasyon var mesela, o da bir sansür. Tamamen Başbakan’ın kararıyla, keyfiyle gazetecilerin çalışması, halkın bilgi alma hakkının önlenmesi yoluna gidiliyor.
YARIN: Gazeteciler anlatıyor
Eylem Lodos
ÖNCEKİ HABER

FORUM

SONRAKİ HABER

Öğrenciler kazandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...