19 Ocak 2009 00:00

EVRENSEL’den


Ergenekon operasyonu kapsamında Ankara Gölbaşı’nda yapılan kazılarda, silah ve mühimmata rastlanması, Türkiye’de kayıp ve faili meçhuller açısından da önemli bir ipucunu gündeme getirdi. Bilgin ailesi, Kenan Bilgin’in kaçırılmasının ardından kendilerine telefon eden bir kişinin, “Onu Gölbaşı’na götürdüler. Çok kötü durumda. Seruma bağlı ve kendinden geçmiş durumda” dediğini belirterek, savcılığına başvurdu. Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde yapılan başvuru sırasında EMEP İstanbul İl Örgütü üyeleri de, “Silahlar yetmez, kayıp insanlarımız bulunsun” yazılı pankart ve dövizler taşıdılar. Yapılan eylemde, Ergenekon davası kapsamında kayıpların ve faili meçhullerin sorumlularının ortaya çıkarılıp yargılanması istendi.
Ancak Ergenekon savcıları, Bilgin ailesinin bu talebini, kazıların yürütüldüğü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurmaları gerektiğini belirterek, kabul etmedi.
Bu durum, Ergenekon soruşturmasıyla ilgili önemli soruları da akıllara ister istemez getiriyor. Örneğin Kanada’da bulunan Tuncay Güney’in her açıklaması ciddiye alınırken, bu açıklamalar üzerine operasyonlar düzenlenip gözaltılar gerçekleşirken, Tuncay Güney ile kıyaslanamayacak kadar güvenilir olan Bilgin ailesi ve avukatlarının talebi neden, Ergenekon savcıları tarafından bu biçimde karşılanmıştır? Konuyu yakından izleyenler, Kenan Bilgin olayının daha önce de Türk yargısı tarafından geçiştirildiğini ve üstünün örtüldüğünü, ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Türkiye’yi Bilgin davasından mahkum ettiğini hatırlayacaklardır. Yani zaten Türkiye, Kenan Bilgin davasında, adil yargılamanın gereklerini yerine getirmediği için mahkum edilmiştir ve bu konuda Türk yargısının bundan sonra da bu tutumunu devam ettirmesi, yargıya güveni biraz daha zedelemekten başka neye yarayacaktır?
Diğer taraftan Kenan Bilgin olayı, aslında Ergenekon soruşturması bakımından da bir test niteliği taşımaktadır. Bugüne kadar, Ergenekon soruşturmasını polisten gelen bilgilerin ya da hükümetin yönlendirdiği yönünde eleştiriler, yorumlar olmuştur. Ancak biz Evrensel gazetesi olarak, tüm bu iddialara rağmen bu davanın derinleştirilmesi gerektiğini ve bunu yaptıkları sürece de savcıların cesur tutumları nedeniyle desteklenmesi gerektiğini savunduk. Bu konuda gazetemizin arşivi tarandığında, onlarca yazı ve habere rastlanacaktır. Ne var ki JİTEM’in, eskiden OHAL kapsamında olan illerde gerçekleşen cinayetleriyle ilgilenilmediği gibi görünen o ki Kenan Bilgin olayına da ilgisiz kalınmıştır. Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’yi suçlu bulduğu kesin olan bir davada bu yapılmıştır.
Bu durumda, kayıp yakınlarından, insan hakları savunucularından, demokrasi mücadelesi veren güçlerden Ergenekon soruşturmasına, savcılarına güvenmeleri ve onlara destek vermeleri nasıl beklenecektir? Benzer durumlarda olduğu gibi Kenan Bilgin olayında da ilgisiz kalınmış olması, Ergenekon davasının AKP Hükümeti’nin önünü temizlemeye yönelik bir operasyondan ibaret olduğu görüşünü güçlendirmeyecek midir? Ergenekon davası bu haliyle, AKP ile karşısındaki bazı statükocu güçler arasındaki kapışmadan ibaret bir dava olarak algılanmayacak mıdır?
Aklı başında herkesin bu soruları sormasından ve bu endişeleri taşımasından daha doğal ne olabilir? Tüm bu nedenlerle, Kenan Bilgin olayı, Ergenekon soruşturması ve davası konusunda ciddi bir sınav niteliğindedir. 2001 yılında yapılan bir operasyonda ele geçen belgeleri, telefon dinlemelerini delil kabul eden Ergenekon savcıları, Bilgin ailesinin ve tüm kayıp ailelerinin taleplerine de eşit muamele yapmak durumundadır. Herhalde ‘ilahi adalet’ de, ‘laik yargı’ da bunu gerektirir!
Gazetemiz bu olayın ve tüm kayıpların, tüm faili meçhullerin aydınlanmasının takipçisi olmaya, Ergenekon davasını bu açıdan da izlemeye ve sorgulamaya, bundan sonra da aynı titizlikle devam edecektir.
İyi haftalar!..

Evrensel'i Takip Et