21 Ocak 2009 00:00

UZUN MESAFE

“Bugün sizi 25 yıl öncesine götürmek istiyorum. Nostaljik bir çağrı değil yaptığım. Farkındayım. Aklımdakiler geride kalan günlerin tatlı anıları değil. İç acıtıcı. Çağırdığım yer de sevimli değil, tam tersine ürkütücü

Paylaş

“Bugün sizi 25 yıl öncesine götürmek istiyorum. Nostaljik bir çağrı değil yaptığım. Farkındayım. Aklımdakiler geride kalan günlerin tatlı anıları değil. İç acıtıcı. Çağırdığım yer de sevimli değil, tam tersine ürkütücü. 5 nolu olarak nam salmış, Diyarbakır’daki E Tipi cezaevi’ne çağırıyorum. Eğer dinlerseniz, 1984 Ocak günlerini anlatacağım; 23 ve 24 Ocak’ta olanları…”
Bu sözler bana değil, Dr. İsfendiyar Eyyuboğlu’na ait. İsterseniz tanıklığını yine onun kaleminden okuyalım:
“O dönem ölen, ölümden kurtulan ama sakat kalan, dinlediğim, bildiğim, bilmediğim onlarca olay ve insan var. Her birini yaşayanları ve tanık olanları sayabilirim. Sayamadıklarımı da sayabilecekler çıkar mutlaka. Ben size sadece birini anlatacağım. İşkence sonucu olduğu için. Göz göre göre işlenmiş cinayet olduğu için. Aradan geçen kör ve sağır 25 yıla inat için. Her şey yanı başımda olup bittiği için. Hüznüm paylaşılsın istiyorum. Niyetim yeni üzüntüler yaratmak değil. Hiçbir şey olmamış gibi yapamam. Her şey kapalı kapılar, dört duvar ardında oldu diye hâlâ gizli kapaklı kalmasına dayanamam. Bu acıyı tek başıma taşıyamamam.
O gün işkence için cezaevi hamamına beraber sürüklendik. Askeri hastaneye de bir iki saat aralıklarla kaldırıldık. Yanı başımdaki yatakta öldü!
1984’ün 24 Ocak’ı idi. Günlerden salıydı. …Yanımda yatanları görünce bütün koğuşun veya başka koğuşlardan birçok kişinin buraya getirildiğini anlıyorum. Bunu anlamam felaketi tek başıma karşılamayacağımı gösterdiği için rahatlatıyor beni. Vücuduma göz gezdiriyorum. Üzerimdeki kabanımın sadece bilek ve ön kol kısımları kalmış, diğer kısımlar yok. Parçalanmış… Etraftan bangır bangır geçen, yıl boyunca saatlerce ve zorla okuttukları askeri marş sesleri geliyor. Ne olduğunu anlamıyorum. Canım sıkılıyor. Herhalde yeniden 4 ay öncesine; işkenceler ve askeri eğitimler, marşlar günlerine döneceğiz. Hem ne olduğunu anlayamıyorum, hem de eylülden ve sloganlardan sonra yeniden eğitimlere marş okuyan, yakaran, bağıran seslere tahammülüm yok...”
Yazının devamında ise Dr. İsfendiyar, kendisine de uygulanan işkenceyi bir hekim olarak cinayet anına tanıklıkla bugünlere taşıyor:
“23 Ocak’ta ikimiz de hamamda benzer işkencelerden geçtik. Aynı akşam askeri hastanede tekrar yollarımız kesişti. Uyguladıkları işkence öylesine insanlık dışıydı ki, hayata tutunmaya o yiğit, delikanlı, güçlü bünye ve yürek dahi yetmedi. O gece saat 02.00 sularında, kaydı gitti ellerimizden...”
Ve sonrasında hepimize bir çağrısı var:
“Acımızı, hüznümüzü paylaşmak, Neco’yu işkencecilere inat yaşatmak ve işkenceyi, işkencecileri gün ışığına çıkarabilmek, hukukun önünde hesap vermeleri talebimizi tekrar, bir kez daha dillendirmek için 24 Ocak 2009’da bir araya geleceğiz. Necmettin Büyükkaya’yı; o gün önce Siverek’te mezarı başında, sonra aynı gün Diyarbakır’da tanıklıklarımızı, yaşamını ve mücadelesini anlatarak anacağız. Bekliyoruz!..”

27 mayıs sigarası
İlk sayı dergiler oldum olası ilgimi çeker. Hafta sonu onlardan birisinin arka kapağı gözümü aldı. “Hepimizin Sigarası” diyordu reklam. Sizce hangi sigaradan bahsediyor olabilir? Sanırım yılını soracaksınız. Yetmişli yıllar desem birinci sigarası mı gelirdi aklınıza? Ya 1961?..
27 Mayıs 1961 tarihli bu ilk sayı dergi İstanbul Belediyesi’nce basılmış. Doğal olarak dönemin belediye başkanı da bir kurmay albay. İlana düşen sigara paketinin etiketi ise tüm dar zamanların değişmezi: “Milletçe el eleyiz”. ‘Ordulaşmış millet’, ‘asker millet’ gibi yerleşik kanaatlerde sigara tiryakiliğinin rolünü birlikte sorgulamayı ise bir başka yazıya bırakıyorum.
Peki saha denince aklımıza ne geliyor? Hava sahası, askeri saha, futbol sahası? Yoksa askeri terminolojinin dile güncel yansıması dumansız hava sahası mı?
Evet, son yılların belki de en anlamlı yaşam sloganı oldu ‘dumansız hava sahası’. Hastaneleri bile kahvehaneye eviren o bencillik halini hiçbir zaman tiryakilik olarak algılamadım. Sanırım sizler de küçücük çocukların yanında sigara içilmesini tiryakilik olarak görmemişsinizdir.
Bu keyifli yasak, en çok da hastanelerin itibarına hizmet etti. Birçok kamu hastanesinde ‘dumansız hava sahası’ uygulamasından sonra kantinlerde sigara satış ve içiminin yasaklanması bir ayıbı hafifletti. Ama doğrudan söylemeseler de kimi başhekimler sancılı. Hastane kantinlerinde sigara satışı yasaklanınca zarar etmeye başlamışlar. Ama unutulmasın ki söz konusu hastaneler olunca, bu gelir kalemi olsa olsa kara para olarak adlandırılabilir. Siz ne dersiniz?..

Mülke
Geçen hafta sonu “mülke” sözcüğü ile ilk kez karşılaşmış oldum. Ya sizler duymuş muydunuz daha öncesinde?
İlk anda mal, mülk gibi sözcükleri çağrıştırsa da aslında bir dergi adı o. Uşak’ın Beki köyünde yayın hayatına başlayan dergi. Anlamını merak edenler için çıkış yazısını birlikte okumaya ne dersiniz?
“Beki, Uşak’ın bir köyü... Mülke, Beki’nin hayatı; üstü taş kemerle örtülü su deposu, havuz. Yağan yağmur ve kar sularını içine alan, yıl boyunca köylünün su ihtiyacını gidermeye çalışan bir yapı. Ne zaman yapıldı? Kim yaptı? Bilmiyoruz. Yalnız bilinen beş-altı yüzyıldan beri yaşayan köyün susuzluğunu giderme yolunda faydalı oluşu...
Dergimize bunda ötürü “Mülke” dedik.
Sonra Beki’nin susuzluğu yalnız suya mı? İlme, sanata, erdeme, yaşamaya susuzluğu yok mu? Ve binlerce köyümüz böyle değil mi?
İşte Mülke, binlerce köy, milyonlarca halka tercüman olmak için, susuzluk yolunda << kırk bin köyden biri>> olarak savaşa çıkıyor..”
Öykü hoşunuza gittiyse, yani bir köyden 24 sayfalık “aylık düşün, sanat ve dava dergisi” logosu ile yayınlanmış dergiye ulaşmak istiyorsanız, sahaflara uğramaktan başka şansınız yok. Evet, Mülke dergisi bundan tam 45 yıl önce, Ekim 1963’te Beki köyünde yayınlanmış.
Hani son yıllarda altın şirketleri ve olası çevre felaketleri ile yüreğimizi burkan Uşak’ın bir köyünde. O altın şirketleri ki öncesinde İzmir’in içme suyu havzasında dahi altın arama izni alabilmişlerdi. Hangi İzmir mi? Adı arsenikle anılma telaşındaki yaşadığım kent İzmir.
Öyleyse haydi mülkemize sahip çıkmaya, suyun ve doğanın tahribatına itirazı yükseltmeye! Sağlıcakla kalın!
Dr. Zeki Gül
ÖNCEKİ HABER

Medyaya bir ‘Sayın Öcalan’ davası daha

SONRAKİ HABER

Van Gogh’un izinde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...