9 Şubat 2009 00:00

MEDBAKIŞ


Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerinin başladığı günden beridir, reformlar ağır aksak ilerliyor. Hükümetler, devletin bölünme ve parçalanma kaygısıyla demokratikleşme çabalarını hızlandırmaktan yana görünmüyor.
Ne ki, bu tür çabaların hızlandığı dönemler de olmamış değil. DSP-MHP-ANAP Koalisyonu’nun son yıllarında bu çerçevede yapılan yasal değişiklikler, AB’ye giden yolun önünü epey açmıştı. Ancak demokratikleşme, Türkiye halklarından gelen bir talep olmadığı müddetçe, gerçek anlamda hayat bulamayacaktır. Türkiye’de demokratikleşme talebine ilişkin çok sınırlı sesler çıkmaktadır. Bu seslerin sahipleri de, Kürtler, sosyalistler ve demokrat kesimlerdir.
Dünyada kimi deneyimlere baktığımızda, demokratikleşmenin önemli ayaklarının yerel yönetimler aracılığıyla oturtulduğunu ve bunun üzerinden yeni kazanımlar sağlandığını görebiliyoruz. Bu anlamda yerel yönetimler için, demokrasi mücadelesinin önemli bir mevzisi ve halkın örgütlenmesinde motor gücüdür diyebiliriz.
Bu örgütlenmenin verimli olabilmesinin yolu da, katı merkeziyetçi yapıdan ve anlayıştan uzak, onunla ilintili olmayan bir perspektifle bir yerel yönetim modeli oluşturulmasıyla olabilir.
Kürtler, üçüncü dönemdir kendi kimliğiyle seçimlere katılıyor. Bu seçimde farklılıkları içinde barındıran en geniş kesimlerin katılımıyla hedefe doğru yol almayı önüne koymuş durumdadır.
Yerelde demokratikleşmeyi örgütleyebilmenin ve yaşatabilmenin en doğru yolu demokratik yerel yönetim modelini bütün ölçüleriyle yerleştirmektir. Böylece üniter yapının kalıntıları dahi ortadan kaldırılabilir, yeni ve umut verici bir atmosfer yaratılabilir.
Diyarbakır’da Sur Belediyesi’nde yapılan “çok dilli belediyecilik” çalışması önemli bir deneyimdir.
Bu deneyimin açığa çıkardığı olanaklarla bu çalışmayı bir adım daha ileri götürebilmek gereklidir. Artık Sur Belediye Başkanının görevden alındığı ve meclisin feshedildiği koşulların çok ilerisinde bir açılımın sahibi olan AKP Hükümeti, bundan sonraki çalışmalara eskisi gibi rahatlıkla müdahale edemeyecektir.
Çok dilli belediyecilik deneyimi Diyarbakır’ın yanı sıra, Tunceli, Batman, Şırnak, Hakkari, Mardin, Ağrı, Muş, Van ve Siirt gibi DTP’nin güçlü olduğu illerde hayata geçirilmesi önemli bir görevdir. Yerel yönetimler aracılığıyla merkezi yapılanmanın uzun yıllardır egemen olduğu yerleşik hukuksal, sosyal ve siyasi örgütlenmesini aşan bir örgütlenmeye ihtiyaç bulunmaktadır.
Devletin baskıcı, farklılıkları yok sayan, bürokratik ve askeri yönetim geleneklerini aşmanın biricik yolu, halkın bu çalışmalara etkin katılımının sağlanması ve böylece neyin nasıl olacağının kalıcılaştırılıp korunmasına değin kapsamlı bir eğitim sürecinin başlatılmasıyla olabilir. Bu çerçeveden bakınca önümüzdeki yerel seçimlerin büyük önemi olduğu anlaşılabilir. Böylesi bir gelişmenin önünü açmakla özgürlükçü ve demokratik dönüşüm hareketinin de başlatılmasına yol açılabilir.
Yerelde iktidar olmakla Kürt sorununda çözüm gücü olabilmek aynı anlamı taşımaktadır.
Kürt özgürlük mücadelesinin seçimlere ilişkin kararlı duruşu, hedeflenen belediyelerin kazanılması yeni açılımları doğuracağını, geleceği kurma mücadelesine ivme katacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu bakımdan değerlendirince, Türkiye özgürlük ve demokrasi güçlerinin 29 Mart sonrası konumları bugünkünden daha ileri aşamada olacağını, halklarımıza umut verici bir potansiyeli ortaya çıkaracağını görebilmek olanaklar dahilindedir. Geçenlerde Meclis’te basın toplantısı düzenleyen DTP Siirt Milletvekili Osman Özçelik’in ifade ettiği, “seçim süreci boyunca her koşulda Kürtçe konuşmaya devam edeceklerini” biçimindeki basın açıklaması, gelinen sürecin Kürtçe dilinin günlük hayatın her alanında meşruiyetinin sağlanması ve giderek yasal güvenceye kavuşturulması önemli görevler arasındadır.
Artık koşulların zorluğuna bakmadan, yargının muhtemel siyasi tutumunu önemsemeden Kürtçe’nin ikinci dil ve eğitim dili olarak kabul edilmesi zorunluluk haline getirilmelidir.
Önümüzdeki seçimlerde seçmenlere Kürtçe hitap etme kararı, anti demokratik asimilasyoncu yasaların delinmesi anlamına gelecektir.
AKP hükümeti Kürt sorunun çözümünde samimiyetini göstermek istiyorsa, bu yasaları değiştirilmesi ve Avrupa sözleşmelerine uygun hale getirilmesi görevini yerine getirmelidir; bu görev meclis salonunda kendilerini beklemektedir.
Bu ertelenmez bir görevdir. Aksi halde, sayın Özçelik’in açıkladığı gibi “yasaları işlemez hale getirmek için, sivil itaatsizlik eylemlerinden vazgeçmeyeceğiz”den başka çıkar yol görünmemektedir.
Vedat Çetin

Evrensel'i Takip Et