8 Şubat 2009 00:00

‘Kadınlar senin için ölsün’ ve kehanet gerçekleşti!


“Benimle evlenmek için
yirmi bin mark sayan kocama
kendi ellerimle bir kadın daha
bulmak isterdim. Genç bir kadın,
benden daha genç…
Niye biliyor musun?
Bedenimi kocamdan korumak için.”
(sf.233)

Otel odalarının aşığı bir yazar Özcan Karbulut. Adanalı yazarın Can yayınları’ndan çıkan “Hüzünle Bazı Günler, Aşkın Halleri, Belki de Kaybeden Zaman, Baştan Sona yalnızlık” adlı öykü kitaplarının ardından yazar, okurun karşısına bu kez bir romanla çıkıyor: Amida, Eğer Sana Gelemezsem
Yazarın yine Can yayınları’ndan çıkan bu yapıtı, “Gece, Bir Otel Odasında” öyküsünden kopup gelen bir roman.
Öyküsünde de olduğu gibi Amida, anlatının esas kişisi Arat’ın içsel dünyasında yaşayan bir roman kahramanı, aslında ise Diyarbakır’ın efsanevi kadın hükümdarıdır. Dilşa, Diyarbakır’da yaşayan bir Kürt güzeli. Uluslararası bir örgütte çocuk işçiler için çalışan bir yazar olan Arat, kafasında yarattığı Amida’yı Dilşa’da bulur. Amida (Dilşa), Arat’ın romanının aşk ihtiyacını karşılayacaktır. Romanda, üstkurmacayı ustalıkla kullanan hem Arat’ın hem de yazarın derdi bir aşk romanı yazmak değil, cinsellikle ahlak arasında ikilem yaşayan bir erkeğin yalnızlığını anlatmak ve çeşitli toplumsal sorunları anlatacak bir zemin oluşturmaktır. Çünkü Diyarbakır’ın kadınları başta olmak üzere, bastırılmış kadın cinselliği, kumalık gibi sorunlara eğilen yazarın kadın kahramanlarının sırlarından kopan çığlıkları duyarız.
Romanda “ölüm” teması kadınların -Doğulusuyla Batılısıyla- hayattayken de hissettikleri bir gerçeklik. Zaten Arat, kendisine Bükreş’te Carmen tarafından yapılan “ölüm”lü bir beddua ile romanına başlar. (Kadınlar, senin için ölsün. sf.22) Bu beddua ile önce karısı Songül’den ayrılır, Songül ölür ve kehanet gerçekleşmeye başlar. Ardından sevdiği kadın Amida da kendini asar. Bu, anlatıyı gerçeklikten biraz uzaklaştırıp kurguya mistik bir hava katarken, ölümlerin nedenleri altyapısı verildiğinden dolayı anlatıdaki mistisizm, romanın değil Arat’ın mistisizmidir. Aynı şekilde erkek cinselliği, kadın-erkek ilişkisi de Arat’ın, belki de Arat aracılığıyla yazarın damıtılmış düşünceleri cümleler halinde romana yansır. Kitap veya yazarlardan alıntı cümlelerle zenginleştirilen roman, Arat’ın (belki de yazarın ) psikoterapi aracıdır. Sürükleyici bir dile sahip olan romanda, diyalogların güncelliğini/keskinliğini; öykülemelerin/bilinç akışının ise son derece edebi olduğunu görürüz. Kimi yerde erotizm ile resim sanatı birleşir, kimi yerde Amida efsanesi ile Dilşa gerçeği sentezlenir, kimi yerde Carmen’in Bükreş’i, otel odasındaki kadının Bursa’sı ve Amida’nın Diyarbakır’ı…
Yazar, “çocuk işçiler”, “çocuk istismarı”, “göç”, “anadil sorunu”, “sendikacılık”, “özgürlük” gibi birçok toplumsal sorunu okurla buluşturur. Yazarın bu konularda tartışma zeminleri yaratması, nabzın yüksek olduğu Diyarbakır merkezli bir “diğer”inin düşüncesini okura duyurma fırsatı sunar.
Yazar, “imkansız”ın hayatta mümkün olmayacağını, özellikle aşk söz konusu olduğunda her şeyin “olabilir”liği savını ispatlamaya çalışır. Çünkü Arat, sistem içinde çocuklara çare olmakla kendine bir mutluluk yaratan, umutsuzluğuna karşın aşkı ve romanı can simidi olarak gören 45 yaşında bir yazardır. Amida ise başörtülü, evli ve üç çocukludur. Ancak güzelliği başörtüsünü örten Amida, çok zeki ve sosyal bir kadındır. O halde yorgun bir yaşamdan çıkıp gelen Arat’ın ilginç bir dünyası olan, genç ve gizemli Amida’ya aşık olması için gerekçeleri vardır salında. Bununla birlikte aşkı, ne başörtü, ne farklı ulustan olmak (Arat, anadilini konuşamayan bir Arap; Amida ise Kürttür), ne evlilik, ne çocuk, ne dünya görüşü engelleyebilir düşüncesi, Arat’ta şaşkınlık uyandırarak kendini gösterir.
Arat (burada elbette ki yazar) kadınları iyi tanıyan biridir: Arat, Amida’nın kadınsallığını harekete geçirir. Öyle ki Amida’ya başını açtırabilecek olan Arat’ın aşkı değil aşkın ta kendisidir, başka bir deyişle Amida’nın kadınlık duygusudur.
Romanın, başkarakter Arat’a ait olduğu sivri bir biçimde üsluba yansıyor. İlahi konumdaki anlatıcı, Arat’ı merkez alan bir anlatımla -Arat’ın adını anmadan, özneyi açık olarak kullanmadan- Arat’ın bakış açısıyla zamanda ileriye doğru akarken, geçmişten gelen görüntüler veya sesler geriye dönüşleri sağlıyor.
Mekan, mayınlarıyla gerçek bir Diyarbakır… Amida, cehennemde yanmayı göze alacak kadar aşık bir kadın; romanın sonunda intiharı seçer. Onun intiharı birdenbire gelişmez tabii ki: Diyarbakır’ın kadınlara yönelik baskısı altında inleyen Amida, üç kızının ölümünü isteyecek kadar bunalımdadır aslında. Amida…gerçekte olamayacak kadar gerçek…
Yazar, Arat kimliğiyle yalnızlığın romanını yazar. İç dünyasında yaşayan bir yazar, kadınların kendilerini rahatlıkla deşifre edebildikleri iyi bir dinleyici… Arat, tutkulu, arzulu, bazen de tutuk biri. Havası kurşun gibi ağır Diyarbakır’da temkinli ve Amida kadar belki de ondan fazla çok sevdiği romanının derdinde. (Eğer sana gelemezsem, bu roman hiç bitmesin. sf.316) Üstkurmacaya bağlı olarak Arat, erkek bilincini güdüleriyle sansürsüz ifade etmesi bakımından da oldukça samimidir:
“Yaşama zevkini kazanmak için boşandın. Hayır, yolculuklar için boşanmadın. Yolculuk edip istediğin kadınla yatmak için. Büyüyüp erkek olmak için boşandın. İşte nasıl bir erkek olduğun ortada.” (sf.269)
Alıntıda da görüldüğü gibi Arat, cinsellik ile ahlak arasında bir çatışma yaşamakla birlikte cinselliği seçmiştir. (Cinsel anlatımların gereksiz bir yoğunlukta olduğu düşünülebilecek olan romanda, Arat’ın cinsel zaafı, bu yoğunluğun nedenine açıklık getirebilir belki.)
Olumluluk yaratmakla birlikte, Arat’ın samimiyeti okuru kızdırabilmekte: Romanın sonunda Arat’ın Amida’nın vasiyet olarak verdiği zarfı kaybetmesi ve Amida’nın ölümünün ardından ILO gönüllüsü Deniz’i kabul etmesi, ahlaki tutumu olan okuru kızdırır. Belki de bu kabul ediş, Songül ve Amida’nın ölümü ardından gelecek olan yeni bir ölümdür. Artık Arat, cinselliğini asla göz ardı etmeyen, insani zaaflarına yenik düşen, kehaneti gerçekleştiren bir kişidir.
Ebru Kış

Evrensel'i Takip Et