14 Şubat 2009 00:00

YOLCULAR İÇİN EL AYNASI

Bir yolcu gördüm...Çoktandır yoldaymış gibiydi. Hali, tavrı, uzun yolların yolcularını andırıyordu ama nereden geldiğine dair hiç belirti yoktu görünürde.

Paylaş

Bir yolcu gördüm...
Çoktandır yoldaymış gibiydi. Hali, tavrı, uzun yolların yolcularını andırıyordu ama nereden geldiğine dair hiç belirti yoktu görünürde.
Oysa uzun yola çıkmışların sezgileri hayli gelişmiştir, karşılaştıkları yolcunun nerelerden geçerek geldiğini anlayabilirler. Her birinin üstüne başına, diline davranışına sinmiş işaretleri fark eder, yorum yapar, tahminde bulunurlar.
Onda da saç diplerinden tırnak uçlarına kadar yolların tozu vardı. Gerçi bizim bildiğimiz dünyadan çok, bir hayal aleminin tozlarına benziyordu üstündekiler. Sanırım bu yüzden kimin nesidir, nereden gelip nereye gitmektedir kestirmek zordu.
Karşılaştığımız yer, neden sonra varılmış ilk durağı da olabilirdi bu yolcunun, son durağı da. Zaten burası, yolcuların uzun uzadıya vakit geçirdikleri bir yer olmamıştı hiçbir zaman. Olamazdı da. Ne şöyle sırtımızı yaslayarak rahatça oturabileceğimiz bir ağaç gölgesi vardı görünürde, ne de yatıp uyumak için bir oda, çardak veya sıradan bir seki...
Sonsuz boşluğa savrulup gidecekken kayaların ucuna takılıp kalmış, son bir gayretle yeryüzüne tutunmuş bir yerdi burası. Önümüzdeki derin uçuruma yüzümüzü dönünce, tam arkamızda kalan sivri kayalarda gezinen rüzgarın uğultusunu işitirdik. Büyük boşluklara has çınlamalarla dolu bu uğultular uzaktan geçen yolcuları bile buraya çekerdi. Havada daima asılı duran ve gün ortasını geçmeden eflatuna çalan toz bulutu ise etraftaki her şeyin ince bir tülle örtünmüş gibi görünmesine yol açardı.
Sebep o bulut mudur yoksa karşıdaki kayaların gece gündüz eksilmeyen gölgesi mi bilmiyorum, ama yolu buraya düşen yolcuların ruhu, o bulut ile kayaların arasındaki kıskaca girerdi. Kararsızlığın kıskacına...
O yolcu ise her şeye rağmen, varacağı yere varmış gibi görünüyordu. Halinden şikayet etmediği gibi, kendini hep iki arada hisseden, kararsız birine de benzemiyordu pek; ya da ben benzetemedim.
Günlerce konuştuk. Daha doğrusu o anlattı ben dinledim. Fasılasız, uzun uzun anlattı. Yollara, yolculara, yolculuk hallerinin her teferruatına vakıftı. Sadece seyirlerdeki yaşanmışlıklar değil, yollarda başa gelmiş ve gelecek ne varsa hepsi malumuydu.
Bilmediği rota, gezmediği kent, solumadığı dağ havası kalmamıştı. Vardığı her menzilde, en derinlerindeki kapılara ulaşmış, kimini açmış, kimini de kapalı kalmalı diye mim koyup öylece bırakmıştı. Onca gün birlikte geçirdikten, anlattıklarını dinledikten, gözlerinin içinde alemi seyrettikten sonra edindiğim izlenimi böyle özetleyebilirim.
Bu izlenimi sözcüklere döker dökmez müthiş bir keşif yapmış gibi içim aydınlanıvermişti. Hislerimi kendisine söylediğim zaman aldırmaz göründü, ara vermeden konuşmasını sürdürdü.
Sözlerinden yola çıkarak nereden gelip nereye gittiğine dair herhangi bir ipucuna ulaşamadım. Belki de ulaşılacak bir yer yoktu. Onun geldiği bütün yollar gibi, o yollara açılan bütün geçitler de unutulmuştu.
Galiba bu nedenle, gözlerinde alemi seyretmeme izin verdiği halde, sözleriyle beni yolculuklara çıkarmayı başaramadı. Herhangi bir yolculuğa... İnsanı şuradan alıp şuraya götürebilecek mecali yoktu ağzından dökülen kelimelerin.
Kim bilir belki de kıskançlıkla korumaya çalıştığı, kendine saklamak istediği bazı şeyler vardı ve anlattıkları üstünden benim bir yolculuk yapmama izin vermeyecekti. Özenle kaçınıyordu bundan ya da ben gerekli kapıyı bulup girememiş, o ilk geçidin nerede olduğunu bulamamıştım.
Ayrılma vakti geldiğinde;
“Ne zaman yola çıkıyorsun” diye sordum, sırt çantamı yüklenmiştim.
Günlerdir cevabını bulmaya çalıştığım soru ilk kez dilimden dökülmüştü. İkimiz de bunu biliyorduk.
İşte o an, ilk kez telaşlandığını, sükunetini kaybettiğini, kararsız kaldığını fark ettim; cevap vermedi...
Veda etmeden ayrıldım. Orada kalmıştı. Bir ara arkama baktım. Görünürde yoktu ama bir fısıltı gibi gelen sesini işittim. Şu basit soruyu bana soruyordu:
“Yola nasıl çıkılır?”
Geriye dönmedim. Ben de aynı soruyu ona yolladım bir veda cümlesi gibi:
“Peki, yola nasıl çıkılır?”
İkimiz de, uzun uzadıya barınmak mümkün olmadığı halde günlerdir bir türlü terk edemediğimiz yerden ayrılmadan veda ediyorduk birbirimize; cevabını belki de hiç bulamayacağımız o en son sorusuyla...
“Sahi, yola nasıl çıkılır?..”
Özcan Yurdalan
ÖNCEKİ HABER

Kara Katür Yazılar

SONRAKİ HABER

‘Batmamak için batıracaksın’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...