15 Şubat 2009 01:00

Kongolu köylülerin biyoyakıta ihtiyacı yok!


Siemens ve Telefunken gibi şirketler, cep telefonlarının yapımında ihtiyaç duydukları koltanı sağlamak için Kongo’ya elektrik hatları döşerken, elektrik hatlarının arasındaki köylerde yaşayanların evlerinde elektrik yok. Dünya çapında bir küçük köylü örgütlenmesi olan La Via Campesina’nın temsilcisi olan fıstık ekicisi Victor Nzuzi, topraklarının sömürülmesine karşı çıkıyor ve bölge halkının da yararlanmasını sağlayacak bir tarım ekonomisi talep ediyor.

Küçük köylülerin çıkarlarını temsil eden bir örgütünüz var. Kaç sayıda köylü bu şekilde örgütlü ve talepleriniz neler?
Kongo’daki grubumuzun adı Groupe de réflexion pour promotion rurale (GRAP) ve 32 köyden 800 çiftçiyi kapsıyor. Temel talebimiz küçük köylüler için toprak. Jules van Lanker adında Belçikalı bir tarım sanayicisi 1923’ten bu yana toprakların büyük bölümünü elinde bulunduruyor. Mesela bu topraklarda bize domuz beslemek yasak. Burada onun kazancının engellenmemesi söz konusu. Bunun yanı sıra diğer uluslararası şirketler var. Bunlar da bu topraklardaki madenleri sömürmek, petrol çıkarmak ya da ormanları yakarak tarla açmakla ilgileniyorlar. Bizim hükümetten taleplerimiz arasında ithalatın durdurulması ve küçük köylülüğün desteklenmesi de yer alıyor. İthal ürünler köylülerin yaşamını daha da zorlaştırıyorlar. Tavuk, buğday, pirinç Hindistan’a ihraç edilirken, Kongolu çiftçiler her şeyi kendileri üretmek zorunda kalıyorlar. Biz bir tarım reformu talep ediyoruz. Çünkü toprağın işlenmesine yönelik yasalar çiftçilerin durumunu da göz önünde bulundurmalı. Başka bir sorun da biyoyakıt konusunda ortaya çıkıyor. Kongo’da jatrofa yetiştirmek için 3 milyon hektarlık ormanın yakılması planları var. Bu bitkinin yağı nihayetinde biyoyakıt üretiminde kullanılıyor. Ama Kongolu çiftçilerin bi-yoyakıta ihtiyacı yok. Beslenme için palmiye ağacı ve mısır yetiştirmeleri gerekiyor.

Ağustos ayından bu yana Kongo'da direnişler tırmandı. Bu yüzden AB ülkelerinin daha etkin bir şekilde katılacağı BM birliklerinin takviye edilmesi tartışılıyor. Siz bu Avrupa politikasını eleştiriyorsunuz. Avrupalılar ve özellikle eski sömürgeci güçler kendilerini çatışmaların dışında mı bırakacaklar?
BM birliklerinin takviye edilmesini kabul etmiyor ve AB’yi de reddediyoruz. Askerlerin görevi savaşmak ve bir ordunun görevi de insanları öldürmektir. Kongo’da zaten yeterince asker var. Başkan Kabila’nın 60 bin askerden oluşan bir ordusu var, BM’ye bağlı 17 bin asker bulunuyor ve isyancılar da 5 bin kişilik bir askeri güce sahip. Kongo’daki soykırımdan sonra kurulan FDLR’nin (Force démocratique de libération du Rwanda) 8 bin askeri bulunuyor. Hutu milislerinin nüfusu 3 bin; aynı zamanda Pareco ve Mai Mai gibi milis grupları da bulunuyor. Akla şu soru geliyor: BM güçleri sivilleri korumak konusunda neden başarılı olamıyor? Laurent Nkunda isyancılarıyla her karşılaşmalarında bulundukları yerleri terk ediyor ve onların daha da ilerlemesine neden oluyorlar. Oysa ki BM birliklerinin asıl görevi bunu önlemek.

BM gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Monuc gücü kadınlar ve kız çocuklarına yönelik saldırıların da içinde bulunduğu çok sayıda olaydan sorumlu. 140’tan fazla olay biliniyor. Bu güç, topraklardaki yasadışı ticaret ve silah kaçakçılığına karışıyor. Tüm bunlara karşın kamuoyuna açık bir inceleme yapılmasından kaçılıyor. Diğer yandan Monuc gücü, Kongo hükümetinin insan hakları ihlallerine de sessiz kalıyor.
Çatışmalar Hutu ve Tutsi çatışmaları olarak sunuluyor. Aslında 1885’te Berlin’de yapılan Afrika’nın bölüşülmesine ilişkin sömürgeci konferansın bir sonucu olarak nüfusun bu iki kesimi birbirinden ayrıldı. Bugün teritoryal hak talepleri üzerinden Ruanda ve Kongo arasında devam eden çatışmalar, Afrika’nın bu şekilde bölünmesinin bir sonucudur. Bugün Fransa gibi çözümü el altında bulundurduğunu ileri süren bir ülke var. Fransa’nın Ruandalıların soykırımında destek verdiği açık. Aynı zamanda bugün Kongo’daki çatışmanın ve isyankarların bir parçası olan Ruanda’dan kaçanların Kongo’ya alınması için başkan Mobutu’dan talepte bulunan da Fransa’ydı.

Kongo’nun doğusunda pek çok hammadde işçisi angarya koşullarında çalışıyor...
Kongo’da koltan resmi olarak Ruanda başkenti Kigali’de satılıyor. Bu ticarete batılı firmalar katılıyor. Burada BM tarafından 2001, 2003 ve 2008 yılları için hazırlanan raporlarda burada kaynakların yağmalanması gibi tespitlerde bulunuldu. Burada Ruanda’da aktif olan bazı Alman firmalarının da adı geçiyordu. Buna rağmen bu iktisadi suçlar bir soruşturmaya uğramadı. Kongo’da 400 binin üzerinde maden işçisi var. Devlet, madenciler ve madenlerin işletilmesi konusunda tüm hakları büyük sanayi kuruluşları lehine düzenliyor. Küçük işletmeler ya saldırıya uğruyor ya da bunların sahipleri öldürülüyor. Dünya Bankası’nın Kongo’daki maden topluluklarının özelleştirilmesi programı kapsamında devlete bağlı Gecamine maden işletmesinin 15 bin çalışanı işten çıkarılmak zorunda bırakıldı.
Avrupa ve ABD’den pek çok telekomünikasyon şirketi geliyor. Bu şirketler bütün cep telefonu ve bilgisayarlar için gerekli olan koltan ticaretinde kendilerini geliştirmiş şirketler. Kongo topraklarının yağmalanmasına katılan şirketler bunlar. Buna karşı soruşturma başlatılması gerekmiyor mu? Paul Kagame hükümetinin yaptığı gibi Almanya, İngiltere ve ABD’ye destek mi vermek gerekiyor? Alman firmaları hukuki olarak hammaddeleri hangi topraklardan ele geçirdiklerini kamuoyuna açıklamak zorundalar; kârlarını ve kazançlarını nasıl elde ettiklerini yasal olarak açıklamak zorundalar. Bu şirketlerin savaş toprakları olan Ruanda, Uganda ile Tanzanya, Zambia ve Güney Afrika ile olan iş birliğini de açıklamaları gerek. Aslında Avrupa’daki okullarda çocuklara ve gençlere cep telefonlarının, bilgisayarlarının ve video oyunlarının Kongo’da koltan madenlerindeki sömürü ve işgalle nasıl ilişkide olduğu gösterilebilse!..
Margret Geitner

Evrensel'i Takip Et