10 Ocak 2012 11:40

Okullar çocuksuz, sıralar öğrencisiz, oyunlar arkadaşsız

Uludere Roboski Köyü’nde 35 kişinin havadan bombardımanla katledilmesi olayı hakkında; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Habertürk’te 3 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan sözleri ile Hasan Cemal’in 1 Ocak 2012 tarihli köşesinden aktardığı Ayla Akat Ata’nın mektubundan alıntıları bir diyaloga dönüştürdük.

Okullar çocuksuz, sıralar öğrencisiz, oyunlar arkadaşsız
Paylaş
Cevriye Aydın

Uludere Roboski Köyü’nde 35 kişinin havadan bombardımanla katledilmesi olayı hakkında; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Habertürk’te 3 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan sözleri ile Hasan Cemal’in 1 Ocak 2012 tarihli köşesinden aktardığı Ayla Akat Ata’nın mektubundan alıntıları bir diyaloga dönüştürdük. Ancak, kısa tutmak zorunluluğundan iki paragraf aktarabiliyoruz:
Başbakan - Bunların kalpleri kararmış. Irkçılık ve faşizm şeytanın açtığı bir yoldur.
Ayla Akat Ata -  Feryatlar, figanlar! Şikâyet edenler, yaşlı gözler. Acı o kadar büyük ve gerçek ki. Söyleyebileceğim, yapabileceğim hiçbir şey yok.
Bir dükkânın kapısını açıyor köyün ileri gelenleri.
Çocuklar yerde yatıyor.
Sessizlik...

Olay yerine ilk gidenler, tanınmayacak halde olan iki çocuğun el ele tutuştuklarını görmüşler. Aileler bu nedenle o iki çocuğu aynı yerde gömmeye karar verdiler. “Onlar, el ele beraber öldü, biz  ayırmayalım” dediler.

Başbakan -Bu olay üzerinden ülke bölünmüştür diyen densizler var. Yahu sen gidemezsin. Siz silahlı efendileriniz ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz.
Ayla Akat Ata - Hiçbir başbakan, Tayyip Erdoğan kadar büyük sözler etmedi. “Analar ağlamasın”diyerek milyonlara umut vermedi. Farklı kimlikleri bir söylem etrafında birleştiremedi.
Ancak, bunu başaran bir başbakan olmanın ağır sorumluluğunu da taşıyamadı Sayın Erdoğan. Bütün bu sözleri ettikten sonra bu acıların katlanarak yaşanması, halkın birlik ve bütünlük inancını sarstı.”
Olaya iki karşıt noktadan bakan iki politikacının yukarda belirtilen açıklamalarını ayrı ayrı okuduğumuzda aldığımız etkiden daha ürkütücü olanı yan yana gördüğümüzde alıyoruz.  
Acının rengi ile zulmün tehtidkar üslubu arasındaki fark.
Barışın dili ile savaşın pervasızlığı arasındaki fark.
Sorumluluğun ağırbaşlılığı ile suçluluğun saldırganlığı arasındaki fark.
Haklılığın özgüveni ile haksızlığın kof kibri arasındaki fark.
Halkına bağlılığın dürüstlüğü ile halkına yabancılaşmanın arsızlığı arasındaki fark.
Mücadelesine inancın samimiyeti ile öz saygıyı yitirmenin düşkünlüğü arasındaki fark.
Biri bombaların düştüğü yerden konuşuyor; diğeri bombalama düğmesine basılan karargahın bahçesinden.
Biri insansız hava aracı kadar metalik bir soğukluk ve inorganik bir duyarsızlık içinde. Diğeri acının bilgeleştirdiği bir direnç ve direncin kucakladığı bir duyarlılık içinde.

“Heron’lar sadece görüntü alıp bilgi verirken Predatorler aynı zamanda tespit edilen hedefleri vurabilme imkanı sağlayan silahlarlarla donatılmıştır.”
Türkiyenin birini İsrail’den, diğerini ABD’den ısmarladığı  bu iki tip insansız hava aracının ilki Kasım ortalarında Türkiye’ye gelmiş. Bir heron 8 milyon dolarmış ki tamamı 16 veya 18 tane olacakmış.
Biz basit insanlar, havadan bombalayarak öldürmek gibi bir vahşete gönüllü pilot bulamadıkları için insansız hava aracı kullandıklarını zannederiz. Başka türlü bir insanın ötekilerin üstüne bomba yağdırabileceğini bilsek de inanmak istemeyiz.
Dersim kıyımı hakkındaki özrü samimi bulmasak da gerçek zannederiz. Yanlış istihbarat, operasyon kazası gibi gerekçelerin hikaye olduğunu anlamak için bir internet kaynağına bakmak yetiyor. Ama biz yine de kaza veya yanlışlık olasılığına inanmak isteriz. Çünkü aksini kabul etmek savaş ilanına karşı ne yapılacaksa onu yapmayı gerektirir.
Gerçekten bir yanlışlık olmasa hiçbir insanın, çocukların öldürülmesine izin vermeyeceğini zannederiz. Çünkü biz savaş değil, barış isteriz.
İnsanın iyimserliği iflah olmaz bir yaşama iç güdüsür. Aynı zamanda onu tıpış tıpış cehenneme götürür.
Biz saftirik iyimserliğimizden vahşetin boyutlarına inanamazken, Başbakan da barış istermiş gibi görünüp savaş ateşinin altına hevesle odun yetiştirdi.
Başbakan, Dersim kıyımı için devlet adına özür diledi. Ardından Roboski köyünde tıpkı Dersim’de yapıldığı gibi silahsız ve savunmasız çocuk ve genç 35 insanın üzerine bomba yağdırılmasının altında imza attı.
Gözümüzün içine baka baka havadan yağan bombalarla gençlerin, çocukların ölümüne yol verip, sonra da acılı ailelerine “... Onların acısını paylaşacağız…” dedi!
İnsanların acıları oyuna gelmez!
Halkların acıları hiç gelmez...
Kendinin inanmadığına başkasının inanmayacağını bildiği için ve inandırıcı olabilmek için en ciğerden sesine, has oyunculuk yeteneğine ve halkımızın nisyan ile malul belleğine yüklendi.
Ama ve lakin, bu oyunu bütün tarihi boyunca defalarca görmüş Kürt halkı ona inanmadı. “Kalk oğlum, uyuma vakti değil” diye ağıt yakan babanın sesi, onun yalan belagat için şişirdiği ciğerinin balonunu söndürdü.
Irkçılık ve faşizmle suçlanacağını bildiği için suçluların telaşıyla “Irkçılık ve faşizm şeytanın açtığı bir yoldur” diye esip gürledi.
Şimdi bizi iyi dinleyin sayın Başbakan! İşte o şeytanın açtığı yolda 19’u çocuk  35 kişi bombalarla kavruldu, yok oldu. Askerler Robotski köyü ve 340 km. çapındaki bir alanı günün her saatinde net bir şekilde görebilen ve anında görüntü verebilen heronlarla izleyebiliyorlar. Operasyon kazası, istihbarat hatası gibi mavallar okumayın bize. Sınır kaçakçılığını ilk defa mı duyuyorsunuz?  Heronlar kaçakçıları tanıyamadı diyorsunuz.  Herona sorumluluğu atıyorsunuz. 35 insanı, 35 çocuğu, genci bombalatıyorsunuz. Ve kalkmış, “Irkçılık ve faşizm şeytanın açtığı bir yoldur” diyorsunuz.
Biz de size diyoruz ki, siz o yolun yolcususunuz.
Diyoruz ki, çocuklar ölmesin, analar ağlamasın, babalar dövünmesin!!
Kardeşler kardeşsiz kalmasın!
Okullar çocuksuz, sıralar öğrencisiz, oyunlar arkadaşsız kalmasın!
Diyoruz ki, bu zulme son verin!

ÖNCEKİ HABER

Kamu, özel sektöre göre düzenleniyor

SONRAKİ HABER

Bir gece yarısı geliyorlar...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...