26 Şubat 2009 01:00

‘Kenar Mahalle İti Milyoner’ filmi üstüne


TÜRKÇEye ‘Milyoner’, ‘Kenar Mahalle İti Milyoner’ ya da ‘Varoş Çocuğu Milyoner’ olarak çevrilen ‘Slumdog Millionaire’ (2008), Hindistan’da Mumbai’nin (gecekondularında bile değil) çöplüklerinde büyüyen Cemal, abisi Selim ve kız arkadaşları Latika’nın öyküsü. Üç koşut öykü, filmde ustalıkla iç içe geçirilmiş: Birinci öyküde, bu üçlünün bugüne gelişlerini görüyoruz. İkinci öyküde, Cemal’in ‘Kim Milyoner Olmak İster?’ izlencesinde tüm soruları bilip son ödüle ulaşma süreci var. Üçüncü öyküde, Cemal’in, son sorudan hemen önce, hile yaptığı savıyla poliste işkenceli sorguya tutuluşu var. Bu üç öykü iç içe geçip filmin sonunda birbirine bağlanıyor.
Birinci öykü, Mumbai çöplüklerinde başlıyor: Çocukların pislik içinde büyümelerine, Muhammedci oldukları için Hindularca linç edilmelerine, eğitimin içler acısı durumuna; üçlünün, çocukları daha çok para getirsinler diye kör edecek kadar gözü dönmüş olan dilenci mafyası tarafından tutsak edilmesine, kaçış öykülerine, ilk ergenliklerine, abi-kardeşin geride kalan kız arkadaşları için yıllar sonra Mumbai’ye dönüp öçlerini almalarına, abinin suç dünyasında silahlı külahlı bir bitirim olarak sivrilmesine, kardeşinin sevdiği kıza göz koyup kardeşini kapıya koymasına ve tüm bu öykülerde abinin başından beri kötü niyetli oluşuna tanık oluyoruz. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, aynı kızı para babasına satan abinin suç dünyasında iyice yükseldiğini görüyoruz.
İkinci öykü, Selim’in yarışmadaki soruları yanıtlama süreci. Üçüncü öykü ise işkenceli sorgu. Bu son iki öykü, birinci öyküyü açmak için kullanılmış kurgu araçları. Sorguda, hem üçlünün gençlik dönemlerine dek yaşamlarını görüyoruz, hem de bir ‘kenar mahalle iti’nin tüm soruları bilmesinin olanaksız olduğunu; bu işin ancak hileyle olabileceğini düşünen işkenceci polislere, Cemal’in soruları nasıl yanıtlayabildiğini gösterişini... Bu gösteriş, soruları Cemal’in anılarına bağlayarak üç öyküyü başarılı bir biçimde iç içe geçiriyor.
Birinci öykü özellikle güzel; içten bir anlatım var. Ancak bu anlatım, temcit pilavı gibi aynı konuları yineleyen Yeşilçam filmlerinde de var. Dolayısıyla, 100 tane benzer film çekilseydi; Milyoner, Yeşilçam filmleri kadar değersizleşecekti. Öte yandan, filmde yine de ezilenlerin bakışı var. Bu bakış var, var olmasına ancak, bu filmi değerli kılacak özellik, bu filmden gelen gelirin, birilerini daha zengin yapmak için mi, yoksullar için mi harcanacağı... (Bu, yoksullar için harcanma konusuna birazdan döneceğiz.)
Film, yalnızca Hindistan’ı anlatmıyor. Dünyanın birçok ülkesinde bu tür yarışmalar, ‘sözde yetenek’ yarışmaları ve gözetleme izlenceleri, dünya çapında on binlerce kişiyi “15 dakikalığına ünlü ediyor”. Bunlar, tüm sorunların çözümü gibi sunuluyor. İşte bu en önemli noktada, film, kurtuluşçu sinemacılık anlayışından uzaklaşıyor: Kurtuluşçu bir sinemacılık, birinci öyküyü aynı biçimde verecekti; ancak çözüm, hak kavgası olarak sunulacaktı. Hindistan gibi dünyanın birçok ülkesinin tersine, solun hâlâ güçlü olduğu; iki eyaletinin (Kerala ve Batı Bengal) 30-40 yıldır Hindistan Komünist Partisi tarafından yönetildiği bir ülkeden çıkan bir filmde, bir solcu abinin/ ablanın olmaması dikkat çekici. Yalnızca dikkat çekici değil; Hindistan solu, daha fazla izleyici çekmek için kasıtlı olarak yoksanmış gibi. Kurtuluşçu bir sinemacılık, filmin sonunu Cemal’in büyük ödülü alması ve mutlu sona ulaşması yerine çok çeşitli biçimlerde bitirebilirdi: Örneğin yoksullar, evde, sokakta, her yerde, nefesini tutup Cemal’in son soruyu yanıtlamasını beklemek yerine; “biz bu kadar yoksulken, bizden çalınan kamusal kaynakların bir yarışmayla da olsa tek bir bireye verilmesi nasıl olur?!” diyerek canlı yayını basabilirdi. Canlı yayını basan yoksullar, gerçeküstücü bir kurguyla “biz yoksul kaldıkça sizin böyle programlar yapmanıza izin vermeyeceğiz” diyebilirlerdi. Hatta dördüncü bir öykü eklenip, tüm kolluk güçleri Cemal’i izlerken, ‘V for Vendetta’ (2005) filminde olduğu gibi, halk iktidarı kurmak üzere yönetimi ele geçirme girişiminde bulunan partililer de işlenebilirdi. Filmin yaygın beğeni toplaması, zaten, kurtuluşçu bir bakışa sahip olmamasından ileri geliyor. Dönelim yoksulluğu anlatarak para kıran filmin gelirlerinin yoksullara harcanıp harcanmayacağı konusuna: Bu filmin daha da satması için bunu da yapabilirler. Bir filmin gelirini artırmak için yoksullara yardım yapmak, ‘seçim geliyor’ diye yardım yapmaya benzer. Bu nedenle kimi eleştirmenler, bu filmi ucuz duygu sömürüsü olarak çoktan es geçtiler.
Anasız babasız çocukların çöplükte yaşamak zorunda olmadığı, fırsat eşitliğinin olduğu, insanların mutlu olmak için milyoner olmaya gereksinim duymadığı bir düzendir halk iktidarı. Film, halkı “desti izdivaçlara, yalan haberlere, çarkıfeleklere mahkum ettiği”* için bu yazıda bu gerçekçi düşü bir kez daha anmak boynumuzun borcu oldu.
(*) Evrensel Gazetesi pazar eki Evrensel Hayat’ın 12 Ekim 2008 tarihli 223. sayısının kapak resminde çarşaflı bir kadının tuttuğu pankartta yazan söz.
Dr. Ulaş Başar Gezgin

Evrensel'i Takip Et