26 Şubat 2009 01:00

AVRUPA GERÇEĞİ


Daha Frankfurt Savcılığı’nın iddianamesi, Deniz Feneri e.V. ve Kanal 7 Int’in bürolarına baskınlar ve tutuklamalar ortada yok iken; tam 27 ay önce Evrensel’in Avrupa baskısının manşetinden sorduğumuz “Deniz Feneri kimin yolunu aydınlatıyor?” sorusu artık az çok yanıt bulmuş durumda.
Savcılığın baskınlar sırasında elde ettiği belgeler ve artık suçlu olduğu karara bağlanan “eski zanlılar”ının ifadelerine dayanarak hazırladığı 200 sayfalık iddianame, “Almanya tarihinin en büyük bağış skandalı”nın asıl sorumlularının Türkiye’deki Kanal 7 yöneticileri olduğunu ortaya koyuyor. En azından Almanya açısından, “yoksullara yardım” adı altında 21 binden fazla insanın temiz ve masum duygularını kendilerine sermaye yapanların kurduğu sistemin asıl olarak Türkiye’den yönetildiği, tereddütte yer bırakmayacak kadar açık.
Çünkü; bunu ortaya koyan ifadeler, belgeler ve en önemlisi de kurulmuş bir sistem var.
Aylardır “ha geldi ha gelecek” denilen dosya nihayet Ankara’ya ulaştı.
Eğer dosyaları tercümeye veren savcılar, “bunlar sahte mi gerçek mi”, “Türkçe’ye şöyle mi çevirsek böyle mi”, “zanlılar şunlar mı bunlar mı”, “biraz da biz yeni delil toplayalım mı toplamayalım mı” derse, dava kaçınılmaz olarak çıkılmaz bir hal alacak, sonunda da fazla bir şey çıkmayacaktır.
Bu nedenle, Türkiye’deki yargı gerçekten bir Deniz Feneri imtihanı ile karşı karşıya. Frankfurt Mahkemesi’nin yargılamada esas aldığı delil ve ifadelerin aynı şekilde Ankara Başsavcılığı için de geçerli olması büyük önem arz ediyor.
Bunun için ise, Türkçe’si Frankfurt’ta mahkeme başladığı günden itibaren internet ortamında bile dolaşan yaklaşık 200 sayfalık iddianameyi okuyup, ona göre baş sorumluların yargılanması için adım atmak en doğru olanı. Yani, dosyaların tercümesini beklemenin hiç bir anlamı yok.
Kaldı ki, Frankfurt Mahkemesi ve savcılığının kararı ve iddianamesinin “ihbarname” olarak değerlendirmesi durumunda, bugün halen “zanlı” konumunda olan Kanal 7 yöneticileri ile RTÜK Başkanı’nın gözaltına alınması için yeter de artar.
Almanya’da ilk operasyonun ve tutuklamaların yapıldığı 25 Nisan 2007’de ortalıkta bugünkü kadar ne somut bilgi-delil, ne de bir mahkeme kararı vardı. Kimliği belirsiz kişilerin, gönderdiği “ihbar mektupları”nda Deniz Feneri’nin topladığı bağışların amacına uygun kullanmadığı, Deniz Feneri ile Kanal 7 INT’in iç içe olduğu ve bu kanalın toplanan bağışlarla finanse edildiğine dair çok somut olmayan iddiaların değerlendirilmesiyle bugüne gelindi.
Bu “anonim” ihbar mektuplarından hareket eden Alman savcıları sonunda “en büyük bağış skandalı”nı ortaya çıkardı ve Almanya’daki sorumlularını yargılayarak, cezalandırdı.
Bu nedenle, Türkiye yargısının Deniz Feneri’yle imtihanı Almanya ve diğer AB ülkeleri tarafından yakından izleniyor. Yargının siyasi baskıdan uzak olup olmadığı bir kez daha sınanacak. Zaten bu konu Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nda bir süre önce gündeme gelmişti.
Unutmayalım ki; “yüzyılın iyilik hareketi” olarak ortaya çıkan Deniz Feneri skandalıyla ortaya çıkan gerçekler ve ilişkiler, insanların en temiz duygularını kendilerine sermaye yapanların, suiistimal edenlerin teşhir edilmesi için sınırsız imkanı içinde barındırıyor. Yoksulların acılarını suiistimal ederek sahte cennetler üzerinden kendi dünyalarını kuranlar hem de yüz kızartıcı bir şekilde yakayı ele vermişlerdir.
Bu bakımdan Deniz Feneri, Almanya’da sönerken de sadece kendi dibini aydınlatmadı, görmek isteyenler için onunla bağlantılı Türkiye’deki ilişkiler sarmalını da ortaya çıkardı.
Türkiye’de gerçek suçluların hak ettikleri cezaya çarptırılması sadece savcıların, yargıçların değil, aynı zamanda en insanı duyguların suiistimal edilerek sermaye yapılmasına karşı çıkan herkesin sorumluluğu altındadır.
YÜCEL ÖZDEMİR

Evrensel'i Takip Et