10 Ocak 2012 08:05

Devletin vicdanı

         Yeni atanmıştık ve aday öğretmendik, o pazar hazırlayıcı eğitim seminerindeydik. Bu seminerlerle öğretmenliğe hazırlanıyorduk. Artık 657’ye tabii idik. Müfettişler vicdandan bahsediyordu sürekli. Biz yıllar sonra geriye baktığımızda ya da akşamlar

Paylaş
Şebnem Akyüz

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni atanmıştık ve aday öğretmendik, o pazar hazırlayıcı eğitim seminerindeydik. Bu seminerlerle öğretmenliğe hazırlanıyorduk. Artık 657’ye tabii idik. Müfettişler vicdandan bahsediyordu sürekli. Biz yıllar sonra geriye baktığımızda ya da akşamları başımızı yastığa koyduğumuzda, vicdanımız rahat mı diye sormalıydık.
Vicdan rahatlatmanın yollarını şöyle anlatıyorlardı: Bir köye gitmişler ve oradaki öğretmen kendi imkanları ile sınıfa halıfleks döşemişti. Başka bir köyde öğretmenler kendi aralarında para toplayıp okulu boyamıştı, başka biri okul temizlik malzemeleri satan bir şirket ile görüşmüş ve okulun temizlik malzemelerini ücretsiz alabilmişti....
Bununla bitmiyor tabi ki, hani sürekli tekrarlanan bir üçgen vardır ya, veli-öğretmen-okul üçgeni. Müfettişlerin bu konu ile ilgili yıllardır edindikleri deneyimlerinin sonucu olarak verdikleri öğüt ise “Arkadaşlar velilerle iyi ilişkiler kurun ki, okul ihtiyaçlarını gidermede sorun çıkarmasınlar” oldu... Yani öğretmen, okulun her türlü ihtiyacını gidermekle yükümlü kişi.
Üniversitede iken bunlar öğretilmemişti bize. Ve bu hazırlayıcı eğitim, daha temel eğitim ve uygulamalı eğitim var. İçten içe soruyorduk “Milli eğitimin vicdanı hangi durumlarda harekete geçiyor” diye. Çünkü anayasada eğitimi bireylere vermekle yükümlü kurum devletti ve eğitim parasızdı. Velilerden herhangi bir şey talep etmek suçtu, bizler mesleğimizin yeni tanımının sarsıntılarını yaşarken, fiziksel olarak da sallanmaya başladık. Ağlamalar, bağırışlar, şoka girenler, sakin olun diyenler, krize girip durmadan gülenler… ve bahçeye indik.
Hemen telefonlarımıza sarılıp yakınlarımızı aradık, merakla evlerimize koşmaya başladık. Yolda yıkılan binaları gördükçe telaşımız korkularımız artıyordu. Kardeşimi arıyordum, oturduğumuz evin karşısında bulunan boş alanda toplanmıştı insanlar, kardeşim çok korkmuştu ve ağlıyordu. Beni görünce koşarak geldi ve “abla n’apacaz?​” diye sordu. Evet kilit soru da buydu, ne yapacaktık? Hiç bir yerden haber alamıyorduk. Etraftaki konuşmalardan ya da şebekenin çektiği aralarda ailelerimizden Erciş’teki hasarın çok büyük olduğunu öğrendik. Yine kendi imkanlarımızla kalacak yer aramaya başladık ve o geceyi parkta geçirdik. Yetkililerden bir açıklama alamayınca memleketlerimize dönmeye başladık. Bakan “az hasarlı yerlerde kalın” demişti, daha hasar tespit çalışmaları yapılmadan ve 5.6’yla Van tekrar yıkıldı. Sanırım bize verilen seminerlerde olduğu gibi burada da Van halkı, geceleri soğuktan titrerken, bebeklerine mama verilmezken, içecek sıcak çorbası yokken kendilerine “vicdanları rahat mı” diye sormalıydı. Mesela enkazdaki demirler iskelet etraftan bulunan çul çaput örtü görevini görebilirdi, kendi aralarında oluşturdukları bir grup binaları gezerek hasarları tespit edebilirdi, biz de öğretmenler olarak kendi aramızda para toplayıp aynı zamanda ikna yeteneğimizi de kullanarak inşaat malzemeleri üreten fabrikalardan kum, çimento, demir isteyip kendimize barınacak yer ve eğitim vereceğimiz okulları inşa edebilirdik…
Evet Van belirsizlikler ve soru işaretleri… Nerede kalacağız? Öğrencilerimize nasıl ve nerede eğitim vereceğiz? Artçı sarsıntıların devam ettiği Van’da deprem psikolojisini üzerimizden atabilecek miyiz???

VAN

ÖNCEKİ HABER

Van kitap bekliyor

SONRAKİ HABER

Haluk Bilginer: Sanatçı diye bir meslek yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa