10 Ocak 2012 07:55

ÖĞRETMENLER EĞİTİMDE CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİNİ ANLATTI

                Biz kadınlar ne çok alanda hep geriye bırakılmışızdır. Her şeyde ve her yerde ikincil olmaktır bize biçilen. “Sen kadınsın…”la başlayan cümleler en çok duydukl

Paylaş
Münire Tuğ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Biz kadınlar ne çok alanda hep geriye bırakılmışızdır. Her şeyde ve her yerde ikincil olmaktır bize biçilen. “Sen kadınsın…”la başlayan cümleler en çok duyduklarımızdır. Çoğumuz günlük yaşamımızda, dışlanma, etkisizleştirilme, üzerimizde hakimiyet oluşturulması tutumlarıyla karşılaşmışızdır. Eğitim alanı da kadın ve kız çocukları için en sorunlu, kadını ikincil gören anlayış için en çabuk vazgeçilendir. Bu alanda yaşanan cinsiyet eşitsizliğini eğitim emekçisi kadınlarla konuştuk. Kadınlar, hem kendi yaşadıkları sıkıntıları hem de okullarda karşılaştıkları olumsuzlukları paylaştılar bizimle. İşte onların anlattıkları:
Ayşe Öğretmen: 90’lı yıllar. Ağrı’nın Patnos ilçesinde bir lisede çalışıyordum. Okul müdürümüz kadınların çalışmasına karşı çıkıyor, “Sizin yerinize erkekler çalışsın, dizinizi kırın evinizde oturun” diyor. Okulda bayan öğretmenlere davranışı erkek öğretmenlerden daha baskıcıydı. Giyimimizden makyajımıza her şeyimize karışmayı kendinde bir hak olarak görüyordu.
Bir gün bizim yırtmaçlı etek giymemizi ve makyaj yapmamızı yasakladığını söyledi. Hepimiz böyle bir yasaklamaya hakkı olmadığını anlatmaya çalıştık. Aşırıya kaçmadan, yönetmelikler çerçevesinde günlük bakımımızı yapıyorduk. Yasakların bize sözlü olarak iletildiği günden itibaren, arkadaşlarla anlaşıp ders çıkışı evlerimize gittiğimizde en yırtmaçlı eteklerimizi seçip ertesi gün giymek için hazırladık. Hatta birbirimize gardroplarımızı açtık. Ben hiç makyaj yapmazdım. Hala da yapmıyorum. Ama müdür bey makyajı yasakladığı için bir ay boyunca makyaj yapmıştım. Bizi taciz etmek için nöbetlerde sürekli koridorlara çıkıp arkamızdan takip ediyordu. Biz hiç aldırmadan direniyorduk. Sonunda pes eden o olmuştu.
Nurcan Öğretmen: Ben bir kız meslek lisesinde çalışıyordum. Öğrencilerimizin tamamı kız, idarecilerimiz dahil,öğretmenlerimizin çoğu da bayan. Öğrenciler okulun bahçesinde her sabah sıra yapılarak sınıflara alınıyor. Her sabah onlara “Siz kızsınız, yarının anneleri olacaksınız, tavır ve davranışlarınıza, giyim kuşamınıza dikkat etmelisiniz. Kibar, sakin ve uysal olmalısınız. Yoksa yarın eşlerinizle geçinemez, çocuklarınızı iyi yetiştiremezsiniz” deniyordu. Her gün öğrencilere geleneksel aile yapısına uygun davranış geliştirmeleri gerektiği öğütleniyor, bunu içselleştirmeleri isteniyordu. Zaten sosyal-ekonomik açıdan zayıf ailelerden gelen öğrencilerimiz bu söyleme itiraz etmiyorlardı. Bizim itirazlarımızı da idare dikkate almıyordu. Öğrencilerin yakın çevrelerinden duydukları da üç aşağı beş yukarı aynı sözlerdi. Hatta velilerin bazıları çocuklarını iyi eş, iyi anne olma, evini iyi düzenleme, güzel yemek yapma, dikiş-nakış öğrenme gibi becerileri edinmeleri için okula gönderdiklerini söylüyorlardı.
Bir gün müdüre hanım günlük olağan söylemlerini tekrarlarken dokuzuncu sınıflar arasından, okula yeni gelen bir öğrenci “Ben burada iyi kadın olmak için değil, iyi insan olmak, iyi bir eğitim almak için bulunuyorum. Ama anlıyorum ki yanlış yere gelmişim. Ben kız değilim, öğrenciyim. Her gün bunları bize söylemenizden bunaldım” diye sesini yükseltti. Okul müdürü de “Sus, terbiyesiz, sen bu bilmişliğinle öğrenci değil insan bile olamazsın, hemen velini okula çağırıp bu terbiyesizliğini anlatacağım” diye onu azarladı.
Öğleden sonra öğrencinin velisi okula geldiğinde müdüre hanım sabahki sert davranışından uzaklaşmış, veliye şirin görünmek için çok anlayışlı ve yetkin bir idareci olduğunu gösterme  çabasına bürünmüştü. Ama veli kızının doğrularını desteklemiş, müdürün yaklaşımını mahkum etmişti. Sonra ne mi oldu? Bir hafta sonra müdürümüz alttan altta aynı söylemlerine devam etti. Bir taraftan da o öğrenciye akıl verdiğini düşündüğü öğretmenleri de sıkı takibe almıştı. Ne de olsa bu yaştaki bir kız bunları düşünemezdi!
Münire Öğretmen: İlkokulu birleştirilmiş sınıflı bir köy ilkokulunda okudum. Üç kardeş okula aynı anda başlamıştık. Küçücük sınıfımıza zor sığıyorduk. Bir de dört metrekare müdür odamız vardı. Zaten okulumuz da, ben dokuz yaşıma geldiğimde yapılmıştı. Bir yıl daha geç yapılsaydı ben ve yedi kız arkadaşım, artık büyüdüğümüz gerekçesiyle okula gönderilmezdik.
Kardeşim ve ben okuma ve öğrenme konusunda çok istekliydik. Öğretmenimizi çok iyi dinler, sürekli çalışır, bulduğumuz her kitabı, gazeteyi, kağıt parçasını bir solukta okuyup bitirirdik. Öğretmenimiz Atalay Mola hafta sonları Kastamonu’ya ailesinin yanına gider, gelirken bize hep kitaplar getirirdi. Beşinci sınıfa geçtiğimizde Atalay öğretmen ayrıldı, Satı öğretmen geldi. O da Atalay öğretmenin bıraktığı yerden devam edip bizi devlet parasız yatılı okulları sınavlarına hazırladı.
Sınavım iyi geçmişti; ama sınav sonucum bir türlü gelmiyordu. (O zamanlar sadece kazananların sonucu gelirdi.) Okulların açılmasına bir hafta kalmıştı, babam ilçeye gidip geldikçe, ona soramıyor, gizlice ceplerine bakıyor, bizi ilçedeki ortaokula kayıt ettirdi mi diye araştırıyordum. Bir gün cebinde erkek kardeşimin orta okula kayıt evrakını buldum. Bizimki yoktu. Çılgın gibi bütün ceplerini karıştırdım.Yoktu, yoktu, yoktu... Dünyam başıma yıkılmıştı. Kurduğum hayaller, gelecek düşlerim birer gülle gibi iniyordu bir bir üstüme. Demek erkek kardeşimiz Hikmet bana ve Mürüvet’e tercih edilmişti. İlk defa aile içinde “kız” olduğumu hissetmiştim. Kardeşim Hikmet ise en büyük düşmanım…
Okulların açılmasından bir ay sonra, köydeki Orman İşletme Şefliği’ne, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden gelen bir telefonla hayatımın yönü değişti. Sınavı kazanmıştım, sınav sonucum İlçe Milli Eğitim’de evrak arasına karışmış, orada kalmış, onu bulan memur telefonla köyü aramıştı. Babam hemen işlemleri tamamladı. İki gün içinde İstanbul Çamlıca Kız Lisesi’nde eğitime başladım. O zaman anladım ki, babam erkek kardeşimi bize tercih etmemişti; ekonomik yetersizlik onu buna zorlamıştı.
Kız kardeşim Mürüvet mi? O bir yıl daha ilkokula devam etti, sınavlara hazırlandı. Kazandı, okudu. Şimdi Adapazarı’nda öğretmenliğe devam ediyor.
Ayla Öğretmen: Geçen yıl bir proje kapsamında okuldan üç erkek arkadaşım ve sekiz kız öğrenci ile Romanya’ya gittik. Gördüklerime şaşırmadım desem yalan olur. Bütün şehri kadınlar yönetiyordu. Büfelerde, lokantalarda, taksilerde, okullarda hep kadınlar çalışıyordu. Belediye başkan yardımcısı da kadındı.
Kadınlar çok güçlüydü, özgüvenliydi, kararlıydı, ne yapmak istediklerini ve ne yaptıklarını bilerek yaşadıkları her hallerinden anlaşılıyordu. Ezilmişlik, suçluluk, ikincil olma gibi duyguları yaşamadıklarını, yürüyüşlerinden, konuşmalarından, duruşlarından, giyim kuşamlarından bile anlayabiliyordunuz. Gördüklerim karşısında ülkemde bana dayatılanların, direnmeme rağmen, benden neler alıp götürdüğünü iliklerime kadar hissettim. Üstelik çevremde, özgür bir kadın olarak tanınırım, arkadaşlarımın çoğunun bana özendiğini duyarım.
Proje çalışması yürüttüğümüz okul oradaki son gecemizde bizim için bir yemek düzenlemişti. Yemeğe o okuldan bir bayan öğretmenin arabasıyla gittik. Mekanın önü araba doluydu. Çok dar bir park yeri kalmıştı. Marianna arabayı park ederken biraz zorlandı. Proje için Romanya’ya beraber gittiğimiz erkek arkadaşlardan biri, dört gündür avını sabırsızlıkla bekleyen atmaca gibi harekete geçerek Marianna’nın park ederken zorlanmasını onun kadın olmasına bağladı. Onun Türkçe bilmemesinden de yararlanarak “Hep böyle bu kadınlar, trafiği tıkarlar, park edemezler, trafikte bizi çileden çıkarırlar” diyerek beceriksizliğimizi, bazı alanların ve işlerin bizlere göre olmadığını, haddimizi bilmediğimizi tescillemek istedi.
Kendisine arabayı yeni aldığı zamanlarda okulun bahçesinde park edişine öğrencilerin güldüklerini, hatta cep telefonlarıyla fotoğraflarını çekip okul panolarına astıklarını hatırlattım. Düşmanını yenmiş, zafere ulaşmış bir eda ile dimdik duruyordu. Haline üzülerek yüzüne baktım. Bu ülkede gördüğü güçlü kadın davranışlarıyla ezilmişliğin acınası zaferi nasıl da parlıyordu gözlerinde.

ÖNCEKİ HABER

Şekerim de olsa, tansiyonum da düşse...

SONRAKİ HABER

İlk kez bir kent bize aitti...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...