1 Mart 2009 01:00
SÖZ OLA TORBA DOLA
Devlet televizyonunun birinci kanalındaki şans oyunu çekilişlerini başka bir gözle izliyorum uzun süredir. Oynuyorum; ama daha çok çekilişi yapan kadın sunucuların çıkan toplara olan aşkları(!) ilgimi çekiyor. Sürekli şanslı top(!) diyorlar küreden çıkıp gelen toplar için. Şans topu oldukları kesin de, şanslı top olmaları anlamsız. Küreden çıkmayı başardıkları ve dönüp durmaktan kurtuldukları için şanslı olmalı bu topçuklar. Onun, bunun, şunun para kazanmasını sağladıkları için belki de. Para kazandırmasa bile salt birimizin ya da pek çoğumuzun oyun kağıdında bulundukları için şanslı oluyorlardır.
Bu konuyu yıllar önce bir kez daha yazmış, benim yazım üzerine demeyeceğim; ama söylem düzeltilmiş şans topuna dönülmüştü. Kaldı ki oyunlardan birinin adı da şans topu. Buna ve bütün topların şans dağıtıyor olmasına karşın şanslı top olarak adlandırılmaları gerçek bir aşkın(!) sonucudur bence. Sunucuların böylesi bir aşkı olmasa, yusyuvarlak tostoparlak toplar niye şanslı bulunsun ki.
Aynı kanaldaki Sen Türkülerini Söyle yarışmasını da ayrı gözle izliyorum. Türküleri sevdiğim için kuşkusuz; ama böyle izlememin asıl nedeni, üç kişiden oluşan sunucu kurulu ile dört kişiden oluşan değerlendirme kurulunun dillerinden düşürmedikleri performans sözcüğüyle tüm türkülerin üzerini örtmeleridir. Türküler üzerine övgüler düzüldüğü, Anadolunun bağrından çıkan güzelliklerden dem vurulduğu bir yerde bu sözcüğün ağızlar dolusu kullanılarak Anadolunun bağrına sokulmaya çalışılması düşündürücü. Oysa yeteneklerini, seslerini gösteren yarışmacıların yaptıkları bir sunumdur ya da sundukları bir gösterimdir.
Bir de, Erdoğan Arıkanın dilinden düşürdüğü; ama Telelig sunucusu Kerem Öncel ve haber sunucusu Fulin Arıkan başta olmak üzere diğer sunucuların dillerinden sökemedikleri ilerleyen dakika, gün, saat söylemlerini gözlemek için özellikle izliyorum. Ne çok nedenim var şu TRTyi izlemek için.
Bu düşüncelerimi ayrıntılı olarak uzun süre önce TRT kurumuna da iletmiştim. Çünkü, ben salt burada yazmakla yetinmiyorum. Yazdıklarımı ilgili yerlere de gönderiyorum kimi zaman. Hani, yazımı okumamışlarsa ve bilgi edinmemişlerse diye. Kimi zaman da önce ilgili yere yazıyorum ve sonucunu bekliyorum. TRTye de böyle yaptım.
Yıllar öncesi gibi zaman almıyor artık düşünceyi iletmek. Bilgisayarda farenin soluna tıkladınız mı gidiyor istediğiniz yere. Ne var ki yanıtını almak zor. Eskiden yazılı başvuruya iyi kötü yazılı bir yanıt gelirdi. Ama sanal başvuruya sanal da olsa bir yanıt alınamıyor farenin sağına tıklansa bile. Bu da sanal ve yalan dünyanın eksikliği bence.
Bir yanıt alamasam da, yazıyı gönderir göndermez etkisini anlamak için TRTyi daha bir başka izler oldum. Şanslı top, ilerleyen dakikalar söylemi ile performans sözcüğünün geleceğini görebilmek için.
Şans oyunlarının kimisinin çekilişinde topların değilse de numaraların ve sayıların şanslı olduğunu gördüm bu kez. Yani, bir düzeltme olmamış, salt değişiklik yeterli bulunmuştu. Sözlerim anlaşılmamıştı. Belki de dikkate bile alınmamıştı. Ama ağırlığın sunucularda olduğunu ayrımsadım. Kimileri oncacık şeyi sunarken bile beynini, bilgisini, kişiliğini kullanmayı biliyordu, Şans Topu çekilişinin sunucusu gibi. Kimileri ise düşünmeden, kendilerini duymadan, ne söylediklerini bilmeden söyleyip gidiyorlardı. Onlara göre şanslı toptu, sayıydı, numaraydı. Tek şanssız ise onları dinleyenlerdi. Hem de kazanamayanlar.
Sen Türkülerini Söyle yarışmasında ise durum daha bir umut verici gibiydi. Giderek azalmıştı performans kullanımı. Öyle ki günün birinde hiç kullanılmadı bile. Ama, o kullanılmayan günde Orhan Hakalmazın bir sözü takıldı kaldı kulağıma. Bir türkünün sunumu sonrasında beğenisini dile getirirken ve halka tepeden bakanların ders alması gerektiğini söylerken cehaletlerini geliştirirlerse diyordu birileri için. Cehaleti geliştirmek!? Nasıl bir şey ki bu?
Sonraki günler ise, o günden daha kötü geçmeye başladı. Çünkü, önceleri performanssız başlayan yarışma, bir an geliyor performansa dönüveriyordu. Sanki ilk yarı döktüren ayaktopu takımı oyuncularının, ikinci yarı yeşil alanda yorgunluktan dökülmesi gibi bir şey oluyordu. Sanırım performans bedenden döküldükçe dilden de düşmeye başlıyordu. Suyun başını da Hande Subaşı çekiyordu. Arkasından da Özgür Eren geliyordu, o söylüyorsa ben niyçün söylemeyeyim der gibi.
İşte bu nedenle daha bir sıkı izliyorum devletin televizyonunu ve şeşin yanına beş mi atacak penç mi diye bekliyordum. Kürtçe konuşma yüzünden yayını da kesince, cihar atıp şeş oynadı, dubarayla yedi bitirdi beni; hem de ana dili. Bir de kendini.
ÜSTÜN YILDIRIM
Evrensel'i Takip Et