3 Mart 2009 01:00
ALBATROS
Pazar günü, Yeni Melek Sinemasında Halkların Dostluğu Girişiminin düzenlediği Halkların Buluşması konserini izlerken, Anadoluda dil zenginliğinin de tadını çıkardım. Rumca, Ermenice, Gürcüce, Lazca, Süryanice, Arapça, Kürtçe, Adigece ve elbette Türkçe tam bir renk ve tını cümbüşü yaşadık. Bir şey eksik miydi derseniz, Yahudi toplumumuzun coğrafyamıza kattığı ortaçağ İspanyolcası olan Ladino, yokluğunu hissettirdi. Yoksa ben mi atladım vardıydı da? Bir de savaşların coğrafyamıza savurduğu Balkan insanlarının tınıları -belki onu da atlamış olabilirim.
Yalnız, yüksek volümlü aletlerin, sesi bazen bir gürültü haline getirmesinden şikayetçiyim. Keşke her halkın müziğini kendi otantik müzik aletleri ile, akustik ortamlarda kendi doğallığı içinde dinleyebilsek. Rock müziğin getirdiği olanaklar, o tarz müzik için uygun ama her aletin kıçına elektrik kordonu takınca, özellikle halk müziğinin keyfi kaçıyor sanki.
Latin Amerikada başlayıp bize de ulaşan Yeni Türkü akımı, özellikle otantik müziklerin dünyaya ulaşımına olanak sağladı ve bu zengin malzemeyi lirik bir biçimde herkesin paylaşımına açtı. Dünya sesleri, İngiltere ve Amerikadaki birçok müzisyene de büyük olanaklar sundu.
Modern müziğin olanaklarından yararlanırken, dengeyi yine de çok iyi tutturmak gerekiyor.
Şlomo diye bizi selamlayıp, konserini tewdi diyerek teşekkür ile bitiren Süryani sanatçı Yakup Atuğu izlerken, bir yandan da tarihin bize emanet ettiği bin dört yüz yıllık Mor Gabriel Manastırının topraklarının yerel eşraf ve korucular tarafından gasp edilmeğe çalışılası ayıbını düşünüyordum. Nasıl Hemşince türküleri dinlerken, Fırtına Vadisine yönelik imhacı baraj tasarılarını hatırlıyor; ya da Lazca, Gürcüce türküler, kıyı yolu cinayetine yönelik öfkemi kabartıyor ise. Karadenizli politikacıların bu çevre çıkarcı politikaları üç kuruşluk çıkar için desteklemesi, içimi daha bir acıtıyor.
Konser dönüşü, 1990ların fikir mahpuslarından, inatla Yaba Kültür Sanat dergisini ayakta tutan Yaba Yayınları Editörü Aydın Doğanla Yüksek Kaldırımdaki ofisinde sohbet ettik uzun süre, bir yandan da sahafiye kitapları karıştırırken...
Aydın, sessiz sedasız iyi bir yayıncılık yapıyor, kıt olanaklarla. Yayınladığı o harika Mezopotamya Kitaplığının 18incisi de çıkmış, 1896-97 Hamidiye kıyımlarının acısını sıcağı sıcağına aktaran Ermeni Mektupları. Adı bilinmeyen bir Süryaninin 1. ve 2. Haçlı Seferlerini konu alan Vakayinamesi de beni o günlere götürmüştü. Amin Maloufun Arapların Gözüyle Haçlı Seferlerini yeni tamamlamıştım, bu da bana başka bir pencere açtı. Bu dizideki eksiklerimi daha önce tamamlamıştım, Joseph Molitorun Kildanilerni, Joachim Menantın Ninova Sarayı Kütüphanesini ve derisi diri diri yüzülen Hallac-ı Mansurun, Enel Hak dediği, Hindistana kaçan bir müridi tarafından kurtarılan tek kitabı Tavasini Aydın Doğan, Nusaybin Akademisi ve Gundi Şapur Akademisini de yakın dönemde yayınladı. Daha önce yayınlanan, Süryani vakanüvislerin kaleme aldığı Erbil, Siirt Vakayinamesi ve Urfa ve Antakya Akademisi de bu bölgelerde yaşayan halkların tarihini kavramada vazgeçilmez kaynaklar. Karolin Holmesin Urfa Ermeni Yetimhanesi de, bir sürü yeni şey öğrendiğimiz bir kaynak.
Öte yandan, Dünya Savaşında Osmanlı ordusuna katılıp Enver Paşa tarafından tugay komutanlığına getirilen Rafael de Nogalesin Osmanlı Ordusunda Dört Yıl (1915-1919 başlıklı anıları, Ermeni tehciri sırasında yaşanan utanç verici, yürek parçalayıcı birçok olayı birinci elden gözler önüne seriyor.
Bu diziden çıkan Gertrude L. Bellin Mezopotamyada 1914-20 Sivil Yönetimi adlı kitabını eğer Bush ve Blair okumuş olsalardı, bence, Irak belasına kesinlikle bulaşmazlardı. Bugün neler oluyorsa, 1920lerdeki işgalde de benzer şeyler yaşanmış ve sonunda İngilizler alelacele bir uydu yönetim kurup, peygamber soyundan gelme kral atayıp nasıl kaçtıklarını bilememişler. Belki de Obama bu kitabı okudu da çekilme kararını verdi.
Süryanice müziği dinlerken, işte kafamın içinden bütün bu kitaplar geçiyordu.
RAGIP ZARAKOLU
Evrensel'i Takip Et