10 Mart 2009 01:00

DÖNÜŞÜM


Yaklaşık iki yıl önce mali piyasalarda başlayan kriz sürecinde bugüne kadar 50 trilyon dolar “yanmış”. Asya Kalkınma Bankası (ADB) tarafından pazartesi günü Manila’da (Filipinler) yayınlanan raporda, “Dünyamız geçen yüzyılda yaşanan büyük bunalımdan bu yana en derin krizini yaşıyor” denildi.
Dünya Bankası ise bu yılın ortasına kadar endüstri üretiminin bir önceki yıla göre yüzde 15 gerileyeceğini açıkladı. Dünya ticaretinde ise son 80 yılın en büyük gerilemesi yaşanacak. Kesin rakamlar önümüzdeki cumartesi günü G20 ülkelerinin merkez banka şeflerinin ve maliye bakanlarının katıldığı kriz zirvesine sunulacak. Bugünlerde Alman ekonomi gazetelerinin en çok görüşüne başvurduğu ABD’li İktisatçı Gerald Celente’ye göre, bugüne kadar yaşananlar aslında daha bir şey değil. Önümüzdeki süreçte yaşanacaklar 1929 Büyük Bunalımı’nı bile gölgede bırakacak. İpotek krizini, bankalar krizini ve borsalardaki ‘kara günlere’ ilişkin öngörüleri sürekli doğru çıkan Celente’nin önümüzdeki döneme ilişkin tahminlerine dikkat çeken büyük bankaların şefleri, “Devlet, kriz döneminde istikrarı sağlayıcı rolünü sonuna kadar oynamalı” diyorlar.
İleri kapitalist ülkeler, merkez bankalarının 2007 sonundan itibaren belli aralıklarla faiz düşürmeleri ve piyasaya sıcak para sürmeleri bir yana, özellikle Ekim 2008’den itibaren adeta “kurtarma paketleri” hazırlama yarışına girdiler. Bankalar için hazırlanan, haddi hesabı neredeyse olmayan ve gelecek birkaç nesli doğmadan borçlu hale getiren paketleri, tekeller için paketler takip etti, ediyor.
İlk bakışta devletin büyük bir kazana para doldurduğu ve isteyen bütün sermaye kuruluşlarına kepçeyle dağıttığı izlenimi edinmek mümkün. Bankalara biraz daha fazla, şirketlere ve tekellere biraz daha az... Ama böyle değil. Tabii ki yüzlerce milyar avro dağıtıldı ve önümüzdeki aylarda da dağıtılacak. Ancak yardım başvuruları değerlendirilirken işletmelerin ulusal ve uluslararası alanda oynadıkları rol gözetildiği gibi, emperyalist ülkelerin bankaları ve tekelleri arasındaki rekabet asıl belirleyici oluyor.
ABD’de aylardır “komada” olan ve “fişleri çekildiğinde” iflas edecek durumda bulunan General Motors’a ait Opel’e yaklaşım konusunda devletin rolü çok iyi görülüyor. Almanya’daki merkezin yanı sıra daha beş AB ülkesinde fabrikaları olan GM/Opel, bu ülkelerden 3.3 milyar avro para istiyor. Opel yönetimi, para gelmediği takdirde Avrupa çapında Opel’de 50 bin, yan sanayide 350 bin işyerinin tehlikeye gireceğini ileri sürerek, açıktan şantaj yapıyor. Tekeller için 100 milyar avroluk teşvik paketi hazırlayan Alman hükümeti, Opel’e “zırnık” bile vermeye yanaşmıyor. Başbakan Angela Merkel’in partisi CDU’nun Ekonomi Konseyi’nde “Kârlarını ABD’ye havale eden, zararını Almanya’da gösteren bir şirketin Alman vergi gelirleriyle kurtarılması söz konusu olamaz. Biz burada hâlâ Opel’e bir Alman şirketi gibi yaklaşıyoruz. Oysa Opel yüzde 100 olarak bir ABD şirketidir, artık bu gerçeği görmeliyiz. GM de Almanya’nın kendi vergi gelirlerini Detroit’e göndermeyeceğimizi artık kavramalı ve para istemekten vazgeçmeli” görüşü hakim. Opel’i kurtarmanın Alman ve uluslararası otomobil piyasasındaki rekabeti olumsuz etkileyeceğini bildiren Metal İşverenleri Birliği, “Opel’in iflas etmesi ne Alman ekonomisini ne de Alman otomotiv sanayisini kötü olarak etkiler” görüşünü savunuyor ve Opel’e en fazla iflasın “light” versiyonu olan “konkordato” işlemine tabi tutulmasını öneriyor.
Bu ayın ortasına doğru Almanya ekonomi bakanı ABD’ye giderek Opel’i yeniden Alman şirketi haline getirmenin koşullarını zorlayacak. Eğer bu mümkün olmazsa, Opel de GM ile birlikte batacak. Alman devleti, rekabeti, hizmetinde olduğu tekellerin lehine çevirmek için on binlerce işçinin sokağa atılmasını göze alacak. Bu tutum, devletin kriz dönemindeki asıl rolünü ortaya koymakta.
SERDAR DERVENTLİ

Evrensel'i Takip Et