8 Mart 2009 01:00
Ekonomik kriz ve kadınlar
GÜNÜN YAZILARI
Dünyayı sarsan ekonomik kriz, sözde bizi teğet geçecekti. Fabrikalarımız birbiri ardına kapanıyor, işsizlik çığ gibi büyüyor. İşsizliğin artması, ekonomide gerilemeyi, bir başka deyişle yoksulluğu beraberinde getiriyor. Uzmanların ortak görüşü, krizin yarattığı sorunların kolay giderilebilecek nitelikte olmadığı yönünde.
Kriz öncesinde de işsizlik artıyordu. Uzmanlara bakılırsa, ülkemizdeki yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik vb. temel sorunlar, üretim azlığından değil, üretilenlerin hakça paylaşılmamasından kaynaklanıyor. Kapitalizmin yarışmacı zihniyetinin egemen olduğu bu dönem, kaçınılmaz olarak erkek egemenliğini güçlendirirken kadınlara yönelik şiddeti de tırmandırıyor. Kadınlar evde, işyerinde, sokakta daha önce hiç olmadığı ölçüde baskı altında yaşıyorlar. Ancak kadınların baskıya karşı yüzyıllardır süren mücadelesi durmuyor.
80li yıllarda ise hatırlanacağı üzere ülkemizdeki kadın hareketleri yeni bir ivme kazandı. Aile içi şiddet, bekaret, cinsel taciz gibi tüm kadınları ilgilendiren konular ilk kez sorunsallaştırıldı. Kadınların tüm toplumsal kesimlerde ve sistemli bir biçimde ezildiği, baskı gördüğü gösterilmeye çalışıldı. Bu girişimler, toplumumuzun tüm kesimlerini etkiledi. Kadına yönelik şiddet konusunda epey yol kat edildi; sorun, Büyük Millet Meclisine taşındı. Bu konu artık gündemimizden düşmüyor, şiddet olayları toplumsal tepki görüyor.
Ancak şu bir gerçek ki, ülkemizde kadınlık bilincinin oluşması ve bunun bir örgütlenmeye yol açması yavaş gelişiyor. Örgütlenme genel bir sorunumuz olmakla birlikte, kadının yeri evidir zihniyetinin toplumsal destek bulması, bunda önemli bir rol oynuyor. Sorun, ev kadını ya da çalışan kadın olsun, çoğunluk için geçerli. Kaldı ki çoğunluğun sınıfsal aidiyeti eşininkiyle belirlendiğinden, kadınların sınıfsal konumunun istikrarı söz konusu olamıyor. Öte yandan, kadınlarla ilgili yasaların uygulanmasında aksaklıklar yaşanıyor. (Şiddet görüp karakola sığınan kadının eve gönderildiğine tanık oluyoruz sıklıkla.) Televizyon ise ticari saikler ile hareket ettiğinden, bilinçlenme açısından kadınlara yarardan çok zarar getiriyor. Kanalların hiçbirinde toplumumuzda egemen olan cinsiyet ayrımcılığına karşı sistemli bir biçimde eğitici programlar yapılmıyor. Onun yerine, özellikle kadın programlarında kadercilik anlayışını pompalayan akıl hocalarına yer veriliyor. Oysa yasaların oluşturulmasında, uygulanmasında bile kültürel kodlar belirleyici oluyor. (En son örnek Üzmez olayı!) Televizyon karşısında geçirilen saatlere de yazık oluyor. Sonuçta izleme edimini o kadar içselleştiriyoruz ki, toplumsal olaylara karşı duyarsızlaşıyor, savaşları bile adeta doğal afetmiş gibi seyrediyoruz!
Ancak güç kimde ise iktidar da ondadır anlayışı değişmez değildir. Tüm olumsuzluklara karşın baskılar bizim hayata bakışımızı değiştirme irademizi kıramaz. Kadın örgütlenmeleri de kadınların bu değişim gereksinimi ve potansiyelinden doğmadı mı? Nitekim krize karşı, kadınların kendi talepleri doğrultusunda oluşturulan yerel kadın örgütlenmelerinde de bir artış görülüyor. Kuşkusuz, talepler çeşitli ve sorunların başında işsizlik geliyor. Uzmanlar, krizden en çok ev eksenli çalışanların etkileneceğine dikkat çekiyorlar. Tehlike çanları ise mavi yakalı, beyaz yakalı, tüm çalışanlar için çalmaya başladı.
Ekonomik krizlerde en çok kadınların işini kaybettiğini deneyimlerimizden biliyoruz. 1994 ve 2000-2001 krizlerinde bu sayı 1 milyonu buluyordu. Kuşkusuz kadınların yaşam standardı, krizden etkilenme dereceleri farklı. Aralarında yalnızca gelir kaybı sıkıntısı çekenler olduğu gibi, yoksulluk sınırında yaşayanlar da var. Kimileri bu duruma gelmekten kendini sorumlu tutuyor; çözümü, kendi başının çaresine bakmakta görüyor. Oysa kadınlar, yaşamın her alanında ortak ezilme deneyimlerini paylaşıyorlar; dolayısıyla çıkar ortaklıkları var. Öyleyse ortak taleplerde neden buluşulmasın? Kendi ayakları üzerinde durabilmek, pek çok kadının hayali Ancak belirsizliğin yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz. İşsizliğin tırmanması, ev kadını sayısının artışını getiriyor. Hayalimizi gerçekleştirmenin yolu ise öteki sömürülen, ezilen kesimlerle dayanışma içine girerek sisteme karşı güçlenmekten geçiyor. Ekonomik, sosyal hakların savunulması için sendikaların vazgeçilmez kurumlar olduğunu biliyoruz. Ancak sendikalaşmanın güçlükleri ortada. Sendikaların raporlarından, işveren çevrelerinin işçilerin birlikte hareket etmelerini engellemek için çeşitli yöntemler uyguladıklarını öğreniyoruz. Örneğin, kadın işçileri sendikadan uzak tutmak için hamilelik, çocuk vb. özel durumlar kullanılıyor. Küresel ekonomik krizin yarattığı işsizlik karşısında kimi uzmanlar, bu durumun ekonomik kriz değil, insanlık krizi olduğu yorumunu yapıyorlar. Demek ki, sendikaların da artık yeni koşullara göre kendilerini yenilemeleri gerekiyor. Özetle, bugün değişim yaratacak güçte örgütlenmelere her zamankinden fazla gereksinim duyuyoruz. Bu açıdan bakıldığında, kadın örgütleri ile alternatif ekonomik, siyasal model sunan emekten yana partiler, yerel yöneticiler, çevre örgütleri, sendikalar, tüm demokrasi güçleri arasında destek, yardımlaşma, deneyim aktarımı ve iş birliğinin gerçekleştirilmesinin bir zorunluluk halini aldığı görülüyor.
Tülin Tankut
Evrensel'i Takip Et