18 Mart 2009 01:00

GERÇEK


Önceki gün açıklanan işsizlik rakamları, krizin kimi vurduğunu gösterdi.
Pazartesi günü Erdoğan’ın bir müjde gibi açıkladığı, “krizin etkilerini azaltma paketi” ise hükümet ve arkasındaki sermaye güçlerinin, krizin yükünü kimin sırtına yıkmak, kimler için “krizi fırsata dönüştürmek” niyetinde olduğunu gösterdi.
TÜİK’in işsizlik verileri karşısında herkes; “Bu bir felaket habercisidir” gibi tepki gösterse de, “Aslında bu işsizlik eskiden beri var” ya da “Türk toplumu bu işsizliği de kaldırır, merak edecek bir şey yok” diyenler de az değil.
Ama sonuçta işsizlik rakamları, uzunca bir zamandan beri yoksul semtlerin sokaklarındaki, kahvelerindeki veya emekçi evlerindeki açlığı, yoksulluğu, ‘yarın nasıl olacak’ kaygısını yansıtmaktadır. Ve emek cephesi açısından, işsizliğe ilişkin çarpıcı rakamlar bir “ah, vah” etme sorunu değildir. Tersine, emek örgütleri, sendikalar ve emek mücadelesi kaygısı içindeki her çevre, bu rakamlardan işsizlerin örgütlenmesi; sendikaların, işsizlerin örgütlenmesi sorununda yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini ve işsizliğe karşı bir mücadelenin aciliyetini çıkarıyorlarsa anlamlıdır.
TÜİK’in rakamları, AKP Hükümeti’nin “krizin etkisini azaltmak ve piyasaları canlandırmak” için hazırladığını öne sürdüğü paketin üstüne gelmiş olması bakımından hükümetin nasıl sınıf ayrımcı bir tutum içinde olduğunu gözler önüne sermiştir.
Çünkü, teferruatından arındırarak söylersek, bu paketle hükümet; işsizler de dahil, toplumun en yoksul kesimlerinden topladığı vergilerle oluşturduğu bütçeden, bugün otomobilini değiştirmek isteyenlerin, 150 metrekareden daha büyük lüks konut parası olanların ya da lüks beyaz eşya alacakların cebine koymuştur.
Yani hükümet, lüks harcama yapan kesime destek vererek, onlar üstünden de otomotiv, beyaz eşya üreticileri ve müteahhit takımına para aktarmıştır.
Bu paketle piyasanın canlandırılacağı, fabrikaların yeniden çalışarak istihdam sağlanacağı iddiasına ise çocuklar bile inanmaz.
“Hükümetin paketi” hakkında patronların önemli bir kesimi memnundur. Ama tekstil patronları, gıda üretenler, çeşitli hizmet sektörleri ise hoşnutsuzdur ve bu hoşnutsuzluklarını ifade etmektedirler. Ancak bu paketle, krizin yükünün bir bölümü daha sırtlarına yıkılan işçilerin, emekçilerin temsilcilerinin sesleri nefesleri çıkmamaktadır.
Burada bahsi geçen, paketten hoşnutsuzluk ifade eden ya da “işsizlikten kaygılıyız” diyen yorum açıklamaları değildir. Burada sözü edilen; savundukları emekçi kesimlerin dertlerini, onların acılarını ve içine sürüklendikleri sefil durumu ifade eden, onların tercümanı olan sesin yükseltilmesidir. Dahası, bu sesi, sendikalar ve emek örgütlerinin birleştirdiği (önderlik ettiği) yığınların harekete geçirilmesiyle, maddi bir güce dönüştüren tepkidir.
Nerededir konfederasyonlar, sendikalar, anlı şanlı emek örgütleri?
Daha birkaç hafta önce İstanbul’da yüz bin kişiyi toplayıp; “Bu bir başlangıçtır. Birliğimizi koruyacağız ve mücadeleye devam edeceğiz” diyenler nerededir?
Sermaye cenahı; patron örgütleriyle, hükümetleriyle, partileriyle her gün kendi taleplerini dillendirirken, emeğin temsilcisi olarak çeşitli makamlarda oturanlar, nasıl bu kadar sessiz olabilir? Kendi ilan ettiğiniz talepleri yinelemenizin tam zamanı değil mi?
Söylemeleri gerekeni şimdi, hükümetin böylesi açıkça sınıf tutumu takındığı bir zamanda söylemeyenler, kendi temsil iddiasında oldukları sınıfın tutumunu ne zaman göstereceklerdir?
Açıktır ki burada sözümüz, birer birer kişilere ya da kurumlara değildir. Bu sessizliğin, tepkisizliğin arkasında büyük ölçüde, sınıfın ileri güçleri diye tarif edeceğimiz sendika ve emek örgütü yöneticilerinin ortak bir mücadele stratejisi etrafında birleşmemiş olması vardır. Ama şu da bir gerçektir ki; birer birer de olsa sendikalar ve emek örgütleri, böyle zamanlarda tüm sınıf adına çıkıp tutum alma cesaretini gösteremezse, bir ortak stratejide nasıl birleşilebilir?
İ. Sabri Durmaz

Evrensel'i Takip Et