18 Mart 2009 01:00

UFUK


Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’a ait olduğu öne sürülen günlükler, dün birçok gazetenin ya manşetindeydi, ya da birinci sayfalarda önemli yerlerden görülmüş ve içeride de tam sayfa olarak yayımlanmıştı.
Ergenekon iddianamesine dair ayrıntıların bugüne kadar hükümete yakın gazeteler aracılığıyla sızdırıldığı biliniyor. Bu kez öyle yapılmadı. Söz konusu günlükler bu kez, AKP Hükümeti ile bu dönemde ciddi bir polemik halinde olan Doğan Grubu’na ait “www.tempo24.com.tr” adlı internet sitesi aracılığıyla gündeme getirildi. Görüldüğü kadarıyla da gazeteler, bu siteden kopyaladıkları bilgileri, en önemli buldukları noktalardan tutarak haberleştirdiler.
‘Sızdırma’ işleminin bu kez Doğan Grubu’na ait bir siteden yapılmasında, daha önce hükümete yakın medya grupları aracılığıyla sızdırılan haberlere karşı biriken kuşkuyu hesaba katarak, bilgileri daha güvenilir kılma amacı rol oynamış olabilir.
İşin hesap kitap kısmına dair bu küçük parantezden sonra, şunu da vurgulamak gerekiyor ki hukuk, bir kişiye yöneltilen suçlama ne olursa olsun, o kişinin, bu suçlamalar kanıtlanarak mahkum oluncaya kadar masum olduğunu söyler.
Balbay’a ait olduğu öne sürülen bu günlüklerde geçen bilgilere de bu kaydı koyarak yaklaşacağız. Ama yaklaşacağız, yaklaşmak zorundayız!
Aksi yöndeki tutumların, Türkiye’deki resmi kurumsal refleksten bir farkı olamaz. Türkiye’de resmi kurumsal refleksler, genellikle kendi içlerinden olanı koruma üzerine kuruludur. Polis teşkilatının, polisin yaptığı bir işkence olayı karşısındaki ilk refleksi; mümkünse olayı örtmek, örtülemiyorsa, bu kez ya yalan olduğunu öne sürmek ya da olay ayan beyan ortaya çıkmışsa, bu durumda da münferit olduğunu öne sürerek geçiştirmek. Yani savunmak!..
Aynı refleksi, yıllardır gündeme gelen JİTEM’e ait iddialar karşısında, TSK’nın böyle bir kurum olmadığını öne sürmesinde de görebiliriz.
Şimdi Balbay’a ait olduğu öne sürülen günlükler karşısında, basın meslek örgütlerimiz ve daha genel anlamda meslek camiası, ciddi bir sınavla karşı karşıya. “Ergenekon zaten AKP’nin ilericileri, muhalefeti tasfiye etme girişimi” diyerek, bu günlükleri görmezden gelmek, doğruluk ihtimali karşısında gazetecilik mesleğini, o mesleği icra edenleri, bu meslekten ekmek yiyenleri ciddi bir zan altına sokmayacak mıdır?
Bir gazeteci, iktidardaki hükümeti politik olarak benimsemese de, ona karşı bir darbe tezgahını içeren toplantıların, çeşitli türden icraatların içine girebilir mi? Balbay’ın imzasını taşıyan ve 23 Mayıs 2003 günü Cumhuriyet gazetesinin manşetten yayımladığı “Genç subaylar tedirgin” haberinden sonra, şu an Ergenekon sanığı olan Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un kendisini arayarak tebrik etmesi, ayrıca Kara Kuvvetleri eski Komutanı Atilla Ateş’in de yine kendisini arayıp ‘Görevini yaptın’ diyerek tebrik etmesi, neyin ifadesi olarak yorumlanacaktır?
Balbay’ın günlüklerinde, Şener Eruygur’un, bazı gazetecilerle yaptığı toplantıda, o toplantıya katılan gazetecilerden bazılarını askeri hükümete karşı aktif tavır almaları yönünde kışkırtması, ‘İlk hareket 40-60 gün içinde’ diye ifade edilenler nereye konulacaktır?
Söz konusu toplantıya katılan bütün gazeteciler, açıktır ki darbeye yardım ve yataklık etmişlerdir.
Darbeyi ısındıran haberler yapan ve bunu yaparken de darbe tezgahı içindeki generallerle sıkı fıkı olan bir gazetecinin bu gayretkeşliği, mesleki etik açısından tolere edilebilir mi?
Darbe mihmandarlığı ile gazetecilik arasındaki derin farkı, girdiği derin ilişkilerle silikleştirenlere sessiz kalan da, bir ucundan bu değersizleştirme, silikleştirme eylemine ortak olacaktır. Eğer bu günlüklerin gerçek değil de daha önce örnekleri görüldüğü gibi bir ‘andıç’ ürünü olduğu ortaya çıkarsa, elbette ki bu durumda Balbay’ı iç rahatlığıyla savunabiliriz. Aksi durumda bizim tutumumuz, darbe mihmandarlığına karşı gazeteciliği savunmak şeklinde olacaktır.
FATİH POLAT

Evrensel'i Takip Et