22 Mart 2009 00:00

Söyleyebilmek

Nâzım Hikmet, söz Mehmet Akif Ersoy’dan açılınca “Akif inanmış adamdır” der, “Dürüsttür. Namus adamıdır.” İncitmez, kötülemez, dahası kötülemek için başlayacak sözleri düğümler…

Paylaş

Nâzım Hikmet, söz Mehmet Akif Ersoy’dan açılınca “Akif inanmış adamdır” der, “Dürüsttür. Namus adamıdır.” İncitmez, kötülemez, dahası kötülemek için başlayacak sözleri düğümler… Tepeden tırnağa ters bir şiir ve dünya düşünüşüne sahiptirler oysa ki… Ama sözcüklerin de adalete gereksinmesi vardır, söyleyenin de…
Ben çok uzun yıllar Can Yücel’le hem çalıştım, hem yedim içtim, dolaştım… 1977 ya da 78’de tanıdım Can Babayı. 12 Eylül’den sonra Gerçek dergisinde, Evrensel Kültür’de, Evrensel gazetesinde birlikte çalıştık…
Can Yücel Türkiye’nin önemli siyasi liderlerinden biri olan Bülent Ecevit’le Avrupa’da okurken ev arkadaşlığı yapmıştır. Can’dandır… Geçenlerde Bülent Bey için yazdıklarına, bulabildiğim oranda yeniden baktım; öyle içten seviyor ve öyle adalet duygusuyla eleştiriyor ki, insan “keşke” diyor, Ecevit bu yazıları okumuş olsaydı… Belki değişirdi.
Can Yücel, 1960’lı yıllardan ölene dek değişik gazetelerde, dergilerde yazdı.
Bu yazılarda Necmettin Erbakan çok kez geçmektedir… “Yerebakan” der Erbakan’a iki sözcükten isim yaparak. “Meşhedi [Cafer]”; abartıcı… “Zambakan” der. Ancak Erbakan’ı parlamentodaki rakipleriyle kıyaslamaya geldiğinde sıra, öyle dobra dobra konuşmuş ki bir solcu olarak şaşmamak elde değil.Sabırla okuyun derim:
“Erbakan gayriciddiymiş! Sanki Süleyman ve Türkeş beyler pek ağırbaşlı da!.. Erbakan’a güven olmazmış! Şu siyasal ortamda, partisine “Güven” adı verenlere bile güven caiz değilken, bu denli kılı kırk yarmacaların irapta yeri olmadığı ortada.
Hiç değilse Erbakan, iflahımızı tüketici tüketim sanayine karşı çıkıp ağır sanayi davasına sarılarak; yurdumuzu haraca kesen tekelci kapitalizme ayak direyerek, bize yar olmadığı ayan-beyan olmuş Batı dünyasına körü körüne bağlılığı yad (uzak) sayarak, demokratik hakların genişletilmesinden yana çıkarak; küçük burjuva demokratizminde, belki de Halk Partisi’nden de tutarlı bir doğrultu izleyerek, bütün sululuklarına karşın, ister-istemez ciddiye alınması gereken bir lider...
Burjuva basınının ardı sıra çaldığı teflerle defedilecek bir kişi değil.
Üstelik, Cumhuriyet’ten bu yana, sağ kanatta yeni bir ideoloji aranmasına içtenlikle girişmiş olan tek akımın başını çekiyor...”
Sonra kadim arkadaşıyla kıyaslayarak sürdürüyor sözü:
“Ecevit’in halktan ayrı düşmüş bir düzen anlayışı yerine, halkla kaynaşmayı benimseyişinin MSP ile koalisyon tarihlerine rastlayışı boşuna değil.”
Ve noktayı koyuyor:
“CHP’nin en olmadık müstehcenlikteki kombinezonlara bile, Düzeni (!) kurtarma adına, girmekten çekinmezken, MSP koalisyonu seçeneğini yok sayışı, gidişindeki hiç de hayırlı olmayan belirtilerin en belirginidir...”
Bunlara itiraz edecek bir devrimci, bir siyaset bilimci, aklı başında bir adam çıkar mı bilmiyorum. Şimdiye dek çıkmadı.
***
Devrimci dünyanın iki ustasını izleyerek bugüne ilişkin söylenecek bir söz olduğunu düşündüğüm için yeniden anımsattım bunları…
Bir insandan söz edeceğim. Seçim zamanı olduğu için propaganda sananlar çıkacaktır. Değil. Amacım o değil. Kimseden, kimse için oy istemedim ömrümce, sanırım yaşamım boyunca da istemeyeceğim.
Yerel seçimler için herkes didişip duruyor. Eğer yerel seçimler biz devrimciler için sadece oy vermek işi değil de, aynı zamanda bir öğrenmek işiyse bu seçimin aktörlerine iyi bakmalıyız. Ben İstanbul’da yaşıyorum, bu kentte seçilmek isteyen pek çok aktör var. Anakent bakımından birkaç kişi öne çıkabiliyor… Topbaş, Kılıçdaroğlu, Bekaroğlu gibi…
CHP yıllardır savaş kışkırtıcılığı yaptı. Kılıçdaroğlu da partisi gibi barışa, kardeşliğe uzak duruyor… Tersini söyleyebileceğim bir şey yok ortada…
Öteki iki aday, Topbaş ve Bekaroğlu aynı dergahtan, geliyor… Ama dünyaya aynı bakmıyorlar. Değerleri farklı. Topbaş, bazı değerleri öyle kavradığı için olsa gerek, yaşadıklarının dürüstlük olduğunu sanıyor, sanırım inanıyor da…
Fakat Mehmet Bekaroğlu öyle değil…
Nâzım’ın Mehmet Akif Ersoy’a dediğini hiç gözümü kırpmadan Bekaroğlu için söyleyebilirim: İnanmış adamdır. Dürüsttür. Namus adamıdır.
Ben komünistim, o dindardır. Ama işte söyleyebilmek; Can Yücel’in o muazzam deyişiyle “kelimelere adaletli davranmak gerek…”
Bunları konuştuğum pek çok devrimci arkadaşım. “Bunlar muhalefetteyken böyledir” dedi. Fakat ben dönüp Bekaroğlu’nun milletvekilliği yıllarına yeniden baktım. Bir adam iktidardayken dürüst, insancıl kalabilmişse korkmak o adamdan, çekinmek yersizdir…
Oluşumunda büyük çaba gösterdiği “Doğu Konferansı” örneği var ortada ve “Doğudan dergisi…” Akılla yürünecek yerde başka akılların yanına gitmekten hiç yüksünmemiş. Türkiye’nin ve yakın etrafındaki ülkelerin komünistleriyle, bilim adamlarıyla, kanaat önderleriyle iş yapmak küçümsenecek şey değildir.

Bekaroğlu, İstanbul’un Tuzla cehenneminde söyledi ilk sözünü:
“Siz işçi öldürmesini gayet iyi biliyorsunuz Başbakan! Kazanç hırsıyla!”
Kürde her şeyiyle, olanca özgürlüğüyle Kürt demek, emek hakkını savunmak ve benim için her şeyden önemlisi sağcısına solcusuna bakmadan bütün darbeleri vicdanda mahkum etmek. Ve, ve bunlarda sahici, namuslu olmak…
Budur yazımıza sebep…
***
Dindarlık bir suç olmadığından Bekaroğlu için, diyemem ki kabahati dindarlık. Kötü olan pazara sürmektir dini; dine sığınıp soymak insanı, can yakmak, insan yakmak, canileşmek... Bekaroğlu, mensubu olduğu Saadet Partisi’nde, o gelenekte bunu yapan pek çok insandan belli ki bu bakımdan da ayrı…
***Bunları yazarken sevgideğer Önder Çakar’ın senaryosunu yazdığı ve sevgili Özer Kızıltan’ın yönettiği Takva geldi aklıma, kendi safında, dünya görüşünde tutarlı olmak, nasıl da zor. Metanın fetiş karakteri, tüketimin tuzakları, zorbalıklar, güce tapınmalar nasıl da zorluyor insanı…
Burada düzgün durmasıdır Bekaroğlu’nun, hiç karşılaşmadığımız halde gösterdiğimiz içtenliğe sebep…
Oturdum İstanbul’a ilişkin programını da inceledim… Kıyasıya eleştirim de var, çok beğendiğim maddeler de… Ama 29 Mart vesilesiyle yazılmış neredeyse bütün programlardan üstün. Bu nedenle derim ki; yararlıdır tutarlı, çalışkan, açık insanlara bakmak, düşünmek, yeniden üretmek. Marx’ın doğruyu süzme yollarından biri de sanırım budur.
Cesaretin birikimiyle tartmak, damıtmak, öğrenmek, yürümek...
Barış seçiminiz olsun…
Göğe bakma durağı - Tevfik Taş
ÖNCEKİ HABER

Benim de sesim var

SONRAKİ HABER

Bana bir Picasso gerek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa