27 Mart 2009 01:00
Gülün Bağdat seferi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Irakı ziyaret etti. Medya ve resmi kulislerin vermek istedikleri havaya bakılırsa, Gül adeta Bağdat Seferi düzenlemiş; neredeyse İkinci Kanuni Sultan Süleyman konumunda gittiği seferi başarıyla sonuçlandırmıştır. Bu yansıtma biçimi, bir yandan Cumhurbaşkanının seçim ortamından etkilendiğine işaret etmektedir. Diğer yandan Gül, sanki eski parti arkadaşı Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın misyonunu, açılımını ve vaatlerini tamamlayan bir ziyaret gerçekleştirmiştir.
Bir kere, Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğanın iki ayrı koldan, iki farklı noktadan dış politika yürüttüklerini görmekte yarar var. Gözlemleyebildiğim kadarıyla, Gül ekolü, Anglo-Sakson ve Suudi Arabistan politikalarıyla daha uyumludur. Dolayısıyla Batı siyasetlerine yarayacak zemini hazırlama konusunda Erdoğandan daha atak davranmaktadır.
Medya, Gülün ziyaretini iki noktaya kilitledi. 1) Sanki sadece PKK meselesinin çözümü için gidilmiş; 2) Sanki Türkiye, kendi inisiyatifiyle Iraktaki ekonomik, askeri, siyasi ve yönetim boşluğunu doldurma yolunda hamle yapmış!
İki noktanın varlığına rağmen ziyareti bundan ibaret değildir. Gül ve Erdoğan ikilisinin son dönemlerde Ortadoğu, Arap-İslam dünyasında başlattıkları diplomatik faaliyetlerin hemen tümü ABD ve AB desteklidir. ABD Başkanı Obamanın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) yerine, Büyük Orta Asya Projesinin ön hazırlığı gibidir. Irak Kürdistanı ile ilişkilerin geliştirilmesi ve PKK sorununun halletme fikri de bu çerçevede algılanabilir. Gülün ziyaret sırasında Kürdistan Yönetimi ibaresini kullanması, ülkeye döndükten sonra bunu inkar yahut tevil etmesi, bu mahcup ve örtülü politikanın bir ürünüdür.
Peki, nedir Obamanın Iraka ilişkin yeni politikası?
ABD askerlerinin büyük bölümünün geri çekilmesi; belli birliklerin Irakta kışla veya üslerde konuşlandırılması. Güvenlik yani asayiş olaylarının Iraklı kolluk kuvvetlerine bırakılması. Kürtlere eskisi kadar yüz ve taviz verilmemesi; bunun yerine merkezi Irak hükümetinin desteklenmesi. Irak ve Şiiler konusunda İran ile pazarlık yapılması. İran ile anlaşma olmadığı taktirde, Türkiyenin alternatif olarak devreye sokulması. Irakın, Orta Asyaya açılmak için bir üs/sıçrama tahtası olarak kullanılması. Iraktaki enerji hatlarının, Kafkasya ve Orta Asyadaki hatlarla bağlantılı hale getirilmesi.
Bu tür ayrıntılı senaryolar için iki şey esastır: Bir, merkezi devlet. İki, eldeki mevzileri koruyabilecek güçlü bir silahlı kuvvet. Türkiye, bu nedenden ötürü ABDnin gözünde yeniden önem kazandı. Ankara, merkezi olarak güçlü bir ulus-devlete sahiptir; diğer yandan genelde Irak, özelde Kürtler Türkiyenin himayesinde olmalılar.
Bu çerçeveden bakılırsa, hem ABDnin hem de Türkiyenin Kürt sorununu, özellikle PKK meselesini bir biçimde halletmeye ihtiyaçları vardır. Dikkat edilirse çözmek değil, halletmek deyimini kullanıyorum. Uzak olmayan bir gelecekte Kürt meselesinde yeni açılımlar olabilir. Ancak bu, köklü bir yöntem değişikliği anlamına gelmeyebilir. Daha doğrusu Kürt meselesine yaklaşımda temel anlayış ve zihniyette radikal bir değişim beklememek gerekir. AKP anlayışının çizgisi bellidir: Öncelikle Kürt sorununu Kürtler olmadan, onlara rağmen ve onlar adına çözmek yaklaşımı söz konusudur. Bu tepeden inmecilik ve tek yanlı bakış açısı, TRT Şeşin kuruluş ve işleyişine de yansıdığı için büyük sorunlar çıkmıştır. İkinci olarak, siyasi aktörleri soruna dahil etmeyen hatta onları anında ve acilen tasfiye etmeyi öngören bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu tasfiye süreci Kandilden başlatılıp Diyarbakır, Batman, Van, Bitlis, Hakkari ve Ankarada sonlandırılmak isteniyor. Deyim yerindeyse DTPnin altının boşaltılıp AKP hanesine yazılacak tarzda bir tasfiyenin ipuçları vardır. Bunun da kimseye hayrı olacağını sanmıyorum.
Celal Talabaninin PKK örgütüne rest çekmesi diplomatik bir manevra değilse eğer, ciddi kaosun ön işaretidir. Hem Irak Kürdistan bölgesinde hem Türkiyede Kürtlerin yaşadığı coğrafyada bir kargaşanın, bir trajedinin habercisi sayılır ki, şimdiden Türkiyeli Kürtler arasında huzursuzluk ve endişeye yol açmıştır. Kürtlere göre; pragmatik anlayışıyla Türkiyeli kardeşlerinin çıkarlarını, Türkiye-Kürt Federe Bölgesi ilişkilerine feda etme yolunu seçmiştir.
Sanırım işin özü esası, nisan yahut mayıs ayında toplanması düşünülen Kürt Konferansında ortaya çıkacaktır.
FAİK BULUT - Araştırmacı-Yazar
Evrensel'i Takip Et