29 Mart 2009 00:00

Emre Kınay: Devlet tefecilik yapar mı?

Bu salonlar ne kadar çok dolarsa seçim sandıklarında o kadar az kandırılacaklar. Ben onlara ne kadar “Küçük Burjuvalar” oynayabilirsem, Gorki, Aziz Nesin… Daha ileri gideyim hadi, öbür tarafı da söyleyeyim; Necip Fazıl…

Paylaş

Bazı oyuncular televizyona ya da sinemaya kapağı atmak için tiyatroculuğu kartvizit gibi ceplerinde taşır ya hani... “Uzun yıllar tiyatro yaptı” diye anılırlar, “tiyatro kökenli” falan, ya da “televizyon işlerine ara verebilsem yine tiyatro yapmak istiyorum” gibi şeyler söylerler zaman zaman, “Tiyatronun tadı başka” derler sık sık… Emre Kınay gibileri de var Allaha şükür. Sinema ve televizyonu küçümsediğimden değil ama “delikanlı” olunsun azcık diye söylüyorum. Tiyatro provaları için oynadığı televizyon dizisinin çekimlerini aksattığını duymuştum Emre Kınay’ın. Şahane değil mi? “Her şey tiyatro için” diyen militanlardan kendisi anlayacağınız. Öyle olunca iddiaları da büyük, dertleri de. Bir dokundum bin ah işittim, kulak vermekte fayda var kanımca…

Tiyatrodan başlayalım diye düşünüyorum. Duru Tiyatro’yu kuralı 4 sene oldu. Böylesi bir zamanda tiyatro kurmak bayağı şövalyelik öyle değil mi? Ne tür bir inançla yapılır bu şövalyelik?
Duygusal bir cevap olacak ama hayatımda sadece tiyatro hiç terk etmedi beni. En zor zamanında bile bir oyun okuduğumda, başka bir uzama geçtim. Ben kendimde tiyatroyu hissedenlerden değilim, kendimi içinde iyi hissettiğim yer tiyatro. Yatak odamdan sonra en rahat ettiğim yer kulisim. Tiyatro Duru’yu açtığımızda kızım Duru henüz bir buçuk yaşındaydı. Zor ayakta duruyoruz ama memnunum. Baksana, insanlar gelip gidiyorlar, oyun konuşuyoruz, çalışıyoruz… Memnunum ama tabii ki genel gidişat pek parlak değil.

Duru, bilinen, takip edilen bir tiyatro haline geldi…
Evet, biraz repertuvar tiyatrosu olarak da bilinmek istiyoruz aslında. Bir tarzın, bir türün tiyatrosu değil de; her şeyi oynayan, kendince dili olan, yeniliklere, gençlere kapısı açık bir tiyatro hayalimiz vardı, ona doğru gidiyoruz. Bundan sonra ayakları daha yere basan, sağlam projeler yapmamız gerek. Bütün oyunları Duru Tiyatro biçimiyle yorumlayacağız, oyunculuk malzemesine ağırlık vermek suretiyle. Mümkün olduğunca Türkiye’de ilk defa oynanan oyunları tercih edeceğiz. Klasikleri de Duruca yorumlayacağız.

Özellikle ‘Bana Bir Picasso Lazım’ geçen sene 8 ödül aldı…
Kara Sohbet de ödül almıştı ondan önce Afife Jale’de, gerçi oyun değil biz oyuncular aldı ama… İkinci yılında en iyi ödüllerle ödüllendirilen başka tiyatro bilmiyorum. Bir sezonda 4 oyun oynayan özel tiyatro da duymadım Cumhuriyet tarihinde. Şah Mat, İnteraktif Tiyatro, Picasso, Aşk Her Yerde... İki oyun daha çıkartacağız. Sezonda altı tane oyun çıkartan bir tiyatro haline gelmeye çabalıyoruz. Seyircinin 2 saat boyunca eğlenip gideceği oyun da yapıyoruz, oyun bittikten sonra 5 dakika salonda oturup düşündüğü oyun da yapıyoruz.

‘Devlet tiyatro biletinden vergiyi kaldırsın’ Özel bir tiyatronun ayakta kalmayı başarması çok zor, değil mi?
Picasso’yu 70 kişilik salonda oynuyoruz, 50 liraya bilet satsan yine zarar eder. Tiyatro çok masraflı bir iş. Komik şeyler söyleyeyim; devletin sahnele-rine belki devletten aldığımız desteğin neredeyse iki katı paralar ödemişiz. Ege Üniversitesi’nin salonunda oynadık. 3500 lira salon kirası ödemişiz iki oyuna. Ne manası kaldı? Ben bir turne yaptığımda 35 bin lira, düşün. Devlet ne destek vermiş? Bu sene 28 bin lira, geçen sene 22 bin lira.
Ben devletin desteğini hak eden bir özel tiyatroysam, bana bunu sadece tebliğ etsin, elime de bir belge versin, ben o belgeyle devlet tiyatrosunun salonunu alayım. Ben şimdi oradan alıyorum oraya ödüyorum.

Neredeyse devlete rağmen tiyatro yapılmaya çalışılıyor yani…
Evet. Devamlı söylüyorum, hocalarımdan da destek bekliyorum; ne olur devlet şu biletin üzerindeki vergiyi, KDV, ÖTV, FFV, her ne V ise hepsini kaldırsın. Biz 8 ile 14 lira arası değişen rakamlarda bilet satalım. Ben bir şey beklemiyorum ki devletten. Sadece vergilerini kaldırsın devlet. Gazanfer amca böyle dertli ölmeseydi keşke.

Ağzımdan aldın, özel tiyatrocuların devlete borçları bir kez daha gündeme geldi, üstelik böylesine trajik biçimde…
O borcun birikmişi sizin duyduğunuz. Faizle o hale geldi. Devlet tefecilik yapar mı ya! Soruyorum. Bu ülkenin sanatını bütün dünyada temsil eden adamlar böyle bir vicdanla yönetilebilir mi?

Adamcağız bu dünyadan göçüp gidince, “sileceğiz o borçları” deniyor. Buna ne diyorsun?
Ne olacak ki, çekti o çileyi. Silinsin tabii, Gönül abla rahat etsin.

Tiyatrocunun çilesi ölünce biter oluyor o zaman…
Öyle ama, bu salonlar ne kadar çok dolarsa seçim sandıklarında o kadar az kandırılacaklar. Ben onlara ne kadar “Küçük Burjuvalar” oynayabilirsem, Gorki, Aziz Nesin… Daha ileri gideyim hadi, öbür tarafı da söyleyeyim; Necip Fazıl… Bedri Rahmi uyarlamaları oynarsam… Shakespeare oynarsam onlar o kadar az kandırılacaklar. O yüzden buranın yolunu açmak lazım. Ben insanlara mesaj veren bir tiyatro yaratmaktan yana deği-lim, postane değil burası ama insanların baktıklarında kendileriyle özdeşleştirecekleri bir birey seçmeli, kendilerini yansılayan bir tiyatro yapmalı. O zaman, “dur bir dakika, yalan söylüyorsun sen” diyecek. Şimdi çok az insan “dur bir dakika” diyor. Şimdi “az yiyen gelsin belediyeye” diyor. Böyle bir şey olabilir mi! “Bu zengin, bu yemez, o yüzden buna veriyorum” diyor. Ya da “o şimdi yiyeceği kadar yedi, ikinci döneminde yemez” diyor. Böyle bir anlayışla siyasetçiye oy verilirse, Allah korusun bu ülkenin sonunu.

Genel tavrınızdan anladığım; bu “halka adam olmaz” değil de iyi oyun çıkartırsak halk bal gibi gelir diye düşünüyorsunuz. Tiyatro karşısında “ağlak” bir durumunuz yok, öyle değil mi?
Yok tabii. Öyle düşünüyorum. İyi yaparsan geliyor. Bakın işte 70 kişilik salonda 20 kişiye oynadık, o yüzden zarardayız hâlâ, ama, bu sene dolu. Çünkü iyi bir şey kulaktan kulağa yaydı kendini. Ağlak değiliz evet, doğru söylüyorsun.

Kadıköy bir tiyatro merkezi olacak gibi, değil mi? Siz, Oyun Atölyesi, Caddebostan Kültür Merkezi…
Evet şimdi bir yer daha açılıyor. İstanbul Halk Sahnesi de buralarda bir salon açacakmış. Macide Tanır Sahnesi açılıyor. Şu anda Broadway olma yo-lunda ilerliyor Moda. Süreyya Operası burada. 6-7 sahne var Moda Yarımadası’nda. Beyoğlu’nda her şey var, burası daha keyifli, daha sakin.

‘Bal tutan parmağını yalamamalı’
Tiyatrodan vazgeçmeksizin televizyon dizilerinde de rol alıyorsun…
Ben televizyonda çalışmayı seviyorum fakat geleceği göremiyorsun. Biz ti-yatroya, kanalların dizilere baktığı gibi baksak, oyunları seksen defa kaldırmamız gerekirdi. Üç haftada dizi kaldırılıyor. Bir dizi de tiyatrodan daha az emekle çıkmıyor ki. Televizyona boşuna kızıyoruz sonuçta televizyonun ne için kurulduğu belli, reklam alacak para kazanacak. Nankörlük etmenin de anlamı yok. Bir gün birileri “dizileri kaldırıyoruz” dediğinde hepimiz sürüneceğiz yine. Asıl biz kendimize bakmalıyız, oyuncular olarak savunmasızız. Senin 10 liraya yapmayacağın işi 50 kuruşa yapacak 500 adam sırada bekliyor. Kimseyi bağlayan bir meslek grubu yok, sendika yok. “Şu kadarın altında çalışamazsın” diyen bir oda yok. Bir araya gelme niyeti var mı yok, yasa var mı yok. İyi paralara çalışıyoruz ama ben yaşlılığımda ne olacağımı bilmiyorum ki. Hayatın hiçbir alanından farklı değil televizyon. Kahveden kamyonla adam toplamanın daha kalbur üstüsü.

<>Tiyatroların yıkıldığı bir kent kültür başkenti olacak, nasıl olacak sence…
Rezillik olacak, bir seçici kurul var, onlar kime yakınsa onlara proje paslı-yor. Türkiye’de her zaman olduğu gibi. Bunu ispat edemem ama bu gün gibi aşikar, hepimiz biliyoruz. Eleştirme hakkını kaybetmemek için eleştirilecek bir işte olmayacaksın. Ben Ali Poyrazoğlu’yla tiyatrolara ödenek zamanı tartışırken, Ali bana bir televizyon programında; “Emre’cim sen de o kurulda olsaydın bana en yüksek desteği verirdin” demişti. Ben de ona; “Ben o kurulda olsaydım sana en büyük desteği verirdim, -çünkü sen çok iyi bir tiyatrocusun- ama ben kendime almazdım.” Aradaki farkı anlayabileceğini sanıyorum herkesin. Oy veren sen hamuduyla malı alan sen olamazsın. Bal tutanın parmağını yalamaması lazım değil mi?

“Gitmediğin yer senin nasıl vatanın oluyor arkadaş”
Çok büyük laflar söyleyen bir film olduğunu düşünmüyorum ama fotoğrafın bir tarafını gösterdi “Güneşi Gördüm”, sen nasıl buldun?
Ben de büyük laflar söylediğini düşünmüyorum. Bu kadarını söyleyebiliyoruz. Bir şey soracağım ama herkes dürüst olacak önce. Ablan tıpta okuyup çocuk ihtisası yaptığında, ya da kardeşin öğretmen olduğunda kendisi gönüllü gitmek istese bile, Bingöl’e veya Şırnak’a tayini çıktığında, göndermemek için araya 500 adam sokuyor musun bu ülkede? Sokmayan var mı? Engelleyemeyip gittiğinde ne oluyor; “nerde yaptı biliyor musun, Şırnak’ta, 2 yıl, inanamıyorum, muayenehane açmış, amme hizmeti yapıyor, 4 yıldır.” Ya da, turneye gitmiş tiyatro, “yahu nasıl gidersiniz Tunceli’ye oyuna!”… Hepimiz bunları yaşamıyor muyuz? Gitmediğin yer senin nasıl vatanın oluyor arkadaş. Bana biri bunu izah etsin. Gitmekten korktuğun, karını tek başına göndermekten çekindiğin, gezmekten korktuğun, askere giderken cesaretlendirmek için 500 kişiyle şehir çıkışına kadar uğurladığın, kendi ülkenin bir bölümüne gönderdiğin. Sorun yok nasıl dersin ya! Her evde sorun var. Benim de yeğenlerim askere gidecek şimdi, ödüm kopuyor. Çok azını söylüyoruz tabii, kepimiz çok korkuyoruz çünkü, ben de korkuyorum. Birbirimizden korkuyoruz. Canım çok acıyor, oraya gidince daha çok acıyor. Orada yaşadıklarım, halkla, devlet görevlileriyle konuştuklarım, bizim hiçbir şeyden haberimiz yok ki.

Mahsun Kırmızıgül’ü Yılmaz Güney’e benzetmen de doğru anlaşılmadı herhalde…
Mahsun Yılmaz’ın mirasçısıdır diyorum, evet mirasçısıdır. Kaç film toplumsal gerçekçi? Nuri Bilge’nin filmlerini de çok önemsiyorum, henüz Üç Maymun’u izlemedim ama aydının sancısı bir yere kadar artık, beni bir yere kadar ilgilendiriyor. Arkadaş filmini çok özledim ya. Sinemanın böyle şeylere ihtiyacı var artık ve bunlar para pulla ilgili değil. Yapmak istemekle ilgili.
Devrim Büyükacaroğlu
ÖNCEKİ HABER

‘Sondaj faaliyetini MTA yapsın’

SONRAKİ HABER

‘Kamerasız, jandarmasız ODTܒ

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...