5 Nisan 2009 00:00

BAŞYAZI


Dün; Türkiye’nin bir çok meydanında, “NATO’ya hayır”, “NATO dağıtılsın” haykırışlarına “Obama gelme” sloganları” eşlik etti. Çünkü, ABD Başkanı Barack Obama bu gece Türkiye’de olacak.
Son 40 yıldır; şöyle göğüslerini gere gere ABD başkanlarını karşılayıp, ABD’ye ölçüsüz övgüler dizemeyenler takımı, bu sefer rahat, telaşlı bir heyecan içinde bekliyorlar başkanlarını!
Olağan zamanlarda ABD aleyhine konuşmayı antiemperyalistliklerinin alameti farikası yapanlar bile Obama etrafında oluşturulan büyülü, “ezilenlerin sözcüsü”, “demokrasi ve özgürlük savunucusu başkan” yakıştırmalarından tırstıkları (ya da inanmaya başladıkları) için Obama hayranları korosuna katılmış bulunuyorlar. En azından ABD ve onu protesto etmeye, Bush ya da diğer ABD başkanlarına karşı yaptıkları kadar hevesli davranmıyorlar.
Evet; Obama Türkiye’ye ABD’li siyahların bir sözcüsü, bir insan hakları savunucusu, Amerikalı siyah bir avukat olarak gelseydi; herhalde herkes ona, “Türkiye’ye hoş geldin Bay Obama!” derdi; demesi de gerekirdi.
Ama Obama Türkiye’ye, Amerikalı sivil bir kişi olarak değil; ABD’nin Başkanı olarak gelmektedir. Dolayısıyla onun kişiliğini belirleyen; iki çocuklu, siyahi bir kadınla evli entelektüel, bir siyahi Amerikalı olması değil; ABD emperyalizminin çıkarlarının en baş sözcüsü olmasıdır.
Sıfatı bu olunca da; ABD Başkanı olarak değil, Obama gibi “çakma” bir demokrasi ve özgürlük yandaşı, Martin Luter King gelse; “Evine dön ey Amerikalı!” tepkisini hak ederdi.
En azından Hillary Clinton’un Türkiye’ye gelip gitmesinden beri biliyoruz ki; Obama Türkiye’ye, “Nasılsınız iyi misiniz, Türkiyeli dostlarım” demek için gelmiyor. Tersine çok önemli istekleri var. Bu istekleri şöyle sıralayabiliriz:
1-) Irak’tan çekilecek olan Amerikan ordusunun ağır mühimmat ve askerlerinin çekilişinin Türkiye üstünden yapılması; bu amaçla bir kararname çıkarılması; ABD’nin çekilişinden sonra da Irak’ın sürekli kontrol altında tutulması için Türkiye’nin doğusunda yeni ABD üssü, İskenderun, Mersin deniz üsleri yanı sıra Trabzon’da da bir üs.
2-) Türkiye’nin Irak’tan doğacak boşlukta, ABD’nin kimi pis işlerini yapmak için görev üstlenmesi; Türkiye’nin, Ön Asya, Ortadoğu ve Kafkasya’da ABD ile aynı politikayı izlemesi.
3-) Türkiye’nin, Afganistan’da muharip görevler dahil yükümlülüklerini artırması.
4-) Türkiye’nin NATO’ya yönelik yükümlülüklerini ABD’nin ihtiyaç duyduğu düzeye çıkarması.
Elbette Türkiye’yi yönetenlerin de Obama’dan beklentileri vardır. Bu beklentiler şöyle sıralanabilir:
1-) Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu ve AB’ye tam üyelik konusunda ABD’den tam destek.
2-) PKK’nin tasfiyesi ve Kürt sorununun Türkiye’nin egemenlerinin istediği çerçevede “çözümü” için destek sağlanması.
3-) Irak’ın yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin isteklerinin (Kerkük sorunu ve Irak’ta Kürtlerin dizginlenmesi, Türkiye’ye Irak’ın yağmasından pay verilmesi) dikkate alınması.
4-) Ortadoğu, Kafkasya ve Ön Asya’daki mevzilenmede Türkiye’nin isteklerinin de dikkate alınması.
İşte karşılıklı istekler ve beklentiler bunlardır ve öyle görünmektedir ki; kimi konularda ayrıntıda soru işaretleri olsa da genel yaklaşımda, Amerikancı takımına; “tarihsel bir yakınlaşma”, “eski günlere geri dönen bir stratejik ittifak”, “büyük ve ebedi dost ABD” çığlıkları attıracak bir uzlaşma çizgisine gelinmiştir.
Karşılıklı istekler; basına yansıyan kadarıyla bile ürkütücüdür. Ve ABD, krizden de yararlanarak dünyayı yeniden inşa etmede Türkiye’yi tam bir “bölge taşeronu” olarak kullanmak (kendileri buna “bölgesel liderlik” diyor) istemektedir. Ve Türkiye’yi yönetenlerin istek ve beklentileri de ABD’nin vermek istediği yükümlüklerle pek uyumludur.
Eğer aynı isteklerle Bush Türkiye’ye geliyor olsaydı; yer yerinden oynardı.
İşte; Obama bu fark için ABD’nin başındadır.
“Şerlerin en kötüsü ehveni şerdir” diyenler herhalde doğru söylemişler. Hele bu “ehveni şer” emperyalizmin en başı ABD’nin en başı ise!
İHSAN ÇARALAN

Evrensel'i Takip Et