05 Nisan 2009 00:00
MERCEK
Londrada toplanan dünyanın en gelişmiş ve gelişmekte diğerlerinden önde olan ilk yirmi ülkesinin hükümet ve devlet başkanları, dünya kapitalizminin derinleşen krizini atlatmak için, 1.1 trilyon dolarlık yeni bir paket açıkladılar. Bu paketin, özellikle gelişmekte olan ülkelere yaradığı ileri sürülüyor.
Londrada toplanan dünyanın en gelişmiş ve gelişmekte diğerlerinden önde olan ilk yirmi ülkesinin hükümet ve devlet başkanları, dünya kapitalizminin derinleşen krizini atlatmak için, 1.1 trilyon dolarlık yeni bir paket açıkladılar. Bu paketin, özellikle gelişmekte olan ülkelere yaradığı ileri sürülüyor.
Bugüne kadar ABD, Japonya, ABnin Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya gibi ülkeleri başta olmak üzere kapitalist ülkelerin her birinde, hükümetler bankaların ve tekel işletmelerinin kurtarılması için çeşitli paketler açıkladılar. Bazı kaynaklara göre seferber edilen para miktarı 8-12 trilyon doları buluyor. Bu kez, 20si bir arada küresel müdahalede bulunuyorlar. Amacın, öncesinden de ilan edildiği üzere, kriz hasarının ortadan kaldırılması için ne gerekiyorsa yapılması olduğu açıklandı. Müdahale kapsamında IMF kaynakları 750 milyar dolara çıkarıldı. Böylece IMF, Türkiyenin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine müdahale programlarını daha rahat uygulayabilecek. Zirve kararlarına ABD, İngiltere, Almanya ve Fransanın önem verdiği talepler renk verdi ve yükün bağımlı ülkelere aktarılması için yolun daha fazla açılması önlemlerden biri olarak gündeme getirildi. Göstergelerden biri, Londrada bulunan Başbakan Erdoğanın, IMF Başkanı Dominique Strauss Kahn ile doğrudan görüşmelere yeniden başlamak üzere anlaşmalarıydı. Zirve ile bağı kurulabilecek bir diğer açıklama, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon tarafından yapıldı. Ban Ki-moon, Artan sosyal huzursuzluğun, büyük bir siyasi krize yol açmasından, güçsüzleşen hükümetlerin ve liderleri ile geleceklerine dair umutlarını kaybetmiş kızgın halkların ortaya çıkmasından.. endişe ettiğini, yoksul ülkelerin krizden tehlikeli bir hızla etkilendiğini, ve eğer dünya genelinde bir iyileşme sağlanamazsa,insanlığın gelişimi noktasında korkunç bir felaketle karşılaşma tehlikesinin doğmasından ve bazı devletlerin sonunun gelmesinden korktuğunu söyledi.
Kriz ve önlemler gündemi daha çok meşgul edecek, bu kaçınılmaz. Kapitalist krizin rekabetin, kâr için pazarları denetleme ve pazarlara daha fazla mal sürümünün, aşırı meta üreteminin ürünü olması, önlemler alınırken de etkisini gösteriyor. Zirvelerdeki kararlar ne olursa olsun emperyalistlerin kendi çıkarlarını esas almalarını sağlıyor. Ancak, kapitalizmin kâr için meta üretimi sistemi olarak varlığı koşullarında krizlerin kaçınılmazlığı, onların ebediyen sürecekleri ya da bir kez görüldüklerinde kapitalizmin sonunu getirecekleri anlamına da gelmiyor. Ya, Ban Ki-moonun endişe ile belirttiği, sömürülen ve ezilen kitlelerin sosyal-siyasal patlamalarıyla yeni süreçlere doğru evrilir ya da kapitalist yasaların işlemesine uygun olarak bir zaman aralığında ve yine yük emekçilerin sırtına yıkılarak aşılırlar. Kapitalist yöneticiler ekonomiye devlet müdahalesiyle ve zirvelerde açıklanan paketlerle bu sürecin burjuvazi lehine yaşanması için çaba gösteriyor, krizin sistemin temel işleyiş mekanizmalarını tahrip etmesinin önüne geçmeye çalışıyorlar. IMF ile anlaşmanın yeniden gündeme getirilmesi ve çalışma ve yaşam koşullarını ağırlaştıran uygulamaların hükümetçe artırılmasının nedeni de aynıdır.
***
Bu gelişmeler Türkiye işçi ve emekçilerini dolaysız etkiliyor. Seçim sonuçları ise, tüm yoksulluk ve yoksunluklarına rağmen, emekçilerin çok önemli bir kesiminin hala düzen partileri tarafından aldatılabildiklerini bir kez daha gösterdi. Milyonlarca emekçi, kendi çıkarlarının karşıtı politikaları savunan burjuva partilerine, kuşku yok ki iş ve aş derdi, insanca yaşama beklentisiyle destek veriyor. Bu partilerin sermaye çıkarlarını esas aldıkları ve emekçi düşmanı politikalara sahip oldukları kavrandığı oranda ve sermayeden bağımsız bir güç olma öz güveni kazanıldığında da, emekçiler kendi sınıf politikasına yönelebiliyorlar. Burada -sürecin kendiliğin nasıl geliştiği bir yana-, ileri işçi-emekçi kitlesi ve sınıf partisinin rolü devreye giriyor. Bu rol, önemi üzerine söylemle değil, pratik gerçekleştirilmesiyle anlam kazanıyor. Sürekli genişleyen, ana işçi havzalarında, işletmelerde ve emekçi semtlerinde güç-yaygınlık ve derinlik kazanan bir maddi büyüklüğe ulaştığı oranda umudu büyütme işlevi görebiliyor. Halk kitlelerinin baktığı, kendince irdelediği, değer biçip ya da mahkum ettiği bir nesnel durumdur bu. Kriz koşullarındaki işçi ve emekçilerin sermaye partilerine ve bizim cepheye ilgileri, birçok bağlantısı içinde çalışmamızın muhtevası ve yaygınlığı açısından da gerçek bir uyarıcıdır!
A. Cihan Soylu