05 Nisan 2009 00:00

Türkiye, NATO’nun ayak işlerini yapıyor

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlhan Uzgel’e, “Sovyetler Birliği dağıldı, NATO niye hala var?” ve “Türkiye’nin NATO’daki rolü nedir?” diye sorduk.

Paylaş

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlhan Uzgel’e, “Sovyetler Birliği dağıldı, NATO niye hala var?” ve “Türkiye’nin NATO’daki rolü nedir?” diye sorduk. NATO’nun ABD’nin dünya üzerinde hegemonya kurma aracı olduğunu söyleyen Uzgel, Türkiye’nin NATO’ya katılmasında, ülkedeki muhalefetin bastırılmak istenmesinin de payı olduğunu vurguladı. NATO-Türkiye ilişkilerine dair Doç. Dr. İlhan Uzgel’e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

NATO’nun kuruluş gerekçeleri neydi?
NATO’nun iki temel amacı vardı. Birincisi soğuk Savaşın başladığı sırada ABD’nin Avrupa’daki müttefiklerine koruma sağlamak, yani antikomunist bir ittifak oluşturmaktı. Bu, dünyaya deklare edilen amacıydı. İkinci ve en az ilki kadar önemli olan amacı da, ABD’nin Avrupalı müttefiklerini kontrol altında tutma amacıydı. Bu amaç daha az ve dolaylı olarak dile getirilir. ABD’nin dünyada en çok askeri üssü Almanya’dadır. Almanya’nın denetim altında tutulması, bir daha kapitalist sistem içinde derin çatlakların oluşmaması dünya kapitalizmi açısından önemliydi ve NATO bunun aracı olarak öne çıktı. Bu görevi aşağı yukarı 50 yıl sürdürdü. Yani NATO’nun görünen yönü Sovyetler Birliği’ne (SB) karşı hukuksal ve askeri olarak bir blok oluşturmaktı. Ama diğer yandan NATO, ABD’nin Avrupa üzerindeki en önemli hakimiyet aracı oldu. NATO’nun görünmeyen diğer ayağını gladyo denilen yapılanmalar oluşturdu. Bu da bir ucuyla bazı sol hareketleri denetim altında tutmanın araçlarını sağlarken, sistemle işbirliği yapmayan, yolundan çıkma ihtimali taşıyan siyasal iktidarlara karşı da enformel ve yasadışı mekanizmaların devreye sokulmasının altyapısını oluşturuyordu. Bu yapılanmalar yalnızca NATO üyesi ülkelerle sınırlı değildi. Mesela üyesi olmayan Avusturya ve İsveç gibi ülkelerde de NATO ve CIA aracılığıyla bu tür gladyo tipi yapılanmalara gidildiğini görüyoruz. Bundaki hedef aslında doğrudan SB değildi. Gladyo, batıdaki sol hareketlerin önünü kesmek, onları manipüle etmek, bazen parçalamak, sol hareketlerle işbirliği yapmak eğiliminde olan siyasetçileri tasfiye etmek için kullanılan bir araçtı. Bu örgütlenmeler farklı ülkelerde farklı işlevlere hizmet etti. Mesela solun güçlü olduğu, en azından bir işçi sınıfı direnişinin geliştiği İspanya, İtalya, Türkiye gibi ülkelerde gladyo örgütlenmeleri daha belirgin roller üstlendiler. İtalya’da hükümetleri yola getirmenin bir aracı olarak kullanıldıklarını biliyoruz. Yani NATO mekanizması, hem ABD’nin Avrupa üzerindeki hakimiyetini, hem de Avrupa hakim sınıflarının kendi konumlarını legal ya da illegal araçlarla devam ettirmesinin en önemli yöntemlerinden biriydi. Hakim sınıflar askeri yapılarını bu mekanizmanın içine entegre ediyorlardı. Bu da hem sorunların çözülmesi, hem de sistemin kendini yeniden üretmesinin koşullarını yarattı 50 yıl boyunca.

Sovyetler dağıldı ama NATO varlığını koruyor. Neden?
SB bitti. Fakat ABD, hakimiyetinin en önemli aracı olan NATO’yu asla bırakamazdı. Hatta bu amaçla soğuk savaş biter bitmez Balkanlardaki çatışmaları manipüle etmiştir. Örneğin NATO Boşnakları kurtarmıştır ama Bosna da NATO’yu kurtarmıştır. Çünkü “kapatılsın”, “Varşova Paktı yokken NATO neyi koruyor?” diyenler olmuştu. ABD’nin örneğin NATO aracılığıyla İtalya ve İngiltere’de meşrulaştırdığı askeri üsleri var. NATO ayrıca Avrupa Birliği’nin ayrı bir güvenlik yapılanması oluşturmasını denetim altında tutmasına yarıyor ABD’nin. Diğer yandan ABD ve Avrupa kapitalizmi bir tür süper kapitalist olarak çalışıyorlar. NATO Amerika ve Avrupa kapitalizminin ortak ihtiyaçlarına karşılık veriyor. Mesela kural olarak NATO genel sekreteri her zaman bir Avrupalıdır, NATO askeri komutanı ise Amerikalı. Böyle bir işbölümü içindeler. Bundan niye vazgeçsinler. Hem Amerika, hem de zaman zaman Avrupalı müttefikleri bundan faydalanıyorlar. ABD’nin Balkanları yeniden tasarlamasında çok büyük işlevleri oldu NATO’nun. İkinci olarak, ‘97’den itibaren Rusya’ya doğru genişlemeye başladı. ABD, Rusya ile ilişkilerini NATO üzerinden kuruyor. En son Romanya ve Bulgaristan’ı aldı. Şimdi Arnavutluk’un NATO’ya girmesiyle ABD Akdeniz’de bir üs daha edinecek. Irak savaşı sırasında hem Romanya, hem Bulgaristan üs vermek için yarıştılar Amerika’ya. Yugoslavya’nın 1999’da bombalanması sürecinde NATO çok kritik işlevleri yerine getirdi. Bunu başka bir kurum sağlayamazdı. Türkiye üzerinden Kazakistan’la Özbekistan’la Barış İçin Ortaklık adı altında askeri mekanizmalar oluşturdu, onları sisteme dahil etmeye çalıştı. NATO soğuk savaş koşullarında ortaya çıkmış olsa da, bununla sınırlı bir örgüt değil. NATO, Amerikan hegemonyasının bir aracı ve bu hegemonya devam ettikçe de ona ihtiyacı devam edecek. Artık NATO’nun bir coğrafi sınırı da kalmadı. Küresel hegemonun küresel işlerini yerine getirmeye hizmet ediyor.

Türkiye’ye bu yeni koşullarda nasıl bir rol biçiliyor?
Türkiye’ye her an iş çıkabiliyor. Bir kaç sorunlu bölgenin yanında bulunuyor Türkiye. Kosova’da, Bosna’da, Makedonya’da sorun oluyor, Türkiye de NATO aracılığıyla gidiyor. ABD 2003’te Irak’ı işgal ediyor, işler iyi gitmeyince yetkiyi Irak ordusuna devretmeye çalışıyor. Bunlara eğitim verilmesi gerekiyor, bu nedenle Türkiye ile beraber NATO’yu oraya sokmaya çalışıyor. Afganistan’da işler iyi gitmeyince NATO devreye sokuluyor, Türkiye’ye NATO aracılığıyla askeri eğitim ve bölgesel imar projeleri geliştirme rolü biçiliyor. Türkiye NATO’nun her yerde devreye sokabildiği joker gibi bir ülke. Sadece AKP ile ilgili değil, askerler de çok meraklı NATO’da görev almaya. Tabii nazlandıkları yerler oluyor. Türkiye Afganistan’da doğrudan savaşmak istemiyorlar, “Güneydoğu’da savaşıyoruz, bir de oraya asker niye gönderelim” diyorlar. “Peki, adınız yeter” deniliyor. Türkiye’ye olan sempatiden yararlanılıyor. Türkiye, NATO’nun verdiği işleri yerine getirme konusunda AKP’ye yakın medyanın ya da liberallerin görmek istediği gibi değil. Türkiye son derece uyumlu ve gayet iyi çalışıyor. Türkiye, AKP döneminde Amerika’yla tarihinin en yakın ve derinlemesine ilişkilerini yaşıyor ve bunun en önemli ayağını NATO bağlantısı oluşturuyor. Bundan hükümet de memnun. Hillary Clinton geldi, Obama gelecek diye memnunlar.

Ergenekon tartışmaları sürüyor. Ancak bu örgüt kendinden menkul, AKP hükümetini devirmek üzere kurulmuş bir yapıymışçasına tartışılıyor. Bu örgütlenmelerin NATO’nun gladyo örgütlenmesiyle ilişkisi neydi?
Özellikle İslamcı yazarlar meseleye hep buradan yaklaşıyorlar. Seferberlik Tetkik Kurulu 1990’larda tasfiye edildi, yerine Özel Kuvvetler kuruldu, işlevi değişti. Kürt sorununun kuvvetle, baskıcı yöntemlerle çözülmesi konusunda bir dönüşüm yaşandı 1990’larda. Bunun özellikle ‘93-96 arasında çok yoğun olarak yaşandığını biliyoruz. Bu, Türkiye’deki hakim sınıfların Amerika’yla yaptığı pazarlığın bir sonucuydu. Kuzey Irak’ın desteklenmesi karşılığında PKK’nın tasfiyesi pazarlığı yapıldı. Fakat sonraki dinamikler çok farklılaştı. 2000’lerde AKP iktidarıyla dönüşüm büyük bir hız kazandı ve artık bu dönüşümden rahatsız olan, bu dönüşümden nemalanamayan, unsurlar illegaliteye daha doğrudan yönelmeye başladılar. NATO’nun geçmişte kullandığı ve dönemi işlevi geçtiği için bir kenara bıraktığı unsurlar 2000’lerde NATO karşıtı bir yapılanma içine girdiler. Artık bu kesimler tasfiye ediliyor.

TÜRKİYE NASIL NATO’NUN PARÇASI HALİNE GELDİ
Türkiye, yukarıda bahsettiklerimin hepsinden bir derece daha fazla etkilenmiş bir ülke. Türkiye, hem SB’ye komşu olan iki NATO ülkesinden biri, hem de iki Varşova Paktı üyesi ülkeye sınırı olan tek NATO üyesiydi. Bu açıdan önemliydi Türkiye. İkincisi 1960’lardan itibaren yükselen bir sol hareket vardı. Bu hareketin denetim ve baskı altında tutulmasında, hatta hükümetlerin kontrol edilmesinde Türkiye’nin NATO bağlantısı doğrudan bir rol oynadı. Artık birçok kaynak bize şunu gösteriyor ki, Türkiye’deki bütün darbelerin altında bu NATO bağlantısı vardır.
Buna 1960 darbesi de dahildir. Cumhuriyet gazetesi, ulusalcılar çok uzun yıllar boyunca darbeleri bir şablon olarak görmemek gerektiğini, darbelerin iyisinin de olabileceğini söylediler. Bu görüş hiç bir şekilde doğrulanmadı. Türkiye, NATO’ya girdiği 1952 Şubatından itibaren başka bir ülke olmuştur artık. 1960 darbesiyle özgürlük alanının açılması gibi uygulamalar, 27 Mayıs darbesinin ABD’den ve NATO’dan bağımsız bir darbe gibi algılanmasına yol açmıştır. NATO içindeki illegal yapılanmalar, bazılarının süper NATO dediği, resmi adı Seferberlik Tetkik Kurulu olan, kontrgerilla da denen yapılanmanın en aktif, en yoğun işlev yerine getirdiği ülkelerden biri oldu Türkiye. Bunun için hem silahlı kuvvetler içindeki, hem istihbarat içindeki unsurlardan çok yaygın olarak yararlanıldı. Özellikle 1950-60 dönemi içerisinde, yani NATO üyeliğinden sonra, Türkiye’de istihbaratla CIA’nın iç içe olduğu fark edildi. Maaşların oradan ödenmesi gibi olaylar gündeme geldi. Türkiye’nin tarihindeki bir sürü karanlık sayfanın arkasında bu ilişkiler ağının olduğunu artık biliyoruz.
1990’da Doğu Bloğu’nun tasfiyesiyle beraber bunlar yavaş yavaş gün ışığına çıktı. Sanki bütün Avrupa’da bu yapılar deşifre edilip dağıtıldı ve bir tek Türkiye’de kaldı zannediliyor. Ancak bu doğru değil. NATO içinde ve dışındaki birçok ülkede de bunun çok küçük bir kısmı ortaya çıkabildi, geneline dokunulmadı. Yunanistan’da bir askeri darbe dönemi var 1967-74 arasında, onlar hapse atılmıştır. İtalya’da çeşitli suikastlar var. Mesela İsveç’te 1980’lerde halkı korkutmak için Sovyet nükleer denizaltılarının İsveç sularında dolaştığı söylentisi yayılmıştır. Bunun aslında bir NATO operasyonu olduğu anlaşıldı. Onların uğraştığı konular bunlar. Ama biz mesela 1 Mayıs Taksim Katliamı’nı açığa çıkaramıyoruz. Dolayısıyla gizli kapaklı kalması tercih edilenler açığa çıkmamıştır. Zaten hiç bir NATO ülkesinde Türkiye’deki kadar kanlı ve acımasız bir sürece, işkencelerden 1980 darbesinin koşullarını hazırlamaya kadar uzanan korkunçluktaki şiddet boyutuna rastlanmadı.

Liberal “demokrasi”nin ASKERİ SAVAŞ ÖRGÜTÜ NATO 60 yaşında
Büşra Ersanlı

NATO, yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü 1949 yılında Washington’da kurulduğunda, üye ülkelerine, özgürlüklerinin ve güvenliğinin bekçiliğini vaat ediyordu.
Avrupa-Atlantik alanında müttefiklerin ortak demokrasi değerlerinin, birey özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün korucusu olacaktı bu örgüt. Sovyetler Birliği’nin, 1947-49 yıllarında Norveç’in, Yunanistan’ın, Türkiye’nin ve “diğer Batı Avrupa ülkelerinin” egemenliklerine karşı doğrudan tehdit oluşturduğu savunuldu ve bu durum NATO’nun ilham kaynağı oldu. Türkiye ve Yunanistan 1952’de, Federal Almanya 1955’de NATO üyesi oldu…
Daha o zamandan sadece tek bir demokrasinin ve tek bir ideolojinin evrenselliği kararlaştırılmış oluyordu. Fukuyama’nın Sovyetlerin çöküşünü ve Berlin Duvarı’nın yıkılışını “tarihin sonu” olarak değerlendirmesine bu başlangıç hedefi güç kazandırmıştır. NATO kuruluşu üzerinden 10 yıllar 20 yıllar 30 yıllar geçti ve liberal demokrasinin değerleri en azından Akdeniz ülkelerinde uzun süre işlemedi, hatta anti-komünizme karşı kurulan ittifak antifaşizme karşı işletilemez oldu (kurucu üyelerden Portekiz, Yunanistan, Türkiye). Örgütü savunan bazı uzmanlar, ittifakın ana doğuş nedenini Fransa, İngiltere ve ABD’nin savaş sırası ittifakının devamı olarak değerlendiriyorlardı, yani bu çerçevede NATO demokrasinin ve liberal piyasa ekonomisinin sağlıklı işlemesi için gerekli “istikrar”ın da aracısı olarak görülüyordu.
Önce İspanya, ardından da Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri NATO üyesi oldular. Bölgenin geri kalan ülkeleri de Barış için Ortaklık kapsamında NATO’ya entegre oldular. Bugün NATO Batı Balkanlardan, Karadeniz’e, Kafkasya’ya doğru Rusya Federasyonu’nu çevreleyecek bir biçimde ilerliyor. Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliği ise RF’nin tepkileri yüzünden rafa kaldırılmış durumdadır.
Bazı uzmanlara göre bugün NATO’nun varlığını sorgulayabilecek en büyük tehlike Afganistan’daki misyonun başarısızlığa uğrama ihtimalidir. Bu misyonun NATO’ya üye ülkeler tarafından yeterince destek görmediğini düşünenler var. Transatlantik Ortaklığı yenileme iddiasıyla üyeler daha güçlü bir biçimde savaşlara katkı yapmaya zorlanmak isteniyor. ABD ve müttefik ülke halklarına Afganistan’ın neden tehdit ve terör üretmeye devam edeceğini yeniden anlatmak ve hafızalarını tazelemek gerektiği ileri sürülüyor. Oysa Afganistan’a müdahale yapıldığında Sovyetler Birliğinin buradaki militarist işgalinin yarattığı tahribatı onarmak söylemi ağır basıyordu. 30 yıldır süren savaşın başarısı veya zaferi çoktan anlamsızlaşmış durumda, tahribat artarak devam ediyor, Kabil’in dışında hakimiyeti sağlayamadılar bile. Hatta militarist müdahale alanı Pakistan ile genişletilmeye çalışılıyor. Bugün NATO’nun mücadele ettiği Taliban rejimi ve El Kaide gibi yapılanmaların Sovyetlere karşı bizzat ABD ve Batı bloğu ülkeleri tarafından yaratıldığı da unutulmamalıdır.
Almanya, İtalya ve İspanya Afganistan’a asker göndermeyeceğini açıkladı. Ancak “proaktif reaksiyonlar” için üyeler asker göndermeye zorlanıyor, hatta Afganistan’ın güneyinde de çarpışmaya hazırlanıyor. Türkiye’de ise bu konuda TSK ile hükümet arasında fikir ayrılığı gözlendi. TSK’ın ek asker göndermek istemediği verilen bilgiler arasında. Obama’nın Türkiye’ye yapacağı ziyaret bu bağlamda değerlendirilebilir. Afganistan’da askeri yenilginin NATO’nun varlığının da sonu olacağını söylüyorlar. Birçoklarına göre bu NATO’nun genişlemesinden daha önemli.
NATO, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde şimdilik demokrasinin güçlenmesine katkıda bulunmuş olabilir ancak örgütün kendi kimliğinin demokrasi ve barış ile bir ilgisi olamaz. NATO örgütünün en önemli zaafı ise çok taraflı (multilateral) ilişkilere hiç yanaşmaması, dünyaya savaşla hükmetme, kendi deyişleriyle “barış, istikrar ve hukukun üstünlüğü için” savaşa devam! Kararları ise, militarizme en çok maddi manevi yatırım yapan süper “demokrasi” veriyor ve ikili ilişkilerle süreci yönlendiriyor.
SÜPER ‘DEMOKRASİ’
ABD’de 11 Eylül saldırısından sonra NATO tarihinde ilk kez 5. madde uygulamaya sokuldu. Bu çerçevede tek bir müttefik ülke üzerine silahlı saldırı olduğunda, bütün müttefikler üzerine saldırı olmuş gibi kabul edilerek ABD’ye destek verilecekti. Böylelikle Sovyetlerin “yayılmacılığına” ve “saldırganlığı”na karşı kurulan bu askeri güvenlik örgütü, bundan böyle komünist olmayan fakat terörist olan silahlı saldırıya karşı müttefiklerini örgütleyebilecekti. Soğuk Savaş sonrasında terörist ve terörizmin tanımının hala yapılmamış olması NATO’nun ve ABD’nin bilinçli bir stratejisidir. Bu muğlaklık sayesinde iyi/kötü, terörist/mağdur, demokratik devlet/baskıcı devlet gibi kategorilerini kendi tehdit algıları çerçevesinde esnek değerlendirme imkanı buluyorlar. Bu “antiterörist saldırı” hala antikomünist özel harekat anlayışından ve örgütlenme mantığından nemalanıyor.
Bu koşullarda daha iyi istihbarat paylaşımı da devreye girdi. Kitle İmha Silahları Merkezi’nin, askeri hazırlığa katkısı, ilgili bölgelerde askeri kapasitenin geliştirilmesi işlevi vurgulandı. NATO’nun askeri operasyon alanları genişletildi. Bütün bu süreç hiç sorgulanmadı ve dünyanın gelişmiş ülkelerinin en meşru rejim koruyucusu sıfatı NATO ile özdeşleşti. 1960’ların sonunda 1970’lerin başında “NATO’ya hayır” kampanyaları anlamsızlaştırılmak istendi ve büyük ölçüde de bu girişim başarılı oldu. NATO bilimsel ve kültürel projeleriyle 1990’larda geliştirdiği “çatışma çözümü” atılımlarıyla liberal demokrasinin ve tek demokrasinin genişleyerek meşrulaşmaya çalışan en büyük kalesi olmuştu. Süper güç artık süper “demokrasi” yolunda ilerlemeye başladı. Militarizmde hiç azalma olmadığı gibi artma ve yayılma var. Ayrıca kuzey güney arasındaki fark giderek açılmakta ve radikalleşmeye zemin hazırlamaktadır. NATO da bunun en donanımlı aracısıdır.
HAKLI SAVAŞ VE
SÜPER HAKLI SAVAŞ
NATO’nun varlığını eleştirenler arasında ise en tutarlı olanları NATO’nun demokratik değerlerin savunucusu olamayacağını ileri sürenlerdir. Çünkü demokrasiyi ölçmek için dünyada kozmopolit bir yasa bulunmadığı açıktır. En büyük antidemokratik uygulama ise kararları alan tek ve süper haklı ABD’dir. Antifaşizmden antikomünizme sıçrayarak oluşturulan bu askeri örgüt antiterörizm mücadelesi ile bir yandan askeri operasyonları arttırarak yaygınlaştırırken diğer yandan da demokrasi ve özgürlük için tek tip bir modeli otoriter bir biçimde dayatmanın aracılığını yapıyor ve bunu kültürel, bilimsel, sosyal projeler desteğiyle sürdürmeye çalışıyor. Irak ve Afganistan’ın dev gibi sorunlarını gizlemek için “tek demokrasi”nin kaçınılmazlığının da propagandası ile uğraşıyor.
Özellikle Avrupa Birliği ile yakınlaşıp uzaklaşarak aslında tüm dünyayı “demokrasi ve özgürlük” için kıstırılmış bir egemenlik ve hegemonya havuzunda birleşmeye çağırıyor. Avrupa ülkelerinin çoğu da, NATO’nun bu istihbarat, iletişim, bilim, sosyal ve kültürel projeleri atılımlarını kendi sınırlama menfaatleri açısından yerinde buluyorlar. Böylece uyuşturucu trafiğine, artan göç yoğunluğuna ve biçimlerine karşı savunma pozisyonu alıyorlar. Bütün bu sözde sivil yeni atılımlar askeri projeye hizmet edecek şekilde ayarlanmış durumda.
NATO’nun yaratacağı en büyük tahribat, AB genişleme mantığı, yani demokrasi insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini, “haklı savaş” mantığı içinde eritmesi olacaktır. Yani aslında karşılanması gereken kolektif insani güvenlik arzusu, tek süper gücün tasarrufuna terk edilmiş bir kolektif savunma dürtüsünün emrindedir. Demokrasi, insan hakları ve eşitlik ise Atlantik’e yüzünü dönen tüm Batılı devletlerin vatandaşlarına bahşedilen ayrıcalıklardır.
BİTTİ
Hazırlayanlar: Mehmet Özer / Yücel Özdemir
ÖNCEKİ HABER

Sinemanın etkisine ‘Hoş Geldiniz’

SONRAKİ HABER

NATO dağıtılsınİncirlik kapatılsın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...