05 Nisan 2009 00:00

SÖZ OLA TORBA DOLA

Çok şükür, bin şükür, dört şükür ve de hakanlara şükür olsun bitti bu iş. Bitti ya, seçim sonuçlarının ülke haritasına yansımasından ortaya çıkan görüntüyü yorumlamazsam çatlarım.

Paylaş

Çok şükür, bin şükür, dört şükür ve de hakanlara şükür olsun bitti bu iş. Bitti ya, seçim sonuçlarının ülke haritasına yansımasından ortaya çıkan görüntüyü yorumlamazsam çatlarım. Görünen o ki arkasını güneydoğu ve doğuya dönmüş cumhuriyetin ve halkın partisi çoğunlukla kıyı kesimine sıkışmış kalmış. Denize ha döküldü, ha dökülecek… Bu seçimlerde dökülmediyse, halkın, partiye olan bağlılığından değil, yöresini dinci partiye teslim etmemek için direnmesindendir. Fazıl Say’ın da dediği gibi korkusundan. Bu böyle biline kal gelmiş baylarca…
Seçim sonrasında bir bilenin deyişiyle türlü çeşitli bir yığın pislik kaldı orta yerde. Partilerin ileri gidenlerinin yarattığı kulaklardan silinmeyecek gürültü kirliliği vardı bir. Neydi o öyle… Ülkeyi yönetmeye kalkanların ağızlarından saçılanlar. O bunu dedi, bu onu dedi türünden tam bir kenar mahalle kıvamında kadınsal ağız dalaşı. Hoş, televizyon kanallarının gündüz kuşağına kadın izlenceleri oturdu oturalı bu dalaşlar da artık ekranda görülür oldu ya!..
Siyasal partilerin ileri gidenleri, birbirlerini bir bulsalar saç saça baş başa girecekmiş gibiydiler de bir araya gelmemek için de özel bir çaba gösterdiler. Hoş bir araya gelseler ne olacaktı, doğru dürüst saç yoktu ki kimsede şöyle tutulsun da ağız tadıyla…
Aslında yönetimi eleştirenleri anlayabiliyordum. Yönetimin yanlış yaptığını söyleyecek ki doğruyu kendinin yapabileceği izlenimini uyandırsın ve yönetime giden yolu açabilsin. Onlara göre yönetimin her yaptığı yanlış; yapmadığı da eksik. Gerçi eksikler de yapılmış olsa onlar da yanlış olacaktı ya… Varsayalım ki toplumsal, ulusal, ülkesel boyutta değil de kişisel, örgütsel, çevresel anlamda oluşturulmuş meyveler taşlanıyor.
Anlamadığım şey, yönetimdekilerin yönetimde olmayanlara; belki de olamayacak olanlara yüklenmesidir. Adamcağızlar ne Nazım’ı vatandaşlığa almış; ne de Nazım Oratoryosu’nun Frankfurt’a gitmesini engellemiş Rusya’ya yakışır diyerek, ne oğullarına gemicik almış; ne de ülkenin tepeciklerini yandaşlara satmış, ne elmas küreciklerin özel vergisini kaldırmış; ne de mısır taneciklerini bir geceliğine vergiden arındırmış, ne Davos’ta kahramanlığa soyunmuşlar; ne de Kilyos’ta ekonomik bunalımı teğet geçirmek için giyinmişler. Bir şey yapmamışlar ki, ne istenir adamlardan. Kal gelmiş bay onlar. Meyvesiz ağaç niye taşlanır ki!
Ortalık atılan bu taşlarla iyice kirlenecekken bir helikopter kazasıyla erken bitti bu ağız dalaşı. Ama beyinleri öldürmüştür pisliğin bu türlüsü, bu da biline….
Kirliliğin bu türünün ötesinde, çevresel boyuttaki çeşitlisi var bir de. Seçim sürecince ağızlardan çıkanların katılaşmış biçimleri plastik, kağıt, bez olarak yükseklere asıldı, sonra yerlere saçıldı. Yani sokaklar, parklar, bahçeler, caddeler partilerin atıklarından geçilmez oldu. Demek ki teğet geçeceği söylenen bunalım kimilerine hiç uğramamış. Demek ki dokunmayana dokunmuyormuş bu meret. Demek ki, gerçekten zula doluymuş. Ama kesesi boş olanlar kendileri karşılayacaklar uğradıkları zararı. O yetmeyecek, bir de halkçı, hakçı partilerin atıklarını kaldıracaklar.
Pisliğin toplumsal boyutunda ise yolsuzluk vardı. Nedense çeşitli zamanlarda yapılmış tüm yolsuzluklar döküldü ortaya. Sanki çamaşır yıkama günü gelmişti de kirliler saçılıvermişti ortaya. Kuşkusuz eğer varsa yolsuzluk, yapanlar yargıya taşınmalıdır. Ve yapılanı bugüne dek bilip de bugün ortaya çıkaran da. Bunun için de yargıya görev düşmektedir. Eğer bir hukuk devletiyse ülke ve eğer bu ülkede yargı bağımsızsa… Ya da insana saygı varsa…
Seçim süresince hızlanan kaçak yapılaşmaya yeni ya da yeniden seçilen başkanlar bakalım ne çözüm getirecekler. Yapan uyanıklığıyla(!) mı, yapmayan da enayiliğiyle(!) mi kalacak?.. Hani insana saygı varsa…
Bütün sorun bu saygıda. Her seçim sonrasında beklediğim de bu aslında. Seçim öncesinde “Beni seçin, Beni seçin” diye bağıran her tür adayın; özellikle de muhtar adaylarının seçildiklerinde “Ben seçildim. Sağ olun” diyebilmesidir. Belediye başkanları bir biçimde öğreniliyor da, özellikle büyük kentlerde muhtarlar bilinemiyor bir türlü. Her yeni muhtarda, muhtarlığın yerinin de değiştiği düşünülürse… Bu yaşıma dek bir kez gördüm böyle bir inceliği. Önceki yerel seçimler sonrası, Ankara Küçükesat semtinde Esatoğlu Mahallesi muhtarı, yani annemin muhtarı Aysel Erer yapmıştı. Annemin posta kutusunda seçmenlere “sağ ol” diyen kartını bulmuştum. Nasıl da mutlu olmuştum. Umarım tüm seçilenler, Aysel Erer’in olgunluğuna ve dolgunluğuna bu seçimde ererler.
Aslında bu tür davranışlar olağan şeyler; ama tek tük olunca sevince boğuluyoruz.
Biz böyleyiz… “Dertleri zevk edindik, bizde neşe ne arar” deyip içeceğiz yine. Yarasın…
ÜSTÜN YILDIRIM
ÖNCEKİ HABER

yüksel ki yerin bu değil!

SONRAKİ HABER

Yarıştan kopmamak için

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...