06 Nisan 2009 00:00
BAŞYAZI
Medya, yandaşıyla muhalifi ile tıpkı o; Dış politika milli davadır. Her zaman ve her şart altında bizimkiler haklıdır! günlerine geri döndü.
Medya, yandaşıyla muhalifi ile tıpkı o; Dış politika milli davadır. Her zaman ve her şart altında bizimkiler haklıdır! günlerine geri döndü.
Dün, Rasmussenin NATO Genel Sekreteri seçilmesi ile ilgili Gül ve Erdoğan arasındaki farklı yaklaşım bile, Erdoğanın klasikleşen şovuyla bir Erdoğan-Türkiye zaferi olarak ilan edildi.
Yani, Türkiyeden başka herkes Rasmussen genel sekreter olsun diyordu; Türkiye, Olmaz, veto ederim. Bu adam bu işi yapamaz diyordu. Ama daha gün bitmeden Rasmussen seçildi ve onu seçtirmek de Türkiyenin, Rasmusseni, AByi dize getirmesi, Türkiyenin zaferi oluyor.
Tabii bu seçimin şartları da çok ilginç!
Birinci şart: Rasmussen İslam dünyasından Muhammed Karikatürleri için özür dileyecekmiş. Bildiğimiz kadarıyla Rasmussen, o zaman da karikatürlerin yayımlanmasının doğru olmadığını söyledi ve ekledi: Ama bu basın özgürlüğüyle ilgili bir sorun olduğu için hükümetimiz müdahale edemez! Şimdi fazladan ne diyecektir?
İkinci şart: Roj TVnin kapatılması. Rasmussen, belirli uluslararası normlar ve Danimarka yasaları çerçevesinde yayın yapan bir kuruluşu nasıl kapatacaktır? Bir biçimde Roju kapatırsa, bu yasasızlık, adaletsizlik sayılmaz mı? Kaldı ki, Danimarka hükümetine Rasmussen, Türkler bana oy verdi, sen de Roju kapat! mı diyecektir? Böyle bir garantiye, bizim basından başka kim inanır?
Üçünçü şart: NATOnun Afganistan özel temsilcisi bir Türk olacakmış! Ne güzel! Herkes zaten Afganistandan görev almaktan kaçarken, Türklerin göreve koşması, sadece asil bir duygu olarak selamlanır Avrupalılar tarafından. Çünkü bu, Türk ordusunun Afganistanda daha çok sorumluluk alması demektir.
Dördüncü şart: NATOnun askeri müdahalelerinde Türk subaylarının görevi yükselecekmiş! Bu da üçüncü şart kadar, NATO ülkelerinin alkışlarla kabul edeceği bir şart. Çünkü karara katılan külfetine de katlanır.
Beşinci şart: NATO genel sekreterinin silahsızlanmadan sorumlu yardımcısının vekili Türk olacakmış! Aman ne güzel! Demek ki artık Şu ülkede kitle imha silahları var provokasyonunun başında Türkler de görev alacak. Örneğin İranın silahsızlandırılması gibi!
Bırakalım bütün bunları; NATOda yer alarak oradaki sorumluluklarını artırmaktan Türkiyenin nasıl bir çıkarı vardır?
Biraz gözlerimizi açarak bakarsak; Türkiyenin, NATOda olmaktan hiçbir çıkarının olmadığını görürüz. Tam tersine, NATOdaki Türkiye; NATOda kalarak, Batı emperyalizminin egemenliğini sağlamlaştırmada nöbete girmiş olmaktadır. Hele görev ve yükümlülüklerini artırarak, tamamen Batı emperyalizminin taşeronluğuna soyunmuş olmaktadır.
Ama NATOnun Türkiyeye ihtiyacı çok fazladır. Çünkü NATO, Avrupa ülkelerinde her cepheye koşacak asker bulamamaktadır. TSK, bu açıdan her bakımdan önemli kaynaktır. Bu yüzden de Türkiye, bugün askeri gücü, deniz ve hava üsleri, jeostratejik konumuyla NATOnun, bir askeri saldırgan pakt olabilmesi için en önemli NATO ülkesidir diyebiliriz. Türkiye olmasa NATO yarı gücünü kaybeder!
Pragmatist; çıkardan başka bir inancı ve ilkesi olmayan Batılı politikacı ve diplomatların, Erdoğanın kaprislerini görmezden gelmelerinin, yerine göre pohpohlamalarının nedeni de budur.
Kısacası, Türkiyenin şart olarak öne sürdüklerini, Obama zaten Ankarada Türkiyeden isteyecekti; NATOda ve Afganistanda daha çok görev üstlenin hatta, PKKyi sıkıştırıp şu Irak işlerini birlikte kotaralım da diyecekti. Ama Türkiyeyi yönetenler, görünüşte aşırı vatansever, gerçekte aşırı Amerikancı oldukları için Amerikanın kazandığını kendi zaferleri olarak görmektedirler.
Aslında Obama, Türkiyeye gelmeden Türkiyeden isteyeceklerinin yarısını Rasmussen üstünden aldı.
Tıpkı 1950lerde Menderes hükümetinin, Türkiyeyi ABDye üs olarak peşkeş çekerken bunu Türkiyenin kazancı, Hükümetin uluslararası diplomatik zaferi olarak göstermesi gibi!..
İHSAN ÇARALAN