05 Nisan 2009 00:00

Ölüm, öncesi ve sonrası

Bizde dindar olanla inanmayanın bazı düşünüş ortaklığı vardır. Örneğin, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Maraş’ın Keş Dağı’na çakılarak ölmesini, neredeyse bütün devrimciler uhrevi bir biçimde, 1978’de faşistlerin Kahramanmaraş’ta yaptıkları Alevi kıyımının “ahına” bağlayarak düşündü ve öyle dillendirdi.

Paylaş

Bizde dindar olanla inanmayanın bazı düşünüş ortaklığı vardır. Örneğin, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Maraş’ın Keş Dağı’na çakılarak ölmesini, neredeyse bütün devrimciler uhrevi bir biçimde, 1978’de faşistlerin Kahramanmaraş’ta yaptıkları Alevi kıyımının “ahına” bağlayarak düşündü ve öyle dillendirdi.

***
Ben kendimi bu düşünüşten uzak tutmaya çabalıyorum.
Çünkü araçlar, taşıtlar, coğrafya, hastalıklar, kazalar, ölüme yol açan rastlantılar bütün insanlar içindir.Bir buzul gölünü keşfetmek ya da İstanbul’daki orman talanına, içme suyu havzalarının kirletilmesine ilişkin yazmak için bindiğim bir helikopter düşebilir örneğin ve ben, Türkiye bütçesinin yarısını savaş araç gerecine harcayan devletin/ordunun yardımı bir türlü bana ulaşamadan ölebilirim.
Ama işte!..

***
Keş Dağı’nın karşısı Nurhak’tır.
Sinan Cemgil’in, Kadir Manga’nın, Alpaslan Özdoğan’ın, Türkiye’nin faşistleri tarafından öldürüldüğü yerdir. Aylardan mayıstır.
“Vatanı” içinde yaşayan gençten, emekçiden, kadından, çocuktan kısaca bütün bir halktan daha çok seven “vatansever” katiller, maaşlı, rütbeli faşistler vurdu yoldaşlarımızı…
Devlet, korucu ya da muhbir yardımıyla değil; devletin bütün kurumlarına, uşaklarına, aygıtlarına rağmen indirildi devrimcilerin cesetleri o dağlardan. Sahiplenildi, sevildi…
Onurluydu öldürülenler; halk sevgisiyle, insan sevgisiyle doluydu…Onursuzdur öldürenler; çıkarcı, uşak ruhlu, Amerikan emperyalizminin, gücün kölesi, yağmacı; düşük, bozuk karakterli...

***
Dağlarımızın tarihi vardır. Bu tarih o dağların sadece jeolojik yaşıyla ölçülmez…
Haklı, bugün de o haklılıktan zerrece bir şey yitirmeyecek denli haklı insanların isyanıyla ölçülür bir tarihtir.

***Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sinan’ı, Kadir’i, Alpaslan’ı vuran ekipte olmaması, bununla övünmemesi, madalya almaması, takvime bağlı bazı tarihsel tesadüflerden başka şey değildir.
Yoksa isterdi bunu…
Bunları yapanlara benzemekle, bunları yaparak yedi zira bütün gençliğini. Ölümüne yakın ellerinden, beyninden “yıkamaya çalıştığı” kanın kaynağı budur.
Sanırım biraz da bu nedenle, bu dondurucu kaza böylesine kutsandı, devletin her kademesini birleştirdi.
Devlet, halk katilliğinde bütündür çünkü; yazarları, gazetecileri, sanatçıları, futbolcularıyla üniter, parçalanamaz, kutsal.

***Evrensel gazetesini kurduğumuz günlerdi. TBMM’de gazeteye bir çalışma odası bulmak gerekiyordu. Hürriyet, Sabah, Cumhuriyet gibi gazetelerin muhabirlerinin meclis’te bir çalışma odası var. Biz de meclis’i yakından izlemek istiyoruz, ama normal başvurularda “yer yok” yanıtı almışız…
Hüsamettin Cindoruk’u tanıyan birileri araya girdi. Cindoruk’la görüşme ihalesi bende kaldı. Hüsamettin Bey, darbelerden çekmiş biri olarak darbecilik, cuntacılık, Ergenekon savunuculuğu yapıyor olması bir yana; okuyan, edebiyat bilen bir adamdır. Ben de bunu biliyordum, bu nedenle Haldun Taner’le, tiyatroyla, portre yazmanın zorluklarıyla girdim söze. Konuşma gayet iyi gidiyor.
Gazeteden söz ettim, isteğimi söyledim. Sağa sola telefonlar edilmeye başlandı, iş oldu olacak. Derken odaya Muhsin Yazıcıoğlu girdi. Tanıştırıldık. Ama bende kelimenin gerçek anlamıyla bir tutulma oldu. Kolumu, elimi kıpırdatamıyorum. Büyük, kütlesel bir soğukluk yaşanıyor… Muhsin Yazıcıoğlu bir kez elini uzatmış bulunuyor. Elini geri çekse bir hal, ısrar etse başka hal...
Yüzyıllık saniyeler…
Ağır, ihtişamlı, korkunç, yavaş ve dehşetengiz çarpıcılıkta bir hız…
Bu yetmezmiş gibi, ben her şeyi bir kenara itip “Siz benim arkadaşlarımı, sevdiğim insanları öldürdünüz. Elinizi sıkmak çok zor, sıkmam” dedim.
Buzdan bombalar yağıyor odaya.Yakıcı…
Yapacak şey yok.
Öldürülmüş insanların geri dönüşü nasıl yoksa, benim kollarımın katılaşmasının, sözlerimin de geri dönüşü yok.
“O sözler ki ağzımızdan çıkmıştır bir kere, uğrunda asılırız.”

***
Kimsenin ölümüne sevinmedim yaşamımda. Yazıcoğlu’nun ölümü de sevinç vermez. Ölüm işte, sevinci olmaz. Üzüldüm de diyemem...Koyu, şimdi tanımlayamadığım bir boşluk…
Şunları düşünüyorum:
Şimdi Taha Akyol, Namık Kemal Zeybek filan günümüzün demokratı, demokrasi savunucuları kesilmiş durumdalar…
Faşist melekler…
Sırası gelince söyledikleri sözün özeti şu: “Kullanıldık.” Ya da: “Devlet bize yazık etti… Hem kullandı, hem de 12 Eylül’de işkence etti, soğuk betonda yatırdı, titretti, idam etti…”
Şimdi?..Şimdi, düşüncelerini bu pişmanlığa bandırarak söylü-yorlar. Kindarlık, halk düşmanlığı bakımından zerrece değişme olmaksızın…
Türk İntikam Tugayı’nın (TİT) kurucuları, isim babaları şimdi holding gazetelerinde demokrasi sözcülüğü yapıyor. TİT’i bu adamlara soran yok. “Ergenekon Terör Örgütü” diyorlar. MHP’den (=TİT) MİT, Kontrgerilla’dan başka şeymiş gibi…
Benim isteğim sayılmasın ama şimdi bu “gazeteci” adamlardan biri ölse, biz korkarım ki gene aynı kutsal bataklığın sözlerini dinleyeceğiz. Yazık, yazık bu ülkenin yüzleşme, karşılaşma yoksulluğuna!..

***Edouard Manet’nin “Kaiser Maximilian’ın Meksika’da kurşuna dizilişi” tablosu geliyor aklıma. Bir Avrupalı ressam olarak Manet, Maximilian’ın ölümüne üzülerek yapmıştır resmini, can acısıyla... Bu ölümü ka-bullenmek istemeyerek, ölene hayranlıkla tertemiz resmetmiştir. Başının etrafına Meksikalı şapkasına ben-zer biçimde ama kutsallarda olduğu gibi bir hale oturtmuştur. Maximilian, düşmeden önce, cesaret vermek için olsa gerek arkadaşının elini tutmaktadır, bir sevgi adamı gibidir.
İtalyan devletinin kurucusu sayılan Garibaldi dahil bütün itibarlı Avrupalılar, Maximilian’ın kurtarılması için çabalamıştır. Bugün de Maximilian, Avrupalı emperya-listler için bir yaradır.
Ama Maximilian, Meksikalılar için korkunç bir işgalcidir, sömürücüdür… Meksikalılar baş eğmezliklerinden söz ederken, “Bu topraklar Maximilan’ı yenmiştir” derler.
Meksikalı devrimciler, komünist, hümanistler bir ölüme üzülse bile, bir işgalcinin ölümünden söz etmenin sıkıntısını çekmektedir. Öte yandan, işgalciliğe karşı başkaldıran Meksika’nın isyanını sevmek kaçınılmazdır.
Belki böyle açıklayabiliriz benim bu yazdıklarımı, Yazıcıoğlu’nun bizdeki durumunu.
Ölümü öldürdüklerinden ötürü olay olan, değeri başkalarının matemiyle ölçülebilecek bir durum. Trajik!..

***
Yazıcıoğlu, faşizmin ülkemizdeki simgelerinden sadece biridir.
İnandığı bağışlasın taksiratını!..
Göğe bakma durağı - Tevfik Taş
ÖNCEKİ HABER

Zeus sunağı

SONRAKİ HABER

Benim de sesim var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...