09 Nisan 2009 00:00

AVRUPA GERÇEĞİ

Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO genel sekreterliğine getirilmesi konusunda yaşanan tartışmalar, yapılan pazarlıklarda, herkes kendisine göre bir “başarı” payı biçiyor.

Paylaş

Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO genel sekreterliğine getirilmesi konusunda yaşanan tartışmalar, yapılan pazarlıklarda, herkes kendisine göre bir “başarı” payı biçiyor. Türkiye, “Strasbourg’daki at pazarlığı”ndan kârlı çıktığının propagandasını yapıyor. Ancak, daha atılan imza bile kurumadan, Rasmussen, hem de İstanbul’da, verildiği ileri sürülen sözleri yerine getirmeyeceğinin açık sinyalini verdi.
Türkiye ile NATO’nun asıl sahibi emperyalist ülkeler arasında yapılan pazarlıkta, Ankara’nın ne aldığı ne verdiği konusunda değişik iddialar ortaya atılıyor, yorumlar yapılıyor.
Son bir kaç gündür Alman basınında yer alan haberlere bakılırsa, Rasmussen’in en önemli özelliği “ultra-liberal” ve “pragmatist” olması... Yani adamın sabit bir görüşü yokmuş, somut duruma göre yön belirliyormuş. Bunu yaparken de hep kârlı çıkmayı başarıyormuş.
Belirtmemiz gerekiyor ki, Almanya da Rasmussen’in genel sekreter seçilmesinde büyük rol oynadığını savunuyor. Yazılanlara göre, Rasmussen’in adaylığı ilk olarak Danimarka tarafından Berlin’e bildirilmiş. Başbakan Merkel, buna ikna olunca konuyu Sarkozy’e çıtlatmış ve onayını almış. Böylece Rasmussen, AB’nin ortak adayı olarak öne çıkmış.
Barack Obama ise öneriye ilk etapta soğuk bakmış. Çünkü, Irak işgali konusunda Bush’un sadık müttefiki olan Rasmussen, Obama’nın politikalarına pek uymuyormuş. Ama buna rağmen, katıldığı ilk uluslararası resmi zirvede itibarını sarsacak bir gerilim ve başarısızlığı göze almadığı için taraflar arasında arabuluculuk yapmayı uygun görmüş ve sonunda istediğini elde etmiş. Cumhurbaşkanı Gül’ün, Rasmussen’in AB’nin ortak adayı olduğu şeklindeki açıklamalara gösterdiği tepki üst üste konulunca, Rasmussen’in gerçekten AB’nin ortak adayı olduğu anlaşılıyor. Yani; NATO toplantısında AB havası... Bunun üzerine Türkiye de NATO toplantısında AB’ye dair talepleri pazarlık masasına sürdü. Financial Times Deutschland gazetesinin sağlam kaynaklara dayandırılarak verilen “NATO, Rasmussen için yüksek bedel ödedi” başlıklı haberde, pazarlıkların içyüzü biraz daha ayrıntılı ortaya konuldu.
Buna göre, Türkiye ile AB arasında devam eden müzakereler kapsamında, enerji ve vergi başlıklarının açılmasına karşılık Gül, Rasmussen’e yeşil ışık yaktı. NATO toplantısında AB pazarlığı yapıldığına, Obama düşen de, AB’ye Türkiye’yi tam üye yapmak düştü. Gerçi, Obama’nın bu çıkışının kendisi bile ABD dış politikasında bir değişikliğin olmadığı ve olmayacağını gösteriyor. Ondan önceki liderler Clinton ve Bush da sık sık AB’ye Türkiye’nin üyeliği için çağrıda bulunmuş ve bunlar şimdi olduğu gibi tepkiyle karşılanmıştı.
Türkiye üzerinden Obama ile Sarkozy-Merkel ikilisi arasında yaşanan “görüş ayrılığı”, ABD’nin yeni dönem için belirlediği “her şeye sıfırdan başlama” (reset) stratejisinin çok fazla uzun ömürlü olmayacağını gösteriyor. Çünkü taraflar arasında o kadar çok fazla görüş ayrılığı ve çatışma noktası var ki... Türkiye’ye biçilen rol, NATO’nun gelecekte nasıl şekillendirileceği bu çatışma noktalarının önemli kavşakları.
NATO 60. yılında hem Afganistan’da saplandığı bataklık hem de iç çelişkiler ve çatışmalar bağlamında en zor ve zayıf dönemini yaşıyor. Buna elbette NATO’ya karşı yeniden yükselen toplumsal muhalefeti eklememiz gerekiyor.
Bu durumda “ultra-liberal” ve “pragmatist” Rasmussen’in işinin o kadar kolay olmayacağı anlaşılıyor. Bu zor durumdan çıkmak isteyen NATO’nun her zamankinden çok daha tehlikeli, saldırgan olacağı anlamına geliyor. Tıpkı yaralı bir hayvanın sağa sola saldırması gibi...
Rasmussen bu saldırganlığa biçilmiş kaftan. Afganistan ve Irak işgalleri sırasında Bush’a tam destek veren, asker gönderen Rasmussen ülkesinde yabancı düşmanı Danimarka Halk Partisi ile dirsek teması içerisinde. İki dönem yabancı düşmanı bir parti ile gayet uyumlu bir şekilde çalıştı ve onların göçmenlere yönelik talep ettiği pek çok uygulamayı hayata geçirdi. Yani, NATO’nun başında şimdi Bush’çu ve yabancı düşmanlığını tolere eden bir pragmatist bulunuyor. Bir Bush’çuyu NATO’nun başına getirmek için bunca çaba harcayan ülkelerin liderlerinin aslında Bush’a özendikleri, Rasmussen tercihinden anlaşılıyor.
YÜCEL ÖZDEMİR
ÖNCEKİ HABER

Doktor gözetiminde CIA işkencesi

SONRAKİ HABER

4 müdür daha rehin alındı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...