12 Nisan 2009 00:00
BAŞYAZI
Her yıl aynısı oluyor; 24 Nisan yaklaşırken, aynı tartışma gündeme geliyor: ABD başkanı Ermeni soykırımı diyecek mi demeyecek mi, Türkiyeyi suçlayacak mı suçlamayacak mı?
Her yıl aynısı oluyor; 24 Nisan yaklaşırken, aynı tartışma gündeme geliyor: ABD başkanı Ermeni soykırımı diyecek mi demeyecek mi, Türkiyeyi suçlayacak mı suçlamayacak mı?
ABD yönetimi ve Ermeni diasporası da, her yıl aynı gerilimi tırmandırmakta kendi çıkarları açısından fayda görüyorlar.
Sonuçta ABD başkanı, 24 Nisan iyice yaklaşınca; birtakım gerekçeler bulup, bu sene de soykırım kavramanı kullanmayacağını belli ederek, bizimkilere büyük bir ödül vermiş havalarında, 24 Nisanı ne şiş yansın ne kebap tarzı bir konuşmayla geçiştiriyor.
Ermeni soykırımı sorunu elbette tarihsel bir vaka olarak da konuşulmaktadır. Eğer sorun sadece, tarihte olmuş ve büyük acılar yaşanmış bir olay olsaydı, belki daha kolay çözülebilirdi. Ya da Bırakalım o zaman ne olduğuna tarihçiler karar versin diyen topu taca atma politikası bir anlama sahip olabilirdi. Ama gerçek böyle değildir. Çünkü bu sorun; bir yanıyla Türkiyede yaşayan Ermenilerin haklarının sınırlanması ve envai çeşit baskıların sürmesiyle (Hrant Dinkin katli etrafındaki tartışmalar ve Ermeniler üstündeki baskılar hatırlansın) Ermeni sorununun hâlâ canlı ve çözülmesi gereken bir sorun olmaya devam ettiğini göstermektedir. Bunun da ötesinde; Türkiyenin şoven milliyetçi politikacıları, Azeri-Ermeni sorunu olarak Kafkasyada ortaya çıkan çatışmada Azerbaycanın yanında yer alıp, Ermenistan düşmanı bir politika benimseyerek, Türkiyenin Ermeni sorununa, Azeri-Ermeni sorununu da eklemlemiştir.
Obamaın gelmesi ve ona, Ermenistanla ilişkilerde adım atma sözü verilmesi karşısında Azerbaycandan gelen resmi ve sivil tepkiler ile Türkiyedeki muhalefetin, Türkiye Azerbaycanı satıyor yaygarası, sorunun ne kadar çözümsüz bir noktaya itildiğini açıkça göstermektedir. Tıpkı, Tilki deliğine sığmıyormuş, bir de kuyruğuna çalı bağlamış özdeyişinde olduğu gibi.
Türkiyeyi yönetenlerin; çözmekte zorlandıkları en önemli sorunlarda (Kıbrıs sorunu, Ege kıta sahanlığı sorunu, Kürt sorunu, Ermeni sorunu), sorunu çözümsüzlüğe sürüklemek başlıca marifetleri olmuştur. Ancak çözümsüzlüğü çözüm görmek, bu sorunları uluslararasılaştırmış; dolayısıyla hem Türkiyeyi hem de bölgeyi emperyalist müdahalelere açık hale getirmiştir.
Kıbrıs, Kürt, Ege sorununda yaşananlar Ermeni soykırımı tartışmalarının Ermeni sorununa dönüşmesiyle yaşanmaktadır. Sorunu kendi içinde; Türkiyenin demokratikleşmesi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına saygı ve halkların kardeşliği temelinde kolayca çözebilecek olan Türkiye, 1915 zihniyetinin devamı olan yaklaşımlarla, sorunu uluslararası platformlara sürüklemek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmüştür.
ABD ya da ABnin Ermenilerin çektikleri, 1915te ne olduğu umurlarında değildir aslında. Onlar bu sorunları iç ve dış politikalarının malzemesi olarak kullanmaktadırlar. Bu yüzden de Türkiye, Ermeni sorununu, kendi Ermenileriyle ve komşu Ermenistanla görüşerek, halkların kardeşliğini; iki halk arasında ticaret, kültürel, insani ilişkileri geliştirerek çözmeyi esas almak zorundadır. Yoksa; Karabağda geri adım atmazsa Ermenistanla sınırı açmayız demek (Erdoğan, Baykal ve Bahçeli bunu savunuyor), ancak Karadenizi bir gerilim denizine dönüştürmek ve Trabzonda üs kurarak Kafkasyada Rusyayla hesaplaşmak isteyen ABDnin, NATOnun işine yarar.
Şu çok açıktır ki, bugün sorunun çözümü, 24 Nisanı ABD ve ABnin kozu olmaktan çıkarmak için hem kendi Ermenileriyle hem de Ermenistanla, önkoşulsuz her konuyu, her platformda görüşerek çözmeyi benimsemekten geçmektedir. Bu sorunun tartışılacağı en gerçek platform ise bölge ülkelerinin oluşturacağı (Türkiye, Rusya, İran, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan) bir platformdur ve ikili görüşmelerde çözülemeyen sorunlar da onların hakemliğinde ele alınabilir.
Aksi halde, Türkiye ile Ermeniler arasındaki sorun, uluslararası sorun olarak, ABDnin ve ABnin; Türkiye, Ermenistan ve Kafkasyaya müdahalesinin dayanağı olarak, çözümsüz bir sorun olmaya devam edecektir!
İHSAN ÇARALAN