12 Nisan 2009 00:00
GÖZLEM
Kapitalizm, gelişim süreci içindeki işleyiş mantığı açısından amaçlanmayan ya da öngörülmeyen sonuçların ortaya çıkmasıyla ün yapmış bir sistem. Bu açıdan bakıldığında, bugüne kadar krize karşı önlem olarak açıklanan ya da bugünden sonra açıklanacak olan paketlerin oluşturduğu olumlu beklenti ne kadar etkileyici, ne kadar kapsamlı olursa olsun, sistemin olağan gelişimi içinde nasıl sonuçlar ortaya çıkacağı kimse tarafından net olarak bilinmiyor.
Kapitalizm, gelişim süreci içindeki işleyiş mantığı açısından amaçlanmayan ya da öngörülmeyen sonuçların ortaya çıkmasıyla ün yapmış bir sistem. Bu açıdan bakıldığında, bugüne kadar krize karşı önlem olarak açıklanan ya da bugünden sonra açıklanacak olan paketlerin oluşturduğu olumlu beklenti ne kadar etkileyici, ne kadar kapsamlı olursa olsun, sistemin olağan gelişimi içinde nasıl sonuçlar ortaya çıkacağı kimse tarafından net olarak bilinmiyor.
Yaşamın neredeyse bütün alanlarının piyasanın boyunduruğu altına girmesine neden olan ve bugüne kadar tartışmasız doğru kabul edilen neoliberal ekonomi politikaları iflas etti. Ama bu durum, söz konusu politikaları uzun yıllar savunanların hemen pes edeceği ya da geri adım atacağı anlamına gelmiyor. Yıllardır tüm eleştirilere rağmen gözü kapalı uygulanan piyasa merkezli emek düşmanı politikalar, yaşanan son kriz süreci ile birlikte yeniden gözden geçirilse de, piyasa mekanizması ve onun acımasız kurallarının geri plana itilmesi diye bir durum söz konusu değil. Bugünlerde önümüzdeki dönemde kapitalist devletin ekonomide daha aktif roller alacak olması, bu temel gerçeği değiştirmiyor. Aksine, bugüne kadar toplumun geniş kesimleri tarafından farklı toplumsal sınıflar karşısında sözde eşit bir konumda değerlendirilen kapitalist devlet, artık geçmişe kıyasla daha açık bir şekilde sermaye güçlerinin çıkarları doğrultusunda hareket edecek.
Her kriz döneminde yürütülen krizden çıkış tartışmaları hem tek tek ülkeler tarafından, hem de uluslararası düzeyde çeşitli boyutlarıyla yürütülüyor. 2 Nisanda yapılan G-20 Zirvesinde krizdeki ülkelere yardım için IMFye tahsis edilen 1 trilyon dolarlık paranın hangi ülkeyi ne kadar kurtaracağı belli değil. Bu yöndeki açıklamaların tek olumlu etkisi, krize karşı çeşitli düzeylerde tedbir almaya çalışan ülkelerin düne göre psikolojik açıdan daha moralli olmaları. Yoksa yeni düzen söylemi eşliğinde atılacak adımların sadece yaklaşan sonu geciktirmekten başka bir işe yaramayacağı er geç görülecek.
Dünya ekonomisinin önemli bir bölümünün olağanüstü şartlarla karşı karşıya olduğu kriz döneminde, toplumların yaşananların geçici olduğu, belli bir süre sonra mutlaka krizden çıkılacağı inancını taşıması, sistemin psikolojik üstünlüğünü sürdürdüğünün somut bir göstergesi. Belki de o yüzden, önce Davos, ardından G-20 Zirvesinde dillendirilen yeni düzen söylemleri bu kadar rağbet gördü. Gerçi karşı taraf açısından bakıldığında, genel manzaranın hiç de iç açıcı olmadığı bugünlerde, böylesine gizemli söylemler kullanmaktan başka yapılacak fazla bir şey yok.
IMFnin kullanması için ayrılan 1 trilyon dolar, gerçekten krizden etkilenen ve çöküşün eşiğinde olan ülkelere kullanılacak mı? Yapılan değerlendirmeler, bu paranın sadece belli bir miktarının kötü durumdaki ülkelere destek amacıyla kullanılacağı yönünde. Tarihinin en derin krizlerinden birisini yaşayan kapitalizmin herkesi kurtaracak kadar kaynağı olmadığı açıkça ilan edilmese de, artık herkes az çok durumun farkında. Bunun somut yansımalarını kısa süre içinde büyük tekellerin iflasını istemeleriyle zaten göreceğiz. Ancak asıl bomba, önümüzdeki dönemde bazı ülkelerin (Macaristan, Polonya, Ukrayna gibi) peş peşe batmasıyla patlayacak. Ekonomisi çöküşün eşiğinde olan kimi ülkeler, ağır koşullar içeren yeni IMF anlaşmaları ile sıkı bir boyunduruk altına alınacaklar.
Yeni düzen demagojisi, krizden etkilenen ülkelerin yoksul emekçi sınıfları üzerinde yaşanan sorunların geçici olduğu düşüncesinin bir süre daha etkili olmasına neden olabilir. Ancak tüm bunlar, krizin ağırlığını gün geçtikçe daha derinden hisseden milyonlarca emekçi için tehditlerin artacağı, çalışma ve yaşam koşullarının daha da zorlaşacağı gerçeğini değiştirmiyor.
ERKAN AYDOĞANOĞLU