12 Nisan 2009 00:00

SADEDE GELELİM

Bu köşede yayımlanan son yazıda, insanların toplumsal üretime katılarak geçinmesi için patronlara kâr üretme mecburiyetinin mantıksızlığını tartıştık. İşsizlik arttıkça bu saçmalık daha çok göze batmaktadır. Buhran, işyerlerinin, üretim araçlarının “sermaye” adı altında özel mülkiyet nesnesi olmasının mantıksızlığını da göstermiyor mu?

Paylaş

Bu köşede yayımlanan son yazıda, insanların toplumsal üretime katılarak geçinmesi için patronlara kâr üretme mecburiyetinin mantıksızlığını tartıştık. İşsizlik arttıkça bu saçmalık daha çok göze batmaktadır. Buhran, işyerlerinin, üretim araçlarının “sermaye” adı altında özel mülkiyet nesnesi olmasının mantıksızlığını da göstermiyor mu?
1980’den sonra birçok ülkede kamu işletmelerini (KİT fabrikalarını, kamu bankalarını, devlet çiftliklerini vs.) özelleştirmenin gerekçesi ne idi? Özel müteşebbislerin bunları kamu görevlilerinden daha “etkin” işletebileceği iddiası değil miydi? Pekiyi, etkinlik nedir? Özel teşebbüsün işletmeleri daha etkin yönetmesi demek, israfı önlemesi, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren üretim yapması, kârını yatırıma tahsis ederek istihdamı artırması olsa gerek.
Özel teşebbüs israf yapmıyor mu? Milyonlarca liralık reklam harcamaları toplum açısından israf değil midir? “Şunu kullan!”, “Bunu satın al!” reklamlarının topluma ne yararı var? İnsanın beynini allak bullak eden reklam filmlerini, afişleri, vitrinleri, ilanları üretenler; insanların karnını doyuran, insanları giydiren, insanları barındıran, insanları tedavi eden, insanları okutan, insanları dinlendiren vs. üretimde çalışsa refah artmaz mı? Reklamlar toplumun hangi ihtiyacını karşılamaktadır? Reklam, münferit patronların birbirinden müşteri kapmak için yaptıkları muazzam bir toplumsal israf mıdır?
Lüks tüketim malları toplumun ihtiyacı mıdır? Bunca yoksulluğun olduğu, dış borç biriktiren bir ülkede kıyı şeridinde yığılmış binlerce yat teknesi, sürat motorları, senede bir iki ay kullanılan yazlık konutlar, kentlerde caddeleri tıkayan on binlerce araba…bütün bunlar sermaye düzeninin israfının, adaletsizliğinin ve mantıksızlığının kanıtı değil midir?
Ya gücü kuvveti yerinde, namusuyla çalışarak geçinmek isteyen işçileri işten çıkarmak, toplumsal israf değil midir?
Kapitalist adaletsizliğin ve mantıksızlığın çözümünde ilk adım; çalışmayı anayasal yurttaşlık hakkı olarak saptamak, kamu kesimini çalışabilecek herkese iş vermekle görevlendiren bir kurum olarak yapılandırmak, finans sistemini kamulaştırmak ve en büyük holdingleri kamulaştırmaktır. Bankaları kamulaştırmakla servetin dışarıya kaçırılmasına araç olan, iktisadî istikrarsızlık kaynağı olan dışarıya ve dışarıdan sermaye transferlerini kontrol altına almak mümkün olur.
Böyle bir çözüm programını halkın iktidarı gerçekleştirebilir.
Ancak, ne kadar makul ve isabetli olursa olsun, slogan basitliğinde ilkeler savunmakla yetinen siyasi hareketler, kitlelerin desteğini kazanamaz; güvenine layık değildir. İşsizliği, yoksulluğu kökünden çözme görevini üstlenen siyasi hareketler, savundukları dönüşümlerin iktisadi, hukuki, sosyal ve siyasi boyutlarını göz önünde bulundurarak programlamak durumundadır.
Televizyon haberlerinde Avrupa’da G-20 Zirvesi’ni protesto edişini, NATO Zirvesi’ni protesto edişini seyrettiğimiz kitlelerin maalesef böyle bir siyasi hedefi ve programı yoktur. İngiliz başbakanı, G-20 Zirvesi’nde ‘Washington oydaşması sona ermiştir(!)’ diyerek neoliberal politikaların bir kısmının artık uygulanmayacağını ilan etti. Avrupalı emekçiler bu yatıştırıcı sözlere kanabilir. Bizim kanacak halimiz var mı? Türkiye emekçileri siyasi hedeflerini, programını belirlemek zorundadır. Program, Kürt sorunu dahil, bütün siyasi sorunlara halk iktidarının çözümlerini içermelidir.
Böyle bir program çalışması gereğine, program ile iktidar arasındaki bağlantıya, gazetemizin 8 Nisan günkü nüshasındaki “2009 yerel seçimleri ve işçiler” başlıklı yazıda Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu da işaret etmiştir: “…işçi sınıfını sermayeden (küçük büyük bütün sermayeden) ve onun örgütü olan devletten bağımsızlaştırma ve onun kendi iktidarını kurması için yürütülen programatik bir siyasi faaliyetin eksikliği, hem sınıf oluşum sürecini kendiliğindenciliğe terk etmekte, hem de bunun üzerinde yükselebilecek bir birleşik işçi hareketinin oluşumunu geciktirmektedir.”
Mesele budur!
CEM SOMEL
ÖNCEKİ HABER

Arıcılar bereketli bir yıl bekliyor

SONRAKİ HABER

GÖZLEM

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...