13 Nisan 2009 00:00
YAZILAMA
Yağcılık bir kurumdur. Üstelik kurumlarüstü bir kurum. Düzenin kurumları içerisinde bir yere gelebilmek için birilerine şu ya da bu düzeyde yağcılık yapmak, gâvurun deyişiyle kıç öpmek, şart becerilerdendir.
Yağcılık bir kurumdur. Üstelik kurumlarüstü bir kurum. Düzenin kurumları içerisinde bir yere gelebilmek için birilerine şu ya da bu düzeyde yağcılık yapmak, gâvurun deyişiyle kıç öpmek, şart becerilerdendir.
Dünyanın her yerinde biraz böyle galiba. Hasbelmeslek, uluslararası toplantılara sıkça katılıyorum. İstisnasız, yapılan her konuşma müthiş, sıra dışı, fantastiktir; en kötü ihtimalle çok önemlidir, çok yerinde hususlara değinmiştir. Herkesin ekibi, çalışma arkadaşları, patronu harikadır. Dünyanın Türkçe konuşulan köşesinde yaşayanlar olarak özel bir katkımız da var bu konuda. Toplantının birinde bir yabancı konuğun, İngilizcesini duymaya hiç alışık olmadığı sayın (distinguished) hitabının ortalarda cirit atmasından ufak çaplı sersemlik geçirdiğini hatırlıyorum.
Dünya emperyalizminin amiral gemisinin kaptanı, bizim spikerlerin, ortasında İslami bir çağrışım var diye, tam ismini söylemekten zevke geldikleri Barack Hussein Obama geçen hafta ülkemiz topraklarına teşrif buyurdu. Nasıl da şehvetle yağcılık yaptılar, nasıl da ballandırdılar her adımını; devletin bütün kurumlarından burjuva basının bütün öğelerine dek. Askerler, 21 aylık DTPli meclis orucunu kazaya bırakmakta bir an tereddüt etmediler. Meclisin bütün partileri Obamaya hediyeler sundular; onun, her biri dikkatle sayılan 6 ila 8 dakikalık zaman tahsisatına nail olabilmek için sıraya girdiler. Spikerlerin milliyetçi/ulusalcı takıldıkları için ABDye mesafeli olmaları gerektiğini hissedenleri bile yüzlerine mutlu gülümseyişler geçirmeden haber sunamadılar.
Bir köle psikolojisi, uşak psişesi varsa budur: Efendisine kırgındır aslında, ama kendisini onun haşmetli teveccühünün karşısında bulunca sağlı sollu dudak kasları yukarı kıvrılıverir, elleri ister istemez önünde birleşir (Ayrıca bkz. önce dayak yiyip sonra okşandığı zaman vidaları gevşeyiveren köpekler.)
Öyle azıttılar ki Barack ile bereket sözcükleri arasında paralellikler icat yahut keşfettiler ve bunu Obamanın ziyaret ettiği Ankara ve İstanbulda yağan yağmurla ilişkilendirmekte beis görmediler. Aşikar haber değeri yüzünden atlayamadıkları top sesinden irkilme sahnesini verdikten sonra Ama bunun çok insani bir tepki olduğunu defalarca tekrarlayarak özür dilediler. Efendilerinin haşmeti karşısında akılları başlarından gitmişti. Deniz Baykal 7 dakikalık konuşmasını 17 dakikada falan zor aktardı gazetecilere ve aralarında informel(*) bir üslup olduğunu, fakat yine de birbirleriyle sen diye değil siz diye konuştuklarını ciddi ciddi anlattı. Şimdi İngilizceyle yeni tanışan ilkokul öğrencileri bile Baykalın Obamayla siz değil de sen diye nasıl konuşacağını kara kara düşünüyordur. Yoksa you yerine thou mu diyecekti? Ah ah, Baykal bilmez mi, bu arkaik formu en son kullananlardan Şekspirde bile efendilere thou denmez you denir.
Emperyalizmle ilişkiler ağının bir teline bile dokunmadan sollu sağlı anti-emperyalizm taslayanların cakaları bir ziyaretle sönüverdi. Bu olayın iç ve dış politika bakımından tartışılacak daha çok boyutu var elbette. Ama bizi burada daha çok bu vesileyle karşımıza çıkan kültürel görüngüler, düşünce ve davranış biçimleri ilgilendirdiği için efendinin teşrifiyle hırlamadan yılışma kipine geçen köle psikolojisine dikkat çektik.
Fakat asıl dikkat edilmesi gereken jest, her fırsatta barıştan ve demokrasiden bahseden Obama ve uşaklarına Defol! çeken devrimcilerin dayağa ve gözaltılara çektikleri resttir. Bir yanda onların tarihsel yağcılık kurumu, bir yanda bizim çıplak cüretimiz. Onların bir ülkeyi ABDnin havasahasına ve Obamanın kışlasına çeviren teknolojilerine karşı bizim sloganlarımız. Onların ideolojik ve teknolojik kefesi görünüşe göre çok daha ağır çekerken bu korku neyin nesi?
Belki de o kadar ağır çekmiyordur ha?
(*) Dikkat, gayrı resmi ya da Fransızcadan alındığı haliyle enformal değil. Efendinin dili bir anda sızıverdi dillerine.
BARIŞYILDIRIM