15 Nisan 2009 00:00

Korku sineması kuşağı

İstanbul Film Festivali’nin iddialı filmlerinde bir “korku” rüzgarı seziliyor.

Paylaş

İstanbul Film Festivali’nin iddialı filmlerinde bir “korku” rüzgarı seziliyor. Avrupa ve dünya sinemasının öne çıkan bu kadar yapımının “Terörle mücadele” temasını, antikomünizmi bir fikir olarak benimsemiş olmasına tanık olmak, bu festivale nasip oldu. Korku, işte bu terörden, devrimcilerden, mücadele edenlerden, egemen devletlerin faşistliğine itiraz edenlerden korku.
Polislerin gözünden anlatılan hikayeler her yanı kaplamış. İnsan ister istemez, bu yüksek bütçeli “Terör ne kötü şey” filmlerinin parasının nereden geldiğini merak ediyor...
BAADER MEINHOF: DEVRİMDEN KORKMA FİLMİ
Gala filmlerinden “Der Baader Meinhof: Bir Terör Filmi”, Almanya tarihinin önemli bir dönemini anlatan uzun bir film. Yalnız İstanbul Film Festivali’nin değil, Almanya sinemasında yılın iddialı filmlerinden, şimdiye kadar çekilmiş en pahalı Alman filmi vs. Bu kadar parayı harcadıkları filmde anlatılan, sürekli birbiriyle didişen, bir tane aklı başında iş yapmayan, sürekli arıza çıkaran bir sosyopat grubunun hikayesi. Güya, bu grup, Almanya’nın 1970’li yıllarını sarsan Kızıl Ordu Fraksiyonu RAF imiş. Filmdeki Baader’i görseniz, hastaneye kapatılmasını gerektirecek kadar deli biri olduğunu düşünmek için doktor olmaya bile gerek yok.
Devrimciler hezeyan halindeki adamlar olarak gösterilecek ya, film olayları da düzgün bir sıra içinde anlatmak kaygısını taşımıyor. Birden pat diye Filistin’e gitmeye kalkıyorlar, ne zaman nasıl oraya gelindi, bilmiyoruz. Şehirde gerilla eylemlerini yöneten, her tarafı cephaneyle dolu örgütevinde yaşayan kadın, Ursula Meinhof, kapı çalınca çat diye açıyor. Polis gelip onu alıp götürüyor. Biz buna neden inanalım ki?
Filmde anlatılan devrimci karakterler için “karikatür” lafı onun için eksik kalır. Alman devletinin faşist kimliği filmde gayet açık, onu saklamayı becerememişler. Ama karşısına çıkan örgüt, böyle manyaklardan oluşuyor.
Diyelim, filmde çizilen Baader Meinhof manzarası, tamamen gerçeği yansıtıyor. Kontrolden çıkan, ne yaptığını bilmeyen, aptal bir grup. Almanya’da yapılan anketlerde yüzde yirmi bilmem kaçların desteğini almışlar mı? Almışlar. Alman devletini korkudan altına ettirmişler mi? Ettirmişler. Filmde görüyoruz bunu, iki kişiyi yakalamak için bütün kentte hayatı kitliyorlar. O zaman skandal daha büyük olmuyor mu, Alman devletine propaganda filmi çeken arkadaşlar?
Filmin hikayesinde belli olan bir şey var. Olan biten, Alman devletinin “terörle mücadele” işine bakan elemanlarının gözünden anlatılıyor.
BİR ÖLMEYEN ADAM
“50 Ölü Adam”, bir İrlanda filmi, yine festivalde galası yapılanlardan. İrlanda’da, Belfast’ta görev yapan bir polisin yazdığı kitaptan uyarlanan, bir muhbirin hikayesi. Genç adam, IRA ile ilişki halinde, onların kimi politikalarını pek sevmiyor. Ama işgalci İngilizleri de tutacak hali yok. Bir şekilde yolu polisle kesişiyor, tam nasıl olduğunu kendi de anlamadan onlara istihbarat vermeye başlıyor. Derken hem örgüte giriyor, yükseliyor, hem muhbirlik faaliyetini artırıyor. Neymiş, hayat kurtarıyormuş. Çünkü IRA’nin birtakım sabotaj ve suikast gibi eylemlerini onaylamıyor, onları önceden İngilizlere haber veriyor, onların olmasını engelliyor. Bu arada İrlandalılara ne olduğunu düşünmeyen İngiliz polisi, onun için filmin adını “50 Ölü Adam” koymuş. Yani o muhbir, muhbirlik ederek 50 kişinin hayatını kurtarmış.
Kendi kıçını kurtarmak için değil de, “hayat kurtarmak” için muhbirlik edildiği saçmalığının filmi de yapılmış oldu. Film, IRA’nın birtakım uygulamalarının “baskıcı” olduğunu iddia ediyor. Bir de suikastlerin kötü olduğunu. Sürekli bir “iki taraf” vurgusu var. Çatışmalar sürüyor, o da insanlara zarar veriyor. Peki, o zaman çatışmanın yersiz olduğunu söyleyin bari, “ne olacak İngiliz işgali varsa” deyin, bırakın iki tarafı, bırakın terörü de, İrlandalıların neden uslu durması gerektiğini anlatın seyirciye...
Polisin anlattıklarından yapılan film, basbayağı “terör” dedikleri şeyin bu devletleri pek korkutan bir şey olduğundan başka bir şey göstermiyor. Bu terörden korku duyan egemen sınıf ruh hali, sinema filmi olmuş, karşımıza çıkmış.
Bu filmleri yapan arkadaşlara denk gelip soramadım ama merak ettiklerim var. Bir kere, CIA hâlâ böyle filmlere bütçe ayırıyor mu? Bir de, öneriniz nedir, onu da filminizde açık açık söylesenize bir dahaki sefere. Tamam terör olmasın, mesele nasıl çözülsün?


BULGAR KÜFÜR FİLMİ

Altın Lale için yarışan Bulgar filmi “Zift” de bu yolun yolcusu. O da uluslararası yarışmalardan ses getirmiş, Bulgaristan sinemasında öne çıkmış bir film. Adını, Bulgar argosunda “Bok” anlamına da gelen ziftten almış. Film, 60’larda, karanlık bir atmosferi yansıtan, Bulgar fıkralarıyla süslenmiş, siyah beyaz bir kovalamaca hikayesi anlatıyor. Görebileceğiniz en apolitik antikomünist filmlerden. Çünkü orasının sosyalist bir ülke olduğunu düşünmemiz isteniyor ama sosyalizmle ilgili “yoldaş” dışında tek kelime edilmiyor, ülkede insanların nasıl yaşadığına dair bir fikir verilmiyor, ne üretime ve ne devlet mekanizmasına dair bir şey anlatılıyor, ama bizim esas oğlan, hırsız, birilerinden kaçarken müthiş bir antikomünist gerginlik içinde. Son derece de erkek filmi, çıplak vücutlar, sürekli bir cinsel gerilim var.
Filmin adının anlamını bulduğu yer, Dimitrov’un mozolesinin önüne kadar gidip yerdeki zifti görüp, onun argodaki bok anlamını çağrıştırıp Dimitrov’un oralara sızdığı yönündeki müthiş esprisini patlattığı yer galiba. Yani ne oluyor, sosyalizmin önderine “bok” diyor. Aferin.
O kadar apolitik bir film ki, tartışmak mümkün değil. Tartışmak yerine küfretmeyi seçmiş, Bulgar sinemasının dünyadaki temsilcisiyse, yazık...
Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

İstanbul Müzik Festivali geliyor

SONRAKİ HABER

öss için 3 soru

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...