16 Nisan 2009 00:00
GENÇLİĞİN SESİ
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs yaklaşıyor; tabii ki artık bir klasik haline gelmeye aday olan Taksim tartışmaları da, 1 Mayısın ana gündemini oluşturuyor.
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs yaklaşıyor; tabii ki artık bir klasik haline gelmeye aday olan Taksim tartışmaları da, 1 Mayısın ana gündemini oluşturuyor.
1977 1 Mayısının önemi, herkese açık olan Taksim alanının neden işçilere açık olmadığı gibi tartışmaları es geçmeden, 1 Mayısın işçi, halk ve gençlik hareketi için, egemen sınıf ve onun kurumlarına karşı önemli bir hesaplaşma günü olmasını isteyen her kesimin şu soruyu tartışması gerekiyor:
Bu yılki 1 Mayıstan ne bekliyoruz?
Yine, taş çatlasın 2 bin 3 bin işçinin geldiği, geri kalanının gençlerden, devrimcilerden oluştuğu; biber gazlı, çevikli, çatışmalı 1 Mayıs manzaraları ve hemen arkasına bu manzarayla başlayan ve bu manzarayla biten tartışmalar mı?
Değilse, Taksimden başka yerde 1 Mayıs kutlamam anlayışının, binlerce polis yığınağıyla karşı karşıya kaldığı ortamda, üsteki manzaradan başka bir şey çıkarmayacağını da biliyorsak, bile bile lades demiş olmuyor muyuz?
Diyelim ki, Taksim olmazsa olmaz. Pekâlâ, o zaman tıpkı 77de olduğu gibi dökelim yüz binlerce işçiyi Taksime bakalım, açılacak mı, açılamayacak mı Taksim? Ama sendika başkanları, geçen yıl olduğu gibi, sayısı birkaç bini bulmayan işçileri oraya getirip, iki saat sonra basının karşısına geçip konuşma yapacaksa ve geri kalan vakitte, o alanın yüzde 70ini 80ini oluşturan gençler, polisle çatışacak, cop, gaz vs. yiyecekse...
Ne yani çatışmaktan, coptan, gazdan korkuyor musunuz? diyenler olabilir, bu cengaverlere de pek bir şey diyecek halimiz yok: Demirden korksaydık trene binmezdik...
İşçi sınıfı, sendikalar, büyük sanayi havzaları-fabrikalar açısından 1 Mayıs tartışmalarını bir kenara bırakalım ve Bu yılki 1 Mayıstan ne bekliyoruz? sorusunu gençlik açısından inceleyelim.
Obamanın söyleşisine buyur ettiği, inci kolyeli, tuvaletli, takım elbiseli gençleri ve benzerlerini bir tarafa koyalım, geriye sayısı milyonlarla ifade edilen bir toplama ulaşırız. Soluk alıp verdiği dünyada her şeye rağmen genç olmaya çalışan, iş, eğitim, gelecek, barış, özgürlük gibi kaygılarını, soluk alıp verdiği hava gibi, tüm benliğinde hisseden, nerede olursa olsun söz hakkı olmayan bir toplamdır bahsettiğimiz.
Bu toplamın dörtte biri işsizdir, o oran da devletin mühürlü oranıdır; yoksa daha fazla...
Haydi gelin buradan tartışalım, 1 Mayısı. Taksim tartışmalarının içine sığdırmaya çalışalım genç işsizliğini. Ya da sendikalaşma eğilimi artıyor dediğimiz genç işçilerin durumunu. Ya da taleplerini ve geleceğini, kendisini kurtaracak sınıfla birleştirmiş/birleştirmeye eğilim gösteren liselilerin, üniversitelilerin günler öncesinden gazetelerin sıkı önlemler alındı, olay çıkabilir bombardımanına aile baskısı eklenmiş bir Taksim şovuna, katılım oranını?
Olacaksa bizim olsun, az olsun devrimci olsun bizim olsun cesareti, ne yazık ki tüm bu tabloda cehaletten alınan bir cesaret hali olmanın ötesine geçemiyor.
Öyle bir cehalet ki, dünyanın krizle birlikte sürüklendiği ortamı, bu ortam içinde Türkiyeye, gençliğe biçilen rolü göremeyen; her gün giyimiyle müziğiyle, kavgasıyla, yazısıyla, küfrüyle, bu düzenin bütün zırvalıklarına isyan eden gençliğin bu isyanını politik ve örgütlü bir güce dönüştürme kaygısından uzak bir cehalet, çocukluk hastalığı...
İstiklale 5 kişi çıkınca, orayı zaptettiğini sanan kızıl devrimcilerin attığı bir slogan var: Her yer Taksim. Bu sloganı ayakları üzerine dikelim ve şunu söyleyelim: Üniversiteler, liseler, atölyeler, semtler; işçi sınıfının, emekçilerin, gençliğin solup alıp verdiği her yer Taksim olmalıdır, Her yer 1 Mayıs alanı olmalıdır.
Lütfi Usluer