19 Nisan 2009 00:00

Böyleyken böyle


Film festivali notlarına devam ediyorum. İşler izin verdiği ölçüde günde üç, dört, beş, altı film izleyen bir kardeşiniz olarak, işin zorluğundan söz etmeyeceğim, ayıp olmasın diye. Ama yemedim içmedim, sizin için bir fıkra uydurdum, onu anlatacağım.
Bir patlamamış mısırcıya “Film festivali nasıl gidiyor” diye sormuşlar. “İnanır mısın, iki haftadır evde film izleyemiyorum” demiş.
* Birçok konuk geldi, biri de John Malkovich. Sevdiğimiz oyuncu dedik, basın toplantısına gittik. Bayağı idiot gibiydi, rollerindeki sakin hal, iyice acayip bir şekle bürünmüş, karşımıza aşırı derecede yavaş bir adam olarak çıkmıştı. Ne sorulsa “Ben o konuyu bilmiyorum, cevap verecek yetkinlikte değilim” dedi ya da “Onu size yanlış söylemişler, öyle bir şey yok” diye inkar etti. Hiç siyasi mevzulara girmemesini, tartışmaktan kaçmasını yine de not etmiştik. Demek kalabalık karşısında böyleymiş. Sonra teke tekte, yenilen yemeklerde falan, bir İsrailci çıkmış, akıllara zarar. Bir dahakine, sorulduğunda delikanlı gibi cevap vermesini bekliyoruz, birilerini yakaladığında sıkıştırmasını değil.
* Bu hafta “Yeni Türk Sineması” bölümünden filmler izleme şansı bulduk. İçlerinde hiçbir şey anlamadıklarım da var, beğendiklerim de, sıkıldıklarım da, saatlerce tartışmak istediklerim de; yeri geldikçe zaten başınızı ağrıtırım, merak etmeyin. Bu da demek oluyor ki, bayağı bayağı Türkiye sineması diye bir şey var galiba, sadece birkaç piyasa filmi ile birkaç sıkıcı festival filmi değil. Bunlar benim ifadelerim değil ama genel görüntü böyle kabul edildiği için söylüyorum.
* Yerli filmler içinde asıl dikkatimi çeken, şu garip rastlantı oldu. Filmlerin birçoğu, “başka bir şey” olacakken, film olmuşlar. “Cankurtaran İstanbul”, başka bir filmin çekimleri sırasında yapılan görüntülerin montajlanmış hali, “Kako Si?” bir aşk hikayesiyken memlekete dönüş hikayesine çevrilmiş bir film, “Köprüdekiler” belgesel olması düşünülürken sonradan vazgeçilip kurmacaya dönüştürülmüş... Artık, mikrofonu alıp “Biz aslında başka bir şey çekecektik, sonra bunda karar kıldık” diyen bir yönetmen daha gördükçe gülümsemeden duramaz oldum. Bu durum, ille de kötü filmler ortaya çıkaracak diye bir şey yok, öyle de olmamış zaten. Ama başından beri planladığı gibi bir film yapmanın güzelliği ayrı. Pelin Esmer’in “11’e 10 Kala”sı, Mehmet Bahadır Er’in “Kara Köpekler Havlarken”i, bana göre yarışmanın da en iyileriydi.
* Gördüğümüz yerli filmlerin çoğu ilk film. Bunların en önemli ortak özelliği, bir derdi olan filmler. Zaten festivaldeki 40 yerli filmin yarısı belgesel. Ve belgeseller, epeyce ilgi görüyorlar, yani belgesel standartlarına göre. Zaten bu bir belgesel festivali değil sonuçta, ama salon doluyor, ek gösterim konuyor vs... Belgesel olmayanlar da, kimi yaşadığı mahalleyi anlattığını söylüyor, kimi annesinin hikayesi üzerinden güncel bir soruna eğiliyor, kimi kendince bir memleket manzarası çiziyor. En güzel kısmı bu.
* Festival seyircisi çok güzel seyirci, çok bilinçli seyirci diyen varsa, bir kez daha düşünsün derim. Çok mısır yiyorlar, telefonla konuşuyorlar falan demeyeceğim. Sinemayla yakından bir ilişkileri olduğu kesin ama işte bu daha iyi bir şey olmayabiliyor her zaman. François Ozon gelmiş, seyircilerle söyleşiyor, “Bize okulda göstergebilim okutuyorlar, yaptığınız benzetmenin mitolojiyle, Hristiyanlıkla ne ilgisi vardı” diye soran seyirci gördüm. Adam “Ben öyle bir benzetme yapmaya çalışmadım” dedikçe, seyirci de, ki kendisi de öyle bir benzerlik görememiş, ama göstergebilime bağlılığından dolayı ısrarla soruyor. “Absürdistan”da ilginç sorulardan dolayı yönetmen “Acaba siz benim filmim diye başka bir film mi izlediniz” diye sormuştu, şaka yollu. “Zift” diye bir Bulgar filminden sonra da, biraz sorulara kalayım, hatta bu filmin bütününe yayılmış antikomünizmi bir sorayım diye düşünüyordum. İlk seyirci filmde bir eski filme gönderme yakaladığını söyledi, başka hangi filmlere göndermeler vardı diye sordu. İkincisi, o böcek ne böceğiydi dedi. Hikayenin özünü anlayan var mıydı, öğrenemedim. Dayanamayıp çıktım çünkü.

Orijinal
Issız adam, her şeyinle çok övünüyorsun, müziğinle de, öyle değil mi? Ne güzel müzik diye dinlemeye doyamıyorsun. Filmin gişesi kadar film müziği albümünün satışı var neredeyse. Bir o kadar para da oradan kazanılıyor.
Peki ıssız kardeşim, kendisini ıssız adam ilan eden insan, albüm kapağında ne yazıyor, bana bir okuyabilir misin? “Orijinal Soundtrack” yazıyor.
Bugün, orijinal ne demek, onu öğreneceğiz. Orijinal, senin bu çok sevdiğin filminde olmayan şeye diyoruz. Çünkü taklit olmayana orijinal diyoruz, başkasına benzemeyene orijinal diyoruz, yeni olana orijinal diyoruz. Sende bunların hiçbiri yok. Bütün film klişe cümlelerle dolu, bütün sahneler daha önce yapılmış şeyler, bütün hikaye oradan buradan alınmış, bütün artislikler bile daha önce yapılmış.
Müzikleri de başka yerden alınmış. Ama 1970’ler Türkiye’sinden bahsetmiyorum, keşke öyle olsaydı.
Filmin tema müziği “Anlamazdın”, Ayla Dikmen’in söylediği bir parça. Film müziği albümünde de var, binlerce satılıyor, üstünden para kazanılıyor. Kimin şarkısı?
Leo Dan diye bir Arjantinli adamın. Şarkının adı “Una Calle Nos Separa”, bizi ayıran yol gibi bir anlamı var. Müziği oradan alıp üzerine söz yazmışlar; malum, bizde aranjman döneminde yapılan bir uygulama. Ama hâlâ 2009’da bu işi yapıp başkalarının şarkılarından para kazanmaya ne isterseniz deyin de...

“Orijinal” demiyoruz!..
Sinema efsaneleri - Ofsayt Osman
(Sadri Alışık’ın Turist Ömer kadar ünlü olmasa da ünlü bir tiplemesi olan Ofsayt Osman, gariban bir delikanlı. Filmin finalindeki mahkeme sahnesinde “Bu da mı gol değil hakim bey?” diye devam eden tiradı, Sadri Alışık’ın en başarılı oyunculuk gösterilerinden biri sayılabilir. Okumak, elbette izlemek gibi olmaz ama...)
Ofsayt Osman: Küçük hasta, hasta hakim bey.
Hakim: Onu biliyoruz.
Ofsayt Osman: Doktorlar, hepsi ölecek diye rapor vermişler. Hani, Amerika davası var ya, oraya giderse büyük doktorlar varmış. Kurtulurmuş.
Hakim: Eee?
Ofsayt Osman: Eeesi, sübyan be, bacak kadar çocuk yaşasın dedik. Kötü mü ettik? Gitti işte.
Hakim: Oğlum, para senin olsa yaptığın hareket için çok asil bir hareket derdim ama...
Soyulan adam 1: Ben helal ettim.
Soyulan adam 2: Ben etmedim!
Soyulan adam 1: Otur be!
Hakim: Beyler, atarım dışarıya! Sana gelince, yaptığın düpedüz suçtur.
Ofsayt Osman: Öğretmek gibi olmasın ama değildir hakim bey.
Hakim: Ne?
Ofsayt Osman: Asıl suç, yani, o kirli davalar. Yani, böyle, bir bahis davasına milyonları trak atıp da, ortada hastalıktan kırılan bir çocuğu görmemektir. Yani, siz daha iyi bilirsiniz ama asıl suç odur yani.
Hakim: Şimdi, o başka ama. Senin yaptığın...
Ofsayt Osman: Benim yaptığımdan n’olacak hakim bey? Bizim adımız üstümüzde.
Garip bir Ofsayt’ım ben.
Hakim: Ha?
Ofsayt Osman: Ofsayt, yani hiç gol olmamış adam. Öylesine ofsayt. İşte o benim. Adaletine kurban olduğum Allah bir gün bile güldürmedi beni. Ne yaptımsa, neye el attımsa ters çıktı. Sonra bir gün bu adamlar çıktı karşıma, tırak bastırdılar milyonu. Tamam mı?
(...)
Ofsayt Osman: Yani öğretmek gibi olmasın ama kimsenin on parasına dokunmadım. Kimsenin emniyetine, yani böyle bir halel getirmedim. Ama o küçük kız, ya iki güne kadar gitmezse ölecek dediler hakim bey. Böyle bir şey? Saksıda çiçek gibi. Şu kadarcık. Sen olsan ne yapardın hakim bey?
Soyulan adam 1: Yaşa be!
Ofsayt Osman: Sağol abi. Bir de sen anladın beni be. Ya siz? Ölecekmiş, ölmesin dedim. Bir can kurtulsun dedim. Bütün o hayatımda ofsayt dediler, bir işe yaramaz, sümsük dediler. Varsın gene desinler dedim. Hayatımda bir defacık bir kız sevdim. Onu da kaybedeyim dedim. Hayatımda bir kere bir şey kazanacak oldum, onu da kaybedeyim dedim. Tek bir can kurtulsun dedim. Çocuğu kurtaracak kadarını aldım, üst tarafına el sürmedim. Fena mı oldu? Sizler, hepiniz, hepiniz hakem olun abiler. Ya bu bir maç be, tıpkı bir maç. Ama böyle hayat sahasında oynanıyor, oyuncuları bizleriz, topumuz da namusumuz, vicdanımız, insanlığımız. Ben, Osman, Ofsayt Osman; söyleyin be, allah rızası için söyleyin be, gene mi atamadım golü ha? Bu da mı gol değil be? Gol mü?
Mahkemeyi izleyen kadın: Gol!
Ofsayt Osman: Bu da mı gol değil?
Soyulan adam 2: Gol, gol...
Ofsayt Osman: Bu da mı gol değil? Adaletine, insanlığına kurban olayım hakim bey. Bu da mı gol değil?
Hakim: (Dosyayı kapatır) Gol!
Mahkemeyi izleyenler: (Alkışlayarak) Gooool!
(“Şakayla Karışık”, Yönetmen: Osman Seden, 1965)
Patlamamış mısır - Çağdaş Günerbüyük

Evrensel'i Takip Et