20 Nisan 2009 00:00

YAZILAMA

Günün en güzel vakti şafak, mevsimlerin en güzeli bahar. Bir bahar şafağını köyümün dağlarında karşılamak için yola düştüm. Çevreyolunda el kaldırıp durdurduğum otobüse bindiğimde Dersim’e öyle kolayından gidemeyeceğimi iyi biliyordum.

Paylaş

Günün en güzel vakti şafak, mevsimlerin en güzeli bahar. Bir bahar şafağını köyümün dağlarında karşılamak için yola düştüm. Çevreyolunda el kaldırıp durdurduğum otobüse bindiğimde Dersim’e öyle kolayından gidemeyeceğimi iyi biliyordum.
“Tuncelililer” otobüsü (biz Tuncelliler diye okuruz) yüklerimle birlikte beni hızla içine alıp 15 saat önce başlamış yolculuğuna son bir gayret devama durduğunda, arabanın iki yanında akan manzarayla içime dolan şey çok tanıdıktı. Şiirle uğraşan bir lise öğrencisi olduğum zamanlarda, uzayan eğitim yılının sonuna doğru, teksir kağıtları ve akşamüzerleri bana boş boş bakmaya başladığında, bu yollardan geçeceğim yaz tatiline kalan günleri saymaya başlardım. Şimdi içime dolan o tanıdık şeyin, o kağıtları dizelerle doldurmak için kimilerinin adına esin dediği şeyi bana verebileceğini düşünürdüm.
Ian McEwan’ın Amsterdam romanını yandaki boş koltuğun üzerine koydum. Hem manzara tekdüzeleşmeye başladığında bir-iki bölüm okurdum hem de, sık sık maruz kalacağımız kimlik kontrolleri sırasında yöremde bir İngilizce kitabın bulunması kolaylık sağlayabilirdi. Kendi ülkemde kendi doğduğum şehre pürüzsüz bir yolculuk için bir İskoç’un İngilizce yazıp Hollanda’nın başkentinin adını koyduğu bir kitabın yardımı olabileceğini düşünmek bile en hafifinden can sıkıcı.
Kömürhan Köprüsü’nü geçtikten sonra kimlik kontrolü için durdurulduk. Bir asker kimlikleri tek tek toplayıp indi. Aşağıda soruşturma sürerken otobüste homurtular başlamıştı. “Türkiye’de onca yere gidiyorsun, böyle kontrol var mı?” diyordu orta yaşlı biri. “Yapsın baba yapsın,” diyordu belli ki geçmişinde devletle başı belaya girmemiş bir başkası, “onlar da görevini yapıyor.” Bense, bir öğrenci eyleminden dolayı çıkartılmış, dava kapandığı halde veritabanında silinmeden unutulmuş on yıldan daha eski bir arama emri dolayısıyla birkaç yıl önceki gibi aşağı indirilirsem söyleyeceğim şeyleri hazırlamakla meşguldüm.
Artık McEwan sayesinde mi veritabanı düzeltildiği için mi nedir, adı okunanlar arasında yoktum. Birkaç genç aşağı indirildi. Yaşlılar biraz kaygılı biraz sitemkar kaş kaldırıp baktılar: “Bu çocuklar da siyasete bulaşacaklarına okullarını okusalar olmaz mı!” Bu şehrin yolcularının ne için soruşturuldukları bellidir...
İnenler geri gelip otobüs tekrar yola çıktığında içerideki gergin hava gülümsemelerle gevşedi. Önde arkada bir iki sohbet başlarken muavin kimliklerimizi dağıtıyordu. Asker, bunca yılın deneyimiyle, iş yükünü azaltmanın yolunu bulmuştu. Tehlikeli dayanışma jestlerinin önüne geçmek için kimlikler eratça toplanıyor, ama kontrol bir kez bittikten sonra, sahiplerine geri verme işi otobüs personeline bırakılıyordu.
Şanslıydık. Peri Nehri üzerindeki Seyitli Köprüsü’ne kadar başka kontrol olmadı. Ama araba Elazığ çıkışında kırmızı ışıkta durunca, iyice ihtiyarlamış bir amca yarım uykusundan uyanıp alışkanlıkla elini cebine attı. Sonra başka kimsede hareket olmadığını görünce hüviyetini çıkarmaktan vazgeçti.
Köprüde indim, kimliğimi kontrol ettirdikten sonra köy arabasını beklemeye koyuldum. Dönüş yolundaki üç sefer dahil toplam beş kimlik kontrolüyle bu yolculuğu tamamlamayı başaracaktım. Birinde, birbirleriyle göz teması halindeki bir yığın güvenlik noktası tarafından defalarca kontrole tabi tutularak (kuşkuculuk çok sık geri tepen bir silahtır) bu yollardan geçmiş biri olarak beş kez durdurulmanın lafını etmeye değmez.
Ya da belki, değer.
Kimlik… Kontrolü… Neyi kontrol ediyorlar acaba? Bu tehlikeli şehrin yolcularının hâlâ TC “kimliği”ne sahip olup olmadığını mı? Böylesi bir şizo-ironik kuşku, olan biteni aklıselimden daha iyi açıklar sanki. Hangi “terörist”in bu aşırı ve köy-aşırı kimlik kontrolü cennetinden geçip dağlara vuracağını düşünüyorlar acaba? Böyle kaçını yakaladılar şuanaca? Bu milyonlarca kişiye onyıllarca yapılan yüzbinlerce kontrolün tek amacı, insanların, topraklarında bin yıldır düşünü kurdukları “güzel günler”in umudunu “kontrol” etmek olmasın? “Terör”ün tanımında yıldırmak fiili var mıydı?
BARIŞYILDIRIM
ÖNCEKİ HABER

Sermayenin hedefi tüm engelleri aşmak

SONRAKİ HABER

Galata’da tek seyircilik oyun oynanıyor!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...