22 Nisan 2009 00:00

UFUK

Türkiye burjuvazisinin, dünyadaki diğer sınıfdaşlarıyla kıyaslandığında onu daha “özel” kılan tipik bir özelliği var.

Paylaş

Türkiye burjuvazisinin, dünyadaki diğer sınıfdaşlarıyla kıyaslandığında onu daha “özel” kılan tipik bir özelliği var. “Burjuva demokrasisi”, “liberal demokrasi”, “temsili demokrasi”, adına ne derseniz deyin, sandığa dayalı seçme usulü üzerine kurulu demokrasilerde “arıza” olarak görülen şeyler, Türkiye burjuvazisi için adeta birer marifet!
Bir seçimden başarıyla çıkan bir partinin, burjuva siyasetin iktidarı tarafından hedefe konulup polis ve yargı yoluyla bertaraf edilmeye çalışılması ve bunun da “terörle mücadele” adına kabul görmesinin beklenmesi, Türkiye burjuvazisinin genetik özelliği durumunda.
Bütün bir devlet yapısının DTP’ye karşı AKP’nin arkasında birleştiği bir seçim sürecinde, amaçlanan sandıkta sağlanamıyorsa, o zaman DTP yeniden keşfedilerek bu sefer PKK ile bağlantılı bir senaryo dahilinde derdest edilmeye girişiliyor. Peki yasal Kürt siyaseti ile yasadışı olanı arasındaki sosyal ya da siyasal bağlam yeni mi keşfediliyor? PKK’nin silahsızlandırılmasına yönelik yasal adımların etütlerinin yapıldığı bir sürecin arkasından gelen bu müdahale, bu planın nasıl bir kırmızı çizgiye dayandığının tezahürü oldu. Ya da bu konudaki malum tavır yeniden ilan edildi.
Ancak, son birkaç yıldır, Kürt sorununda AB çözümünü savunan ve buna bağlı olarak, DTP’den kendisini PKK’den ayrıştırmasını isteyen liberal demokrat yazarlar bile, bu amaca dayandığı iddiasıyla gündeme gelen -yani PKK bağlantısının bir cezası olarak sunulan- bu operasyon karşısında tepki verdiler. Bu tepkinin sadece hükümet ile polemik halinde olan medya gruplarıyla sınırlı olmadığı da açık.
DTP’ye karşı bugün yürütülen bu baskı sürecinin, PKK’nin silahsız bir sürece kanalize edilebilmesi konusunda zaten ümit vermediği gibi, DTP’yi dağa davet eden bir minvalde ilerlediğini yazan köşe yazarlarının yaşadığı hayretin, Kürt seçmende nasıl tezahür ettiği bir hesaplansın.
DTP’ye yönelik bu baskılara karşı gerçekleştirilen eylemlerde atılan “Erdoğan şaşırma, bizi dağa taşırma” sloganı, bu ruh halinin en yalın ifadelerinden biri durumunda.
Yıllar önce DEP’lileri Meclis önünde derdest edip cezaevlerine dolduran Türkiye hakim siyaseti ve kurumlarının karşısında, bugün sayısal açıdan da etki bakımından da daha güçlü bir Kürt siyaseti olduğu biliniyor. Son seçimler de bunu gösterdi. Bu sonuç bile, TSK’nın web sayfasında dile getirilen “Terörle mücadelenin ana hedefi, terör örgütünün ve destekleyicilerinin başarı umutlarının yok edilmesidir” anlayışıyla, bu sorunun üstesinden gelinmesinin mümkün olmadığının kanıtıdır.
Çünkü sorun, bir “güvenlik” sorununa ve ona bağlı olarak bir “psikolojik üstünlük” sorununa indirgenemeyecek kadar hayati ve siyasi bir meseledir. Sorunun güvenlik boyutunun da nihayetinde bu siyasi mantığın emrinde olması gerekir. Bugüne kadar bu sorunun çözüme kavuşmamış olması da, bu ilişkide tamamen tersine işlemiş olmasından; yani siyasetin, güvenliğin emrine sokulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Süreç böyle işleyince, Kürt seçmenin sandıkta ortaya koyduğu iradede, bir “güvenlik” analizine tabi tutulmakta; AKP, CHP’ye, MHP’ye verilen oylardan çok farklı bir muamele görebilmektedir.
Ajanslara düşen son bir haberde, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay’ın, “terör örgütünün propagandasını yaptıkları” gerekçesiyle 10’ar ay hapis cezasına çarptırıldıkları bildiriliyor.
Çok açık ki, Türkiye’nin içine sürüklendiği bu gerilim sürecinin bedelini de “stres atmak için golf oynama” lüksü olmayanlar ödeyecek.
Ama bir o kadar açık olan gerçek de, bu sorunun çözümünün bu gerilimli sürecin içinden çıkacağıdır!..
FATİH POLAT
ÖNCEKİ HABER

İşkenceye Obama desteği

SONRAKİ HABER

‘Gizli toplantılara AKP’liler de katıldı’ iddiası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...