27 Nisan 2009 01:00
Geçtiğimiz hafta işçi ve emekçiler açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken iki önemli olay yaşandı. Önemli olaylardan ilki, DİSKe bağlı Tekstil İşçileri Sendikası tarafından Hürriyet gazetesine verilen ilandı. Salı günü yayınlandı ve Beş dakikanızı bize ayırır mısınız? başlığını taşıyordu. İlanın hedefinin kim olduğu ilanda yer alan şu cümlede ifade ediliyordu: Başbakan Recep Tayyip Erdoğana açık mektup.
İkincisi ise Türk Metal Sendikasının Erdemirde, Çelik-İşin ise İsdemirde yaptığı anlaşmaydı. Her iki kurum da krizdeydi, bu nedenle yapılan anlaşmaya göre çalışanların ücretleri yüzde 35 düşürülecekti.
Referans gazetesi, her iki gelişmeyi de manşetlere taşıdı. İlk gelişme Devrimci DİSKin 30 yıllık evrimi başlığıyla duyuruldu. Altında şu yorum yer alıyordu: DİSKe bağlı Tekstil İşçileri Sendikası, 1979da verdiği ilanda patronları ve hükümeti sert üslupla eleştirdi. Dün verdiği ilanda ise krizden etkilenen sanayiciye sahip çıktı, hükümete yumuşak üslupla çare önerdi her iki ilanı veren kurum da kişiler de aynı: Süleyman Çelebi ve Rıdvan Budak.
Söz konusu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can Sağlık, haberi şöyle yorumlamış: Hiç abartmıyorum; bu, bir zihniyet devrimi! Küreselleşme öldü diyenler bu devrimi iyi okusun. Devrimi yapan DİSK. Yani Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu. Fakat bu bildiğiniz dışa, devirmeye dönük siyasal devrimlerden değil. Tamamıyla içsel, dönüştürmeye yönelik zihinsel bir devrim.
Referans, ikinci gelişmeyi de büyük bir mutlulukla karşılamış; Ölüm sarmalındaki Erdemire sendikadan hayat öpücüğü başlığıyla.
İki olay da bir bütünün parçaları aslında. Kapitalizmin gelişim seyrinin, küreselleşme sürecinin sonuçları.
Söz konusu sürecin çalışma koşullarını, sendikaları, dünya ekonomisini getirdiği noktanın sonuçları. Eyüp Can Bey bir konuda haklı. Küreselleşme ölmedi. İşçi ve emekçiler için devam ediyor. Çöken küreselleşmenin iddiaları ve değerleri oldu. Yoksa sermaye birikim mantığı aynı şekilde uluslararası boyutta sürüyor. Bu nedenledir ki her iki olay da çok iyi değerlendirilmeli. Bir bütünlük içerisinde çok doğru okunup, doğru sonuçlar çıkartılmalıdır. Elbette ki emekçiler açısından
YENİ DEĞİL
BU ALKIŞLAR
Her ne kadar bu bir zihniyet devrimi denilse de bu olay ilk değil. Hemen 2005 1 Mayısında yaşananları hatırlayalım. DİSK o 1 Mayısa sevgi insanı işçi imajlı sloganların yazılı olduğu dövizlerle katılmıştı: Fabrikamı seviyorum, Evime ekmek götürmeyi seviyorum; şunu seviyorum, bunu seviyorum Söz konusu sloganlar birçok yayın organında DİSKin modernleşmesi olarak sunulmuştu.
Öyle ya, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayısta, mücadele yok, kavga yok, sevgi var. İşyerine, patrona Dünyanın bütün ezilenlerinin, sömürülenlerinin, mazlumlarının protestolarını topluca dile getirdikleri günde protesto yok, patrona çağrı var. İşyerinin geleceği için patronla ortak mücadele çağrısı
İşçilerin, kapitalistle çıkar karşıtlığını unutturan DİSKin bu çağrısı, o gün de büyük dönüşüm olarak alkışlanmıştı.
Bugün yine aynı noktadan alkış var. Referans gazetesindeki köşesinde Jale Özgentürk şöyle sesleniyor patronlara: DİSK 30 yılda bu noktaya geldi. Patrona sahip çıktı. Şimdi patronların da sendikalara, işçilere sahip çıkması gerekiyor. İlk adım 1 Mayıs olmalı. TÜSİAD başta olmak üzere işverenler, 1 Mayısın Taksim Meydanında kutlanması için DİSKin yanında yer alsın. Yürü bre devrimci burjuvazi!
Ne çağrı yeni, ne de alkışlar. Marxın hatırlandığı ve adından çokça söz edildiği bir yılda krizden çıkarılması gereken sonuç bu mudur? Çalışma dünyasında büyük sorunların yaşandığı, işsizliğin had safhada olduğu bir dönemde, artı-değer sömürüsü vb. tespitleri unutmak, nasıl bir değişimdir? Nereye doğru bir evrimdir?..
İşsizlik İşçiyi bunaltan baskılar İşyerlerindeki keyfiyet Patronlar ve patron temsilcilerinin hak-hukuk tanımazlığı Ve daha birçok olumsuzluk artıyor. Böylesi bir süreçte işçi hareketinin birleşip daha devrimci bir çizgiye yönelmesini sağlayan formülasyonlar ortaya koymak yerine uzlaşmaya yönelen bir evrim
Bu evrimin sendikal hareket ve emekçiler açısından doğuracağı sonuçları ve evrimin gerekçesini oluşturan tezleri iyi irdelemek gerekir.
KRİZ, ÇIKARLARI
ORTAKLAŞTIRDI MI?
Rıdvan Budak, verdikleri ilan için şöyle diyor: Bugün verdiğimiz ilan farklı. Şu anda küresel bir ekonomik kriz yaşanıyor. Krizde bizim için önemli olan Ahmetin Mehmetin fabrikasının kurtarılması değil sanayinin ayakta kalması, istihdamda yaşanan kayıpların giderilmesi, yeniden aş, iş, üretim, ihracat ve iç tüketimin canlandırılmasıdır.
Kriz döneminde sanayicinin çıkarlarıyla işçinin çıkarlarının ortaklaştığını vurguluyor. Emek ve sermayenin uzlaşmaz çelişkisini vurgulayan ve sınıf mücadelesini temel ilkesi olarak kabul eden 30 yıl önceki DİSKten bugün, patronlarla çıkarlarımız aynı diyen DİSKe gelindi. Budakın ilanı sanayiciden de tam destek aldı. Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Ahmet Nakkaş, kayıtlı 170 bin işçi işini kaybetti. Bu durum nedeniyle sendikalarla aynı masada çözüm arıyoruz. Projelerimizi paylaştık diyor.
Gerçekten o günden bugüne emek sermaye çelişkisi, DİSKin çizgisini değiştirdiği biçimde farklılaştı mı?
Aradan geçen 30 yılda emekle sermayenin çıkarları ortaklaşmış olsaydı, en azından sınıflar arası paylaşımın daha dengeli ve düzenli olması, gelir dağılımının daha eşit, çalışma standartlarının daha yüksek, demokrasinin daha ileri düzeyde olması gerekmez miydi? Bunun böyle olmadığı, hatta her anlamda büyük bir geriye gidiş olduğu bizzat DİSKin yayımladığı son dönem raporlarında mevcut. Ha! Bugüne kadar yoktu ama şimdi kriz ortamında şirketler yaşamalı ki, işçilerin de bir işi olsun. Bu süreçte çıkarlar ortaklaştı, deniyor olabilir.
Acaba bu gerçekten böyle mi? Patronlarla ortak çözüm arayışı kurtarıcı olabilir mi? Tüm sosyal hakların geri götürüldüğü; yoksulluğun, işsizliğin daha da arttığı bir gerçek. Önümüzdeki dönemde bunun daha da artacağı kesin. Yüzde 15ler düzeyinde bir işsizlik gerçeği ile karşı karşıyayız. Uzun süre yüzde 13lerin altına inmesi beklenmiyor. Küresel krizin etkilerinin henüz hissedilmediği 2008 yılı ve öncesinde Türkiyede yüzde 9 gibi yüksek bir doğal işsizlik seviyesi oluşmuştu. (Hemen hatırlatalım: Bu düzey Türkiyede 2001 krizinden sonraki süreçte sermaye ile birlikte yaratılan çözümün kaçınılmaz sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. Üstelik gerçek işsizlik, bu resmi rakamın çok daha üzerindedir). Şimdi küresel krizle birlikte doğal işsizlik düzeyinin daha yüksek bir seviyeye oturacağı hemen herkesçe kabul ediliyor. Üstelik söz konusu tablo, bir dünya gerçeği halini almış durumda. Kriz kahini olarak adlandırılan Ekonomist Nouriel Roubiniye göre gelişmiş ülkelerdeki işsizlik oranı da yüzde 10un üzerine çıkacak.
Sermaye bu süreçte daha az işçi çalıştırarak daha fazla üretim yapmak istiyor. Nitekim kriz gerekçesi ile işçi çıkardığı halde üç vardiya üretime devam eden işyerleri var. Geçen yılı kârla kapatan 17 borsa şirketi, Eylül 2008den bu yana binlerce işçi çıkardı. Böylesi birçok örnek var. Birçok patron krizi fırsata çevirmiş...
Sermayenin krizden çıkış taktiklerinden biri toplusözleşmede az zam ya da sıfır zammı dayatmak. Şimdi bunlara bir de ücretleri düşürmek eklendi. İşsizlik ve çalışma koşullarının kötüleşmesi de sermayenin üretimden birikim yapmasını hızlandıracak. Emek-gücü verimlilik ve üretkenlik adına sermaye için daha bir uygun hale getirilecek. Rıdvan Budak ve DİSK yöntemiyle yollar üretime açılacak. Ama işçilerin işsiz kaldığı, işini koruyanların da yoksullaştırıldığı bir ortam oluşturularak. Sermayedarların birikimi artarken hiç bir patron, Sendikalarla ortak çözüm arıyoruz. Gel birikimimizi paylaşalım demeyecektir. Ya da Ey DİSK! Sen bizim çıkarlarımızı hükümete karşı savundun. Gel bizim işyerinde örgütlen de demez.
ANLAŞMAYA BAK!
Erdemir ve İsdemirde patron ile Türk Metal ve Çelik-İş sendikaları anlaştı. Hiçbir işçinin atılmaması koşuluyla ücretler 16 aylığına yüzde 35 indirildi. Gerekçe; kurum krizden ağır bir darbe aldı ve siparişleri durdu. Birileri bunu, örnek bir dayanışma olarak alkışlarken, Türk Metal de şöyle meşrulaştırdı: Yönetim 400 kişiyi işten atacaktı. Anlaşmamız arkadaşlarımızı kurtardı.
Erdemirin sahibi Oyak Holding Yönetim Kurulu başkanı, bundan 6 ay önce, Bütün dünya krizde kıvranırken, Oyak Holding olarak elimizde 3.5 milyar dolarlık nakitle dolaşıyoruz. Fırsatları kaçırmak istemiyoruz. Yurtdışında yatırım yapacak yer arıyoruz gibi laflar etmişti. Şimdi sormak lazım: Bu kadar nakit birikirken işçiye fazladan pay verdiniz mi? Şimdi zarar neden işçiye ödetiliyor?
Peki 16 ay sonra zam yapılacağının garantisi ne? Zam yapılacaksa, zam ücretler düşürülmeden önceki düzeyi üzerinden mi yapılacak, yoksa yüzde 35 indirilmiş halinin üzerinden mi? Üstelik işler holding açısından kötüye giderse işçi çıkarılmasının önüne kim geçecek? Türk Metal mi, Çelik-İş mi?..
Sorular çok safça gelebilir. Çünkü bu soruların cevapları 2001 krizinden sonra somut yaşananlar üzerinden verildi. O dönem düşürülen ücretler hâlâ, aradan geçen onca zamana rağmen reel anlamda o zamanki düzeyine gelemedi. Üstelik büyüme rekorları kırılmasına rağmen. Büyüme olursa işsizliğin azalacağı, artan pastadan herkese bir pay düşeceği masalı bitti. Alınan pay değil işsizlik arttı. Emekçilere aldıkları bile çok görüldü. IMFnin temsilcisi Anna Krueger gibiler, asgari ücreti düşürün, emekli maaşlarını azaltın talimatları verdi.
Bölgesel asgari ücret gibi kendi Çinini yaratmaya dönük öneriler yükseldi, patron ve sözcülerinden.
Aslında olanlar kapitalizmin muhtevasına uygundu. Kapitalist sistemde esas olan herkese iş olanağı yaratmak, pastadan artışa bağlı olarak bir pay vermek değildir. 1980 sonrasındaki ekonomik gelişmeler, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için ekonomik büyüme ile istihdam ve gelir bölüşümü arasında doğrusal bir ilişki olmadığını ortaya koyuyordu zaten.
Bu süreçte işçi ve emekçiler iki türlü bir baskı altına alındı. Birincisi, teknolojik yenilenmeler emek-gücünün yerine ikame edildi ve işçiler üretimin dışına itildi. İkinci olarak, işletmelerin yönetim biçimi de değiştirildi. Yıkıcı bir rekabet ortamında maliyetleri düşürmek için çok sayıda işçi çalıştırmak yerine az sayıda işçi ile aynı üretimi gerçekleştirmek ön plana çıkarıldı. Verimliği artıracak her yeni yöneliş, az işçi ile aynı üretimi yapacak arayışları pekiştirdi. Sermayenin kâr oranlarını artırırken, emekçilere düşen düşük ücret, daha fazla yoksullaşma oldu.
Şimdi 2001 yılında ödenen bedelden (ucuz işçilik, çok çalışma, yüksek işsizlik) fazlasını istiyorlar. Sermaye örgütleri, 2001 krizinde de gözlemlendiği üzere uzun süredir çıkarmak istedikleri yasal düzenlemeleri krizle birlikte hızla hayata geçirmek istiyorlar. Kriz gibi konjonktürel bir durumdan yararlanarak sermayenin uzun erimli çıkarlarını hayata geçirmeyi düşünüyorlar. Örnek olarak kıdem tazminatına yönelik talepler, İşsizlik fonunu kullanma, istihdam vergilerinden kurtulma, bölgesel asgari ücret gibi istek ve beklentilerini hayata geçirmeyi hesaplıyorlar. Bir kısmını şimdiden hayata geçirdiler bile.
BAŞKA
BİR HAYAL GEREK
Hızla patronların hayal ettiği bir dünyaya doğru gidiliyor. Yoğun işsizler ordusu olacak. Patronlar, adına esneklik denen model sayesinde, işçileri istediği zaman istediği an çalıştıracak. Bir fabrikadan alıp istediği fabrikaya gönderebilecek. Eee sendikalar ne yapacak: Diyalog! Sermayenin hayal ettikleri olacak ama diyalog aracılığıyla olacak. Türk Metalin yaptığı gibi
Sendikal hareketin ortaya çıktığı ve en hızlı gelişme gösterdiği ülkelerin hemen tümünde 1970li yılların sonrasında sendikalaşma oranı hızla düşmeye başladı. 1970li yıllara kadar uzanan uzlaşma ve kapitalizmin koşullarıyla uyumlaşma mantığının doğal bir sonucuydu bu. Böylesi uyum, 1970li kapitalizmin krizini sendikaların krizi haline dönüştürüverdi Kapitalizm krizini küreselleşme süreciyle aşmaya çalışırken, sendikaları da dönüştürdü. Sendikalara biçilen yeni rol kapitalizmi meşrulaştırmak oldu.
Ne diyor Referans gazetesi, DİSKin evrimine ilişkin haberinde: Çin, Hindistan gibi ucuz işgücü nedeniyle eski sendikal anlayışların giderek yok olduğu bu dönemde en büyük darbeyi ise emek yoğun sektör olan tekstil ve hazır giyim yiyor. Bu sektörlerde 30 yıl önce mevcut çalışanlarda yüzde 50 olan sendikalı işçi oranı, bugün yüzde 3leri bile bulmuyor.
Doğru tespit baş aşağı duruyor. Üye kaybı doğrudur fakat sebebi eski sendikal anlayış değildir. Tam tersine, sürece uyumdur. Küresel rekabetin kaçınılmaz olduğuna yönelik söyleme itibar ve intibak eden sendikalar, elbette üye kaybederler. Rekabet kaçınılmazsa, sendikanın tasfiyesi de (rekabeti engelleyen faktör olarak) kaçınılmazdır. Sendikal anlayış, rekabetle uyumlu değil çatışan olmalıdır.
Sendikalar güç kaybediyorlar ama bunu dert etmek yerine sermayenin derdine düşüyorlar: Sanayici tefecilerin eline düşmüştür. Ancak sanayi örgütleri sorunlarını güçlü bir şekilde dile getirememektedirler, çekingendirler. DİSK Tekstilin ilanındaki bu cümle vay be dedirtiyor. Zavallı TÜSİADı devrimci sendika koruyor. Yüksek sigorta primi, yüksek vergi, yüksek enerji fiyatları ile sorun çözülemez diyor aynı ilanın bir başka cümlesi. Bu ülkede vergi yükünün kimin üzerine yıkılmış olduğunu elbette DİSK biliyordur. Olsun, zaten sermaye ödediği miktardan da kurtulmak istiyor. Hatta şimdiki işçi ücretlerinin düzeyinden ve var olan sosyal hak kırıntılarından da DİSK de yardımcı olmaya hazır ve şöyle diyor: Bu çağrıyı karşıtlıklar üzerinden değil ulusumuzun barış içinde yaşamasının güvencesi olarak gördüğümüz için yapıyoruz.
Bir tarafta işsizler, açlar olacak. Çalışanlar da yoksulluk içinde boğuşacak ama barış sürecek. Böylesi bir barış üretim adına denilerek meşrulaştırılıyor. Peki üretim sermayenin istediğinin aksine şöyle talep edilemez mi: Evet, üretim ama tek bir işçi arkadaşın bile işten olmama halinde üretim. Bu da yeterli değil, aynı zamanda ücret ve yaşam koşullarında en küçük bir gerileme olmadan üretim. Çalışmanın kuralsızlaştırılarak, yoğunlaşarak artmasına yol açmadan üretim.
Böyle talep edilirse karşıtlık başlar. Oysa sendikalara biçilen rol bu değil.
Sermayenin hülyası bu: Ucuzluk, kuralsızlık, rekabet ve üretimin devam etmesi için bunları gözeten sendikal anlayış.
Referansın arka arkaya iki gün DİSK ve Türk Metalin tutumunu manşet yapması tesadüf değil. Sermayenin sözcüsü bir gazete olarak sermayenin hayalinin gerçekleşmesinin coşkusunun yansıması Ne diyordu Eyüp Can: Küreselleşme öldü diyenlere duyurulur! Sermayedarların ve küreselleşmecilerin yıllardır tu kaka olarak tanımladıkları devlete/hükümete yönelerek kurtarma planlanı istemeleriydi; küreselleşme öldü tespitine yol açan. Yoksa biliyorduk ki sermaye her ihtiyaç duyduğunda devleti kullanıyordu. Biliyorduk ama neredeyse 30 yıldır kamu harcamalarının faiz dışında kısılmasını talep eden sermayedarlar ve onların organik aydınları, şimdi yaratılan hayali paraları kurtarmak istediklerinde de, Ne oldu canım küreselleşmenize demeden de edemedik. Krizin üzerine kürekle, çuvalla dolar saçılması karşısında, sağlık, eğitim, barınma gibi insanlar için en çok zorunlu olan alanlarda kısıntıya gidilmesini teşhir ettik.
Küreselleşme budur, bundan sonra da bu olacak. Elbette krizden çıkmak için sermaye yine, küresel yağma alanları için devleti göreve çağıracak. Ama aynı devletten emekçileri kendisine yem etmesini isteyecek. Sendikalar bu süreçte sermayenin hayaline ortak olmamalı. Başka hayaller kurmalı! Sendikaların sınıfsal bir perspektif (karşıtlığı gözeten) içerisinde tüm emekçi kitlesini kapsayacak bir anlayışla sermayeden ve devletten bağımsız olarak işçi sınıfının çıkarları için mücadele etmesi gerekir. Aksi halde, kapitalist sisteme bağımlılığı devam eden bir sendikal anlayış, işçi sınıfı adına hiçbir işlevselliği olmayacağı gibi işçi sınıfı mücadelesini engelleyen bir unsur olacaktır. Tıpkı, kendisine, ulusal barışı korumak adına, yoksulluğa ve geleceksizliğe karşı olası bir isyan durumunda tampon olma görevi biçen sendika örneğindeki gibi...
Bülent Falakaoğlu
Evrensel'i Takip Et