02 Mayıs 2009 00:00

Köprüde gelecek korkusu var

İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma kategorisinde verilen ilk Altın Lale Ödülü, Aslı Özge’nin ikinci uzun metrajlı filmi “Köprüdekiler”e gitti. Yönetmenin deyişiyle “hayatları geleceklerinin belirsizliğinden kaynaklanan bir korkuyla şekillenen” insanların öyküsü “Köprüdekiler”.

Paylaş

İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma kategorisinde verilen ilk Altın Lale Ödülü, Aslı Özge’nin ikinci uzun metrajlı filmi “Köprüdekiler”e gitti. Yönetmenin deyişiyle “hayatları geleceklerinin belirsizliğinden kaynaklanan bir korkuyla şekillenen” insanların öyküsü “Köprüdekiler”.
Aslı Özge, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon bölümü’nden mezun olmuş, sonra da Berlin’de yaşamaya ve sinema yapmaya başlamış. 2003 tarihli ilk filmi “Biraz Nisan”, Berlin’de yaşayan insanların hikayesini anlatıyordu. Belgesel filmi “Hesperos’un Çömezleri” ise 2005 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin belgesel bölümünde yarışmıştı.
“Köprüdekiler” ise belgesel olarak başlamış ama sonradan kurmaca olmasına karar verilip bir senaryoya uygun çekilmiş. Senaryoda, oyuncuların çoğu kendilerini oynamışlar. Birkaç profesyonel oyuncu var, bir de memurların oyunculuk yapması yasak olduğu için polis memurunu, gerçek polisin kardeşi oynamış.
Film, üç kişinin ve çevresindekilerin öyküsüne odaklanıyor. Boğaz köprüsü’ne doğru trafiğin sıkıştığı bir noktada gül satan Roman bir genç, yeni evli bir dolmuş şoförü ve bir trafik polisi... Üçünün de hayatları köprü civarında geçiyor ama bir defadan fazla kesişmiyor. Yönetmen, daha çok mekanların ortaklığından ve “gelecek korkusu” duygusunun benzerliğinden, onları yan yana getirmeyi seçmiş. Sanki her biri hayatlarında köprüden önceki son çıkışı arıyor, ancak bulamıyorlar.
Aslı Özge ile “Köprüdekiler”i ve köprüye çıkan yolları konuştuk.
Sinema çalışmalarınıza belgeselle başladınız diye biliyoruz. ‘Köprüdekiler’i de başta belgesel olarak tasarladığınızı söylemiştiniz. Neden bu kez kurmaca oldu? Hem ‘Köprüdekiler’in neden belgesel kalmasını istemediniz, hem de genel olarak belgeselden kurmacaya neden yöneldiniz?
Ben kurmacadan gelen bir yönetmenim, ilk uzun metrajlı filmim “Biraz Nisan”, daha öncesinde yaptığım kısa filmlerim de kurmaca. Bir tek 2005’te üç berber üzerine küçük bir belgesel yapmıştım. “Köprüdekiler”i belgesel olarak planlamıştım, ancak dediğim gibi, ben kurmacadan gelen bir yönetmenim ve olaylara, karakterlere ya da oyunculara çok müdahale ediyorum. O zaman da işin spontanlığı kayboluyor ve belgeselden uzaklaşıyor. Araştırma yaparken tanıştığım filmin ana karakterlerinin bana anlattıkları kendi hayat hikayelerinden esinlenerek bir senaryo yazdım ve o rolleri de kendilerine oynattım sonuçta.
İkinci uzun metrajlı filminizle ödül aldınız; İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale’sini. Hem de bir derdi olan, memleketin bugününe ilişkin bir fotoğraf çizmeye çalışan bir ilk filmle. Bu nasıl bir his?
Çok sevindim. Farklı sinema dili arayışlarının bu şekilde değerlendirilmesi ayrıca cesaret verici.
Festivalde birlikte yarıştığınız filmlerde böyle bir ortak duygu uyanıyordu: ‘Uzak İhtimal’, ‘Kara Köpekler Havlarken’, ‘Başka Semtin Çocukları’, diğer birçoğu kendi yaşadığı mahalleyi anlatan ya da ülkenin genel durumuna göndermeler yapan; kimi yoksulluğu, kimi din meselesini işleyen filmlerdi. Sizin filminizi de bu kapsama dahil etmek gerektiğini düşünüyorum. Siz Türkiye sinemasının böyle ‘söylecek sözü olan’ filmlerle birlikte bir yol aldığını mı düşünüyorsunuz? Geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Gelecekle ilgili konuları konuşmak için erken. Bu yönetmenlerin sonraki filmlerini beklemek gerektiğini düşünüyorum.
‘Köprüdekiler’deki gül satıcısı Roman genç, bekar Kayserili polis memuru ve yeni evli dolmuş şoförünün sorunlarının, hayatlarının ortak ya da benzer olduğunu mu düşünüyorsunuz? Polisle, polisten kaçarak çalışan genç ya da onun durdurduğu şoför, nasıl bir yerde buluşabilir?
Hepsinin hayatlarının “geleceklerinin belirsizliğinden” kaynaklanan bir korkuyla şekillendiğini düşünüyorum. Köprüde buluşan 3 kişi yerine, birbirlerinden haberdar olmadan her gün aynı yolu kullanan ve birbirlerine teğet geçen hayatları anlatmak istedim.
‘Köprüdekiler’in oyuncuları kendilerini oynadılar. Nasıl buldular perdede izleyince, tepkiler alınca neler hissettiler?
Fikret ve rol arkadaşı İbo, hayatlarında ilk defa sinemaya gittiler, kendilerini perdede gördüler. Çok heyecanlandılar tabii ki. Ama tepkilerden, filmden ve ilgiden çok memnunlar.
Festival, bize belgesel alanında da çok güçlü bir damar olduğunu hatırlattı. Siz belgeselciliğin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belgesel formatının içinde de bir kıpırdanma olduğunu düşünüyorum. Werner Herzog’un bu konuda bir konuşmasını dinlemiştim. Son dönem televizyonlarda ilgi gören reality show programları yüzünden gerçek algısının değiştiğinden, neyin gerçek olup olmadığından çok yönetmenin kendi gerçekliğini yaratmasının öneminden bahsediyordu.
Berlin’de yaşamaya ve sinema yapmaya devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm, burada sinema okudum. İlk defa 2000’de Berlin’e gittim. Şu an hem İstanbul’da hem de Berlin’de oturuyorum. Bir sonraki projem yine “Köprüdekiler” gibi İstanbul’da geçiyor, çekimler burada olacak. Daha çok senaryo yazma, geliştirme ve projenin finans arama dönemlerini Berlin’de geçiriyorum.
Bundan sonraki projelerinizde ne var?
Bundan sonraki projemin ismi “Soluksuz”. İstanbul’da burjuva bir ailenin fertlerinin birbirlerinden bağımsızlaşma çabalarını anlatıyor. Bu projeyle 2005’te Selanik Film Festivali’nde Balkan Fonu’ndan senaryo geliştirme desteği almıştım, ondan beri üzerinde çalışıyorum. Kalabalık bir oyuncu kadrosu var ve profesyonel oyuncularla çalışmayı düşünüyorum. (İstanbul/EVRENSEL)
Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

Bunlar da ‘60’ların işçi filmleri!

SONRAKİ HABER

‘Denetim dışı alan kalmasın’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...