03 Mayıs 2009 00:00

Babillileştirebildiklerimizden misiniz küreselleştirebildiklerimizden mi?

Çok bildik bir efsane, “Babil Kulesi”(*)… Tekvin’de geçtiği biçimiyle “Babil” (Akadcadaki “Babili” sözcüğünden, Batı dillerindeki “Babylon” sözcüğüne kadar ortak bir ifadedir bu) “Tanrının Kapısı” anlamına gelmektedir.

Paylaş

Çok bildik bir efsane, “Babil Kulesi”(*)… Tekvin’de geçtiği biçimiyle “Babil” (Akadcadaki “Babili” sözcüğünden, Batı dillerindeki “Babylon” sözcüğüne kadar ortak bir ifadedir bu) “Tanrının Kapısı” anlamına gelmektedir. Efsaneye göre; Tanrı’nın belirlediği sınırı aşmayı hedefleyen, diğer bir deyişle “tanrılaşma”ya kalkışan insanoğlu, bu uğurda bir kule yapımına girişmiş ancak bu çabası Tanrı tarafından boşa çıkartılmıştır. Kuleyi yıkmakla yetinmeyen Tanrı, o güne dek tek bir dil konuşan bütün insanlığın dilini de karıştırmış ve kimsenin kimseyi anlayamaz hale gelmesini sağlamıştır.
Oysa dil olgusu bu efsaneye sığmayacak denli derin bir konudur. Ünsal Oskay’ın deyişiyle, söz (dil) insanın dış dünya ile varoluşunu sürdürmek için giriştiği etkileşim sonunda ortaya çıkmıştır. Bunun için dil ve düşünce tarihsel ve toplumsal bir nitelik taşır. Dil, insanlar arasında gelişkin bir iletişime geçişi sağladığı gibi, her kuşağın çeşitli zahmet ve acılarla elde edebildiği sınama-yanılma sonucu bilgileri, becerileri ve bunları kutsayan değer, inanç ve ritüelleri bir sonraki kuşaklara aktarmak üzere tutanaklandırmakta, saklamakta, aktarmaktadır da. Dil, topluma geçişin en etkin aracı ve düzenleyicisidir ve dil aracılığıyla aktarılan anlamlar kolektif olarak üretilmektedir.(1)

İngilizce dünya
Bugün hemen hemen herkesin neredeyse tek dil haline gelen İngilizce’yi tercih ettiği/konuştuğu bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşme adı altında her şey gibi diller de “tüketim”den ve “tektipleşme”den nasibini alıyor. 19. yüzyılın ulus devlet anlayışında belki de en merkezde duran birleştirici unsur olan “dil”, bugün dünyanın en şoven ülkelerinde bile ölçüt olarak geri plana düşmüş durumda. Bir İtalyan, İsveçli, Brezilyalı, ya da Taylandlı, yani dünyanın herhangi ülkesinden herhangi biri, günlük yaşamında her ne kadar hâlâ anadilini konuşuyor olsa da, kendi anne ve babasından çok daha fazla bir biçimde başka dilleri, özellikle de İngilizce’yi konuşuyor. Teknoloji başta olmak üzere, başka coğrafyalardan, başka ülkelerden, başka kültürlerden aktarılan her şey aktarıldığı ülkenin ve halkın dilini de beraberinde getiriyor. “Küreselleşebilmek” için tek ve ortak bir dil zorunlu hale gelmiş gibi. Adeta, efsaneyi doğrularcasına, “tek dilli” Babil öncesine doğru emin ve hızlı adımlarla ilerliyoruz.
Oysa dil üzerine en saygın envanterleri bulabileceğimiz yayın olan Ethnologue’a göre, 20. yüzyılın sonlarında dünyada 39 bin 304 farklı ad altında 6 bin 703 dil varlığını sürdürmektedir. On binlercesini ise tarihin karanlık sayfalarında unuttuk gittik. Kaydı tutulanlar, yazılı edebiyatı olanlar dışındakilerin adını bile bilemiyoruz… Bugün yaşayan dillerin dünya üzerindeki dağılımı ve konuşucu sayılarına bakıldığında ise, dillerin yok olma tehlikesi çok belirgin bir biçimde karşımıza çıkıyor. Bugün dünyada 100 milyondan fazla konuşucusu olan sadece 10 dil var: Mandarin, İspanyolca, İngilizce, Bengalce, Hintçe, Portekizce, Rusça, Japonca, Almanca, Arapça. Bu 10 dili toplamda 2.7 milyar kişi konuşuyor. Konuşucu sayısına göre ilk 20 dili dikkate aldığımızda ise rakam 3.5 milyara ulaşıyor; yani dünya nüfusunun yarısından fazlasına... Dünya dillerinin sadece yüzde 4’ünün nüfusun yüzde 96’sı tarafından konuşulduğunu biliyoruz. İstatistiğe tersinden bakarsak, dünya dillerinin yüzde 96’sının nüfusun yalnızca yüzde 4’ü tarafından konuşulduğunu görürüz. Dünya dillerinin dörtte biri 1000’den ve yarısı 10 binden az kişi tarafından konuşuluyor…(2) Uzmanların tahminleri doğru çıkarsa bugün konuşulan dillerin yarısından fazlası, kimine göre ise en az 5 bini, 21. yüzyılda tarih sahnesinden silinmiş olacak. Yani insanlığın ortak belleğinin bir taşıyıcısı olan “dil”lerin pek çoğu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Dil, bir anlatım, anlaşma aracı olmanın ötesinde işlevler de üstlenmiştir zaman içinde. Örneğin, bireyin dahil olduğu etnik grubu tanımlayan en önemli “kartvizit”lerden biridir. Hem aidiyet duygusunu temsil eden, hem birikimlerin aktarımını, kültürün sürekliliğini sağlayan bir araçtır dil. Bir dile yapılacak en büyük haksızlıklardan biri, onun konuşulmasının yazılmasının engellemesi ise, bir diğeri de onu kullanıcısının asli ve hayati bir değeri olmaktan çıkarıp, tartışanların politik bir malzemesine dönüştürülmesidir. Yani “öteki”nin sahip olduğu “sıradan” bir zenginliğin; tartışmaların merkezinde tutularak “öteki”leştirmenin “günahkar” bir aracı haline getirilmesidir.

Dil vazgeçilmezdir
Bir belgesel sinemacı olarak, her dilin öncelikle kültürel sürekliliğin bir vazgeçilmezi olduğuna ve her dilin ama her dilin yaşaması ve yaşatılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü her dil, insanlığın ortak mirasıdır. Bilgi birikiminin en önemli taşıyıcısıdır, tarihin arşividir… Ve her dilin de özellikle doğduğu coğrafyada, onu üreten ve var eden kültürel ortamın içinde yaşayabileceğine inanıyorum. Örneğin, Türkiye’de yaşayan Süryaniler arasında Süryanice dilini konuşan insan sayısı çok az, okuyup-yazabilen ise çok daha az; istatistiki bilgiler sağlıklı olmamakla birlikte Türkiye’deki Süryaniler arasında bu dili okuyup-yazabilen oranı yüzde 1. Dünyada da rakam pek iç açıcı değil: yüzde 5. Oysa bu dil bugün dünyada hâlâ hem konuşulan hem yazılabilen en eski üç dilden biri. Burada önemli bir başka noktanın daha altını çizmek lazım. Bir dil yazılabildiği takdirde geleceğe kalabiliyor. Bugüne dek dünyada ortaya çıkıp kaybolan ya da hâlâ varlığını sürdüren diller arasında yazılı edebiyat üretmiş dil sayısı sadece 106, hâlâ yaşayabilen ise sadece 78!(3)

Dilin yılı oldu da ne oldu
Tüketim dünyasının en önemli “icat”larından biri de “mühim günler”. 365 günde bir gün bir şeyi öylesine sahipleniyoruz ki, geride bıraktığımız 364 günün kefaretinden kurtuluyoruz. Anamızı, babamızı, sevgilimizi icat edilen o mühim günde bir günlüğüne sevmemiz onları her gün sevmemizden çok daha önemli… Bence “anadil günü” de bundan farklı değil… Hoş, bu tüketim dünyasının içinde, değil “gün”, “yıl” olarak ilan edilenlerin bile pek bir önemi yok. Örneğin 2008 yılı Birleşmiş Milletler tarafından “Uluslararası Diller Yılı” ilan edildi de ne oldu? Kaç ana dil, yok olmaktan uzaklaştırıldı? Kaç ana dil geleceğinden daha emin? Bugün dünyanın en emperyalist dili olan İngilizce bile, çok büyük bir değişim tehlikesiyle karşı karşıya. Gittiği ülkenin diliyle kaynaşarak Hint İngilizcesi, Çin İngilizcesi, Kenya İngilizcesi oluyor… Evet, diller de yaşayan organizmalar gibidir. Değişir, gelişir; ama burada kastettiğim bir zenginleşme değil; “tüketme”, “tüketilme”, “tükenme” meselesi.
Babil öncesinin tek dilli dünyasına doğru hızlı adımlarla yaklaşırken, en azından kendi coğrafyamızda gerek kitlesel olarak konuşulan gerekse tek tük konuşucuları bulunan dilleri korumak, konuşmak, konuşturmak için çaba sarf etmek gerekiyor. “Dil”lerin ötekinin ötekileştirilmesi için bir amaç olarak değil, anlaşabilmek için bir araç olarak görülmesi dileğiyle…

Dipnotlar
(*) Babil Kulesi: Babil şehrinin Ziggurat tapınağı Etemenanki’ye benzeyen; Borşippa’da (bugünkü Birs Nimrud) bulunan, Babil’in Bilgelik ve Yazı Tanrısı Nabu ya da Nebo’nun tapınağına verilen addır. Özellikle Orta Çağ tasvirlerinde salyangoz kabuğu biçiminde yükselen bir rampa biçiminde gösterilmiştir. Bir Yahudi efsanesine göre, göğe doğru yükselen bu kulenin inşaatında bir gün işçilerden birisi yapının tepesinden düşer ve ölür. Ancak insanlar bir an önce Tanrı’nın yanına çıkmaya çalıştıklarından işlerine ara vermez, düşen işçinin ölüsüyle hiç ilgilenmezler. Birkaç gün sonra, bir taş yerinden oynar ve aşağıya düşer. Yapıcıların, iş takvimi ve maliyet nedeniyle canı çok sıkılır. Çünkü aşağıya düşen bir taşın tekrar yukarıya çıkartılması çok uzun zaman almaktadır; bu nedenle de, aşağıya düşen bir taş aşağıya düşen bir işçiden çok daha değerlidir. Tanrı bütün bunların sonucunda, yapıcıların lisanını (İbranice) birçok dile bölerek cezalandırır. Var güçleriyle yapıyı bitirmeye çalışan insanlar artık birbirlerini anlayamaz ve birlikte çalışamaz hale gelmişlerdir; dünyanın dört bir yanına dağılırlar. “Babil” sözcüğü, etimolojik olarak “bll” (karıştırmak) kökü ile de ilişkilendirilmektedir.
(1) Ünsal Oskay, XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri Kuramsal Bir Yaklaşım, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 495, Ankara, 1982, s.312-318.
(2) David Crystal, Dillerin Katli, çev. Gökhan Cansız, Profil Yayıncılık: 63. İnceleme-Araştırma: 6, İstanbul. Ekim 2007, s.28.
(3) Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi, Çev. Sema Postacıoğlu Banon, Metis Yayınları, üçüncü basım, İstanbul, Ocak 2003, s.19.
Hakan Aytekin
ÖNCEKİ HABER

‘Ölü mü denir şimdi onlara’

SONRAKİ HABER

İşçiyiz, robotuz, hayat biziz...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...