03 Mayıs 2009 00:00
Amatör tiyatrocuların Antalyadaki şenliğinden geliyorum
Konyadan sonra, geçen haftayı da Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğu tarafından gerçekten bin bir meşakkatle düzenlenen 3. Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali için Antalyada geçirdim.
Konyadan sonra, geçen haftayı da Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğu tarafından gerçekten bin bir meşakkatle düzenlenen 3. Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali için Antalyada geçirdim. Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğu 1995 yılında Öğretim Görevlilerinden Ayhan Akalın tarafından kurulan, Antalya Devlet Tiyatrosu Sanatçılarından Reha Özcanın birkaç oyunda reji çalışması yapması; Süheyle Güzelin ses, diksiyon, beden dili, mimik, oyunculuk dersleri vermesiyle ilerleyen bir topluluk. Gençler, nedendir bilmem 1998 yılında Devlet Tiyatrosu sanatçılarıyla yollarını ayırmışlar, tamamı öğrencilerden oluşan, öğrenmenin ve öğretmenin içi içe geçtiği bir yapı benimseyerek bugünlere kadar yol almışlar. Ne tuhaf! Bu üniversitenin tiyatro bölümü yok, ama tiyatrocuları var. 19982003 yılları arasında Taşkın Çolak işin başını çekmiş, 2003den günümüze kadar da Gürkan İltuş eğitim çalışmalarını üstlenmiş.
Altı gün süren festivalde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarından Levent Üzümcünün ve Antalya Devlet Tiyatrosu oyuncularından Berrin Arısoyun workshoplarını izleyemedim. Sabancı Üniversitesi Oda Tiyatrosunun İki İşkencecisine, Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğunun Hasan Sabbahına, Bilkent Üniversitesi Drama Atölyesinin Bir Şey Yap Metine, İzzet Baysal Üniversitesi Genç Sanatlar Topluluğunun Ay Işığında Şamatasına da değişik nedenlerle gidemedim. Ama Kenan Işıkın, genç dinleyicileriyle birlikte olamazcasına yararlandığım konuşmasını neyse ki kaçırmadım.
Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğunun Bertold Brechtin 19291930 yıllarında yazdığı Mezbahaların Kutsal Johannası (Die heilige Johanna der Schlachthöfe)nı oynayacağını öğrendiğimde ne yalan söyleyeyim: İşte cahil cesareti diye geçirdim içimden. Öyle değil mi ama? Brechtin oyunu sert mi sert din ve kapitalizm eleştirisi kapsar. Oyunun (istendiği kadar Yılmaz Onayın usta işi çevirisi olsun) dilinin ağırlığı da cabası Bugüne değin Türkiyede sahnelenememiş olmasının nedenleri de bunlar değil mi? Sanırım evet. Mezbahaların Kutsal Johannasının Türkiye prömiyerini yapmak size mi kaldı bre densizler(!) diye çığlık çığlığa içim içimi yerken oyun başladı. Oyun başladı ve ben Gürkan İltuşun yaptığı rejide, yazarın karakterlerini değişiklikleri içinde nasıl başarıyla vurguladığına şaştım kaldım. Toplumsal ve ahlaksal öğelerin altı başarıyla çizilirken, karakterlerin iyilik ve kötülük uçlarında var olan karışımlar beni daha bir sahneye çekti. Brechtin kadını, sahnede bir kez daha yeni konum kazandı: Johanna cinssizdi. Oyunun sonunda Gürkan İltuşu coşkuyla alkışladım, ama Johannada A. Sinem Korolanın hele bir de bağırmayı öğrensen diyerek kulağına asılmadım, ama düzeyli oyunculuğundan dolayı alnından öpmeyi de savsaklamadım. Maulerde Harun Dağaşanı bağrıma bastım. Sliftte Çiler Kesiciyi, hele hele Grahamda Asuman İnceyi, Ev Sahibi Bayan Mulberryde Tülay Demiri bir güzel gözlemim altına aldım. Cridleda Onur Fatih Şimşekin, Gloombda Mesut Aslanın, Bayan Luckernidlede Elif Kesicinin; Meyersde Gözde Yücenin özellikle vurgular üzerinde çalışacaklarına; oyunla özdeşleşmeyi bundan böyle asla eksik tutmayacaklarına kayıtsız şartsız inandım. Uğur Dalamanın Snydere can verirken (daha da geliştireceğini umduğum) duyguları, isteği ve aklı ateşleme yeteneğine hayran kaldım. Kara Hasırşapkalılardan Ceren Demirtonun tiplemesine bayıldım.
Muğla Üniversitesi Tiyatro Topluluğu ise, J. S. Sinisteranın Ay Carmelasını Angelo Savellinin uyarlaması ve Carmela ve Paolino başlığıyla sahneye getirmişti. M. Ü. Tiyatro Topluluğu, dört kişilik orkestralarıyla dolaşarak müzikli oyunlar sahneleyen iki gezgin kabare sanatçısı Carmela ve Paolinonun savaş sırasında cepheler arasında gezinirlerken Nazilerin eline düşmelerini ve bir Nazi subayının onlara gösteri yapmalarını buyurmasını konu alan oyunu tamamen yanlış yorumlamıştı. Üzüldüm. Ülkelerini işgal eden ordunun askerleri karşısında yapacakları gösterinin, giderek kendi aralarında bir tartışmaya dönüşmesi yoktu oyunda. Dolayısıyla, bu tartışma üzerinden Sinisteranın ve Savellinin kafadan bağlandığı ana tema, yani savaş ortamındaki sanatçının tavrı, sanatın ve sanatçının işlevi, toplusal rolü, sorumluluklarının sorgulanması da haliyle yoktu. İki oyuncunun performansları da olmayınca oyun çöktü. Olması gereken, karakterlerin hem dramatik, hem komik olmalarıydı, oysa örneğin Paolino şizofren olarak çizilmişti. Bu oyunun iyi olması için, oyuncuların iyi olması gerektiğinden hiç kuşkum yoktu. Tek perdelik oyun, toplumsal ve siyasi konusunu da göz önüne alırsak, ağır ve sıkıcı bir oyun olarak algılanabilirdi, nitekim öyle oldu. Yönetmen her kimse, oyununun bugüne kadar sahnelendiği biçimiyle müzikli-hareketli bir yapı kazandırmamasını anlamadım. Oyunda dinamizm yoktu, dolayısıyla izleyicinin dikkati sahnede sürekli kalamadı.
Azerbaycan Diller Üniversitesinin oyununu da elbette iyi niyetli, ama pek sıradan buldum. Geldi sıra Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Deneme Sahnesinin oynadığı Peter Schafferin Küheylanını seyretmeye. Yönetmen Oğuz Bıyık, Alan Strangın ve Doktoru Martin Dysartın öyküsü üzerinden farklı bir reji arayışına girişmemişti, ancak küçük fırça darbeleriyle tapınma-özgürleşme, delilik-normallik gibi iki temel çatışmayı başarıyla sahne üzerine taşımıştı. Oyun boyunca, Hakan Bulut Alane can verirken, Oğuz Bıyık keşke ona fiziksel biçimlendirmeyi de anlatsaydı ve de Bulut keşke yüz ifadelerini kullanmada daha müsrif davransaydı diye düşündüm. Ama Jill (adını öğrenemedim) bana umut verdi. Timuçin Balioğlu için: resmettiği karaktere uygun, içsel dürtülerle dolu olan asıl çevresinin ortasında olmaya çalışmalı, dedim. Oğuz Bıyıkın aile kavramının kişinin iç ve dış dünyasında ne denli önemli bir yeri olduğunu öne çekişini sevdim.
Anadolu Üniversitesi Tiyatro Kulübü-Özdüşüm Tiyatro Atölyesi yapımı Onikinci Geceninse ne yazık ki ilk perdesini izleyebildim. Gençler, genel anlamda iyi bir oyunculuk (özellikle Yeşim Sarı) sergilediler, ama ben Kayhan Açıkgöz-Mustafa Çabukel ikilisinin bir saat süren birinci bölümün tamamında Shakespearein sadece mizah yönünü işlemelerine bir anlam veremedim. Mizah, hiç kuşkusuz bu komedyanın en çekici olan yanıydı, tamam da Shakespearein mizahını neden metne hakim romantik havayla birleştirmemişler diye kendimi bir saat boyunca tedirgin ettim. Oysa romantizmle olayları günlük yaşamın ötesine çekebilir, oyun içinde matluba uygun masalımsı bir dünya yaratabilirlerdi diye içimden geçirdim.
Antalyada sahne üstünde olmayan festivalin yaratıcıları Buket Kaçarın, Abbas Satılmışın, Ayşegül Kaplanın, Berk Yücesirin, Mert Dayıoğlunun arasında beş keyifli gün geçirdim. Eksiğimiz ne, diye sordular: Sadece Azerbaycan ile uluslararası festival olmaz, dedim.
Gene de, önümüzdeki yıl, niversitenin eski rektörü/yeni Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın ile yeni rektör Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe el ele verir; Uluslararası Gençlik Şenliği, Akdeniz Eğitim Fuarı, Dış Ticaret Gençlik Kurultayı gibi etkinlikler yanı sıra, Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivaline de ola ki el verirler diye ümitlenmeden edemedim.
Gözlemevi - Üstün Akmen