10 Mayıs 2009 00:00

KİRVEME MEKTUPLAR

Şunu itiraf etmeliyim ki önceleri belki de farkında olmadan hani şu klasik deyimiyle “bardağın boş tarafı”nı görmeyi sanki marifetmiş gibi algılayıp, ikide bir hemen her konuda kendimce öküzün altında buzağı arayıp, bunu çeşitli vesilelerle ...

Paylaş

Şunu itiraf etmeliyim ki önceleri belki de farkında olmadan hani şu klasik deyimiyle “bardağın boş tarafı”nı görmeyi sanki marifetmiş gibi algılayıp, ikide bir hemen her konuda kendimce öküzün altında buzağı arayıp, bunu çeşitli vesilelerle “meseleler” yumağına çevirip dilime dolarken, şimdilerde geriye baktığımda birçok konuda yanıldığım gibi, ayrıca “el alem” hakkında “ileri-geri” lüzumsuz laflar ederken de gerçekten haksızlık etmişim zo!
Kişi kendini bildiğinde yapması gereken en “uygar”ca davranış, bilerek ya da bilmeyerek, hatta belki de zaman zaman “şeytan”a uyarak yaptığı hatalarını kabul edip, ardından da hiç gecikmeden özür dilemesi başlıca bir erdem olduğuna göre; demek ki ben özüm şimdiye kadar kendi gözümdeki merteği özellikle görmem gerekirken, bunun tam aksi davranışlarımla eloğlunun gözünde illa da çöp aramakla ömrümü enayice harcadığım için, ayrıca pişmanım!
Mesela, şu ya da bu vesilelerle gündemden düşmeyen soykırım konusu tartışılırken, bundan bir müddet önce Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda oturan zatı muhteremin, Ermeni okullarına da gönderdiği bir genelgeyle “soykırımın olmadığına dair ‘en güzel’ kompozisyonu yazan öğrencilerin ödüllendirileceği”ni medyadan izlediğim günlerde, böylesi bir çabanın gencecik çocukların dimağlarında yaratacağı “travma”yı düşünüp, keza bu tür “hata”ların tekrarlanmamasını tam da umut ederken, bu kez de yine daha geçenlerde aynı bakanlık vasıtasıyla okullara gönderilen Sarı Gelin isimli bir belgeselle yine çocukların beyninin aynı minvalde yıkanıp yağlanmasının bir önceki hatanın üstüne amiyane deyimiyle “tüy” dikmesinin kime ne tür “fayda” sağlayacağını da yine kös kös düşünüp, dolayısıyla milli eğitimden sorumlu bu zatı muhtereme içimden fena halde kızmıştım ama, şimdi geriye dönüp baktığımda tümüyle yanıldığımı, hatta işi, gücü “milli eğitim”e “bakıp”, onu kendi “kafa yapısı”nın, kendi “milli görüş”ünün doğrultusunda “şekil”lendirmesi gereken birinin sergilediği bu “etik”,”ahlak”i yaklaşımının “takdir”le karşılanmasının yanı sıra, ayrıca şiddetle alkışlanmasının daha doğru olduğuna neden sonra kanaat getirip, böylece önceki öfkemden dolayı hem utandım, hem de “bakanlar” kurulundaki şu son “revizyon”la koltuğundan olmasını da içime hiç mi hiç sindiremedim ağparig!
Yine mesela, “milli savunma”mızdan sorumlu koltukta oturan, nitekim bir zamanlar da “cumhurumuzun başkanı” olmaya namzet bir başka “muhterem beyefendi”nin, bundan bir süre önce söylediği “Ege’de Rumlar, Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeni’ler devam etseydi aynı millet olabilir miydik?” tespitine, elimde olmadan anadan doğma bir “Ermeni dölü” olarak nedense efkârlanırken, aynı zamanda da insanların gözünün içine sanki sokulurcasına söylenen bu lafları öncelikle “patavatsız”lık olarak değerlendirip, hattta bu tür sözlerin durduk yere başımıza işler açıp “eloğlu”nun ağzında “sakız”a dönüştürüleceği endişesiyle ülkem adına kederlenmiştim ama, beri taraftan da şimdiki aklımla geriye dönüp baktığımda, aslında “bakan” beyin yerden göğe kadar haklı olduğunu, gerçekten de Anadolu denen bu topraklarda eskiden olduğu gibi Rum ya da Ermeni “küffar” ların kol gezdiği bir coğrafya olmasının yaratabileceği sakıncalarının yanı sıra, nitekim doğuracağı “bela”ları “boş gezenin boş kalfası” niteliğindeki kafamla düşündüğümde asıl patavatsızlığı kendime daha çok yakıştırdım ka!
Yine örneğin daha geçenlerde DTP denen, gökten zembille inmeyip, tam aksine mevcut “seçim yasası”na göre kimi vatandaşların tercihini kazanan partinin son seçimlerde aldığı oylarla “sınır”ını Ermenistan topraklarına kadar uzatmasının yenir yutulur, kabul edilebilir bir durum asla olamayacağını gayet dürüst, son derece “dobra” bir ifadeyle dillendiren bir başka saygıdeğer “başbakan yardımcısı”nın kim bilir hangi “dürbin”le izleyip, fevkalade uzak görüşle işaret ettiği bu “vahim” durumu kavramakta zorlandığım için, önce “kabine”nin de “sözcü”lüğünü üstlenen bu zatın sözlerinin altında keza aynı şekilde kendimce buzağı ararken, daha sonra geç düşen “jeton”umun ardından aslında ne denli yanıldığımı çakozladım ama, ilk günden Ankara’ya kadar uzanıp, doğru dürüst bir özür dileme fırsatını bulamadığım için de kahrolmadım dersem yalan olur Allahvekil!
Evet Kirvem, rivayet odur ki; kul dediğin yeri geldiğinde “hata”sını kabullenip özür dilemeli; hatta günün birinde “yetkili” olarak oturduğu koltuğa layıkıyla sığmasını beceremediğinde sırtını dönüp “istifa” etmesini de bilmeli, nitekim işte ben özüm de bir müddetten beri “Bu kafa bu zihniyet” deyip kimi insanların kafa yapılarının külliyen olmasa da, en azından zamana, zemine, çağın gerçeklerine, evrensel değer yargılarına uyup “değişmesi” gerektiğini, aksi durumda aynı yerde mil pardon ama dolap beygirleri misali dönüp duracaklarını güya yazıp çizerken, aslında asıl değişmesi gerekenin bizatihi kendi “nato kafa nato mermer”den farksız bu andavallıca zihniyetimin olduğunu, ne yazık ki geç kalmış Tatar ağaları misali maalesef daha henüz yeni yeni anlamaya başladım…
Okey! Ne buyurmuş atalarımız: Geç olsun da güç olmasın!
Öyleyse?..
Öyleyse “rektifiye” edilmiş bu “yeni” zihniyetimle bundan böyle silbaştan yazmaya berdevam Kirvem!..
MIGIRDİÇ MARGOSYAN
ÖNCEKİ HABER

Yarı kukla yarı insan

SONRAKİ HABER

Yahudilerden kalan izler: Kortejolar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...