29 Mayıs 2009 00:00

ANDIMIZ TARTIŞILIYOR -1-

76 yıldır ilköğretim öğrencilerine her sabah mecburi olarak okutulan “Andımız” uygulaması tartışmaya açılıyor. Etnik ayrımcılık içeren öğrenci andıyla birlikte törenlerle öğrencileri hizaya sokma geleneği kaldırılabilecek mi?

Paylaş

‘Çocuklar Türk varlığına armağan mı olsun?’
Andımız 1933’te eski bakanlardan Reşat Galip tarafından yazıldı. O yıldan bugüne ilköğretim öğrencileri her sabah bıkmadan usanmadan o dizeleri tekrar etmek zorunda kaldı. Andı sadece ezberletip tekrar etmek de yeterli görülmüyor müfredatta.
Birinci sınıftan sekizinci sınıfa 76 yıldır tüm öğrenciler, Andımız ritüeline, ip gibi düzgün bir sırayla “hizaya geldikten” sonra başkomutan edasıyla verilen rahat-hazır ol komutlarının ardından geçiş yapıyor. “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” diye “doğru olmanın ilk şartı Türk olmaktır” imasıyla başlayan andı, Türk, Kürt, Ermeni veya diğer etnik kimliklerden çocuklar, varlıklarını Türk varlığına armağan edeceklerine söz vererek devam ettiriyor her defasında. Seçilmiş bir öğrenci, kürsüden yüzlerce çocuğa aynı nakaratı tekrar ettiriyor. Bilinçaltına öylesine işleyen bir metin ki bu, yıllar geçse bile zihinlerde okulda tekrar ettirildiği biçimiyle çifter çifter yankılanıp duruyor.
Andımız, Türk olmayanı yok saymasına, bir nevi askeri disiplinle öğrencileri hizaya sokma geleneğine rağmen bugüne kadar yeteri kadar tartışılamamıştı. Ta ki Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun katıldığı bir programda bir öğrenci tarafından tekrar gündeme getirilene kadar… Öğrenci, Çubukçu’ya ilköğretim öğrencilerinin her sabah 12 Eylül dönemini anımsatır biçimde Andımız’ı okumalarını doğru bulmadığını söyledi ve bunun müfredattan kaldırılıp kaldırılamayacağını sordu. Bakan Çubukçu da “Bu konuyu tartışabiliriz” yanıtını verdi.
Peki Andımız, içeriği ve törenleriyle nasıl yorumlanmalı? Bu uygulamalarla ne tür bireyler yetiştirmek isteniyor? İlköğretim çağındaki çocuklarda, Kürt çocukları ve azınlık mensupları üzerinde her sabah “varlığını Türk varlığına armağan etmek” zorunda olmak nasıl izler bırakıyor? Türk olmayan etnik gruplar Andımız hakkında ne düşünüyor? Tüm bu soruların yanıtlarını gazeteci, yazar ve akademisyenlere sorduk…

1933 KAFASIYLA 2009’DA YAŞAMAK VE YAŞATMAK...

Aydın Engin (Gazeteci-Yazar): İlkokul çocuklarına söyletilen “ant”ı, döneminden kopararak tartışmak yüzeysel olur. O dönem bütün dünyada devletin rolünün, bugünün değerleriyle anlaşılamayacak ölçülerde büyük ve başat olduğu bir dönemdi. Kutsallaştırılmış ulus-devletler dönemiydi. Nazizm bu yönelime ırkçılık da ekledi. Türkiye, Avrupa’da yükselen milliyetçi, ırkçı ve faşizan rejimlerden etkilenmekteydi. Kemalist Türkiye’nin faşist ideolojiyi benimsediğini söylemiyorum. Ama epey güçlü etkilendiğini de göz ardı edemeyiz:
1933, Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nu okuduğu yıldır. Nutuk “Ne mutlu Türküm diyene” diye biter.
O yıl, Kadro hareketinin rejime “Kemalizm” adını verdiği yıldır.
O yıl 10. yıl marşının en ücra kasabalara kadar yayıldığı yıldır: “...Türke durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri...”
O yıllar Güneş Dil Teorisi’nin doğduğu yıllardır.
O yıllar tarihteki Hitit, Asur, Akat, Babil devletlerinin aslında birer Türk devleti olduğunu ciddi ciddi savunan tarih kitapları resmen okullara girmiştir.
O yıllar, Nazi Almanya’sının paramiliter güçler yetiştirmek üzere oluşturduğu “izcilik kurumu”nun Türkiye’de bütün ortaöğretim kurumlarında uygulamaya sokulduğu yıllardır.
Sadece bu örnekler de durumu yeteri kadar açıklıyor. Türkçülük doludizgin resmi ideoloji olmaya evrilirken, bugünün değerleriyle baştan sona yanlış olan bir ant da “anlaşılabilir” diyebiliriz. Militaristtir, devleti kutsallaştırır, ırkçıdır, bireyi yok sayar, körpe beyinleri yanlış bir ideolojiyle donatarak sakatlamaktadır da. Bu kapsamda, azınlık okullarında ve Kürt bölgelerinde de bu andın resmen ve inatla söyletilmesi “doğal” değil midir? Doğal olmayan, 2009’da iktidarların bu çizgiyi sürdürmekteki ısrarları, bu yanlışı düzeltecek bir siyasal iradeden yoksun olmalarıdır.

‘BU UYGULAMALARDAN ARTIK TAMAMEN VAZGEÇİLSİN’
Ahmet Hakan (Gazeteci-Yazar): Okullarda girilen sıralar, ant içmeler, cumhuriyetin eski bir uygulamasının devamı. Ama Türkiye’de artık bu konuda gelişmeler oluyor. Dolayısıyla bu uygulamanın tamamen kaldırılmasından yanayım. Bunların eğitimin içeriğinin zenginleşmesine hiçbir katkısı yok. Eğer bu şekilde çocukların daha çok bilinçlenmesi hedefleniyorsa, o amaca da hizmet etmediğini düşünüyorum. Zaten öyle bir metin doğrultusunda bir ideolojik temele sahip olmak hiç iyi bir şey değil. Ama orada söylenenleri benimsenmiyorlar, sadece tekrarlama söz konusu. İyi ki de onun bilincinde yetişmiyorlar.

‘SADECE TÜRK VARLIĞININ PARÇASIYSAN BİR ANLAMIN VAR’
Ahmet Tulgar (Gazeteci): Andımız’daki “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” cümlesinde “Birey olarak sen bir hiçsin, sadece Türk varlığının parçasıysan bir anlamın olabilir” mesajı veriliyor. Andımızın içeriğinin yanı sıra örneğin “Türk Övün, Çalış, Güven”de çok problemli bir cümle. Sadece bir etnisite tanımı yapılması değil, asıl önemli olan; insanlara “Çalışın, işinizi yapın, Türk olduğunuz için övünün ve gerisine karışmayın, sorgulamadan otoriteye güvenin” deniyor.
Sorun sadece burada da değil, aynı zamanda andın küçük çocuklara söyletilmesi daha da problemli. Küçüklerin doğrudan yaşama sevinci elinden alınıyor. Çocuklara “Çalışmak, güvenmek ve övünmek dışında yapabileceğiniz bir şey yok; varlığınızı da Türk varlığına her an armağan edebilirsiniz” deniyor. Çocuk ruhuna çok aykırı bir şeydi bu benim için.
Andın içeriği farklı etnik kimliklerden çocuklar için korkuyu da içselleştiriyor. Hayatları boyunca bir yalan söylemek zorunda olduklarını düşünüyorlardır mutlaka.

‘BU, TÜRKLÜK İDEOLOJİSİ DIŞINDAKİ BÜTÜN DEĞERLERİ YOK SAYMAKTIR’
Şeyhmus Diken (Yazar): 1960’lı yıllarda öğrencilik dönemimizde ortaokula başladıktan sonra askeri kaskete benzer bir şapka takmak zorundaydık. O şapkaları “şerefle” başımızda taşımamız gerektiği sürekli söylenirdi bize. Ve ruhumuzda ciddi kırılmalar oldu. Bir taraftan yaşadığımız coğrafyada Kürtçe konuşuluyor. Okuladaysa kimliğinizi kültürünüzü kabul etmeyen her sabah ‘Türküm doğruyum’ dedirten bir ortamda yetiştik. Sadece Kürde ait bir yok sayma da değil bu. Türklük ideolojisi dışındaki bütün değerleri yok sayma mantığı…
Bir Kürt, Andımız’ı okumak zorunda olunca iyi şeyler hissetmez tabi.“Türküm, doğruyum” demekle Türk olunsaydı, Türkiye’deki bütün Kürtlerin Türk olması gerekirdi. Ama bugün tüm Kürtler hâlâ talepleriyle ayakta. Demek ki Andımız, istenildiği kadar bağırıp çağırsak da bizi Türkleştirememiştir.
Küçükken ben de Andımız’ı okumak zorunda kaldım elbette. Pek içeriğini idrak edemiyorduk o yaşta. Ama çok umurumuzda olduğunu da söyleyemem. Tüm çocuklar gibi alaya alırdık.

‘EĞİTİMİN HER ALANINDA IRKÇI UNSUR VAR’
Sezgin Tanrıkulu (Hukukçu): Andımız metnindeki etnik vurgu ile “hiza”ya girilen törenlerdeki otoriter vurgu, derin devlet zihniyetinin eğitim alanındaki en çarpıcı yansıması bence.
Andımız, kişiyi hiçleştiren devletin otoriter zihniyetini kutsayan içerikte bir marş. Ve faşizan izler taşıyor. Özellikle Türk olmayan çocuklar bakımından bir travma bu. O travma hayatın her alanına yansıyor. Diyarbakır’da birçok okulun adı Vali Hayri Kozakçıoğlu Lisesi, Vali Necati Çetinkaya veya Vali Aydın Arslan İlköğretim Okulu vs. Bu kişiler hep olağanüstü halin valileri, insan hakları ihlallerinden sorumlu insanlar. Belki o okulda okuyan bir çocuğun köyü o vali zamanında boşaltılmıştı. Okulun adından andın içeriğine kadar travmalar zinciri.
YARIN: Andımız’ın çocuklar üzerinde bıraktığı psikolojik izler…

ÖNCEKİ HABER

Kendine kahraman

SONRAKİ HABER

Buğday fiyatı 58 kuruş olmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...