31 Mayıs 2009 00:00

Bir Amerikan suçu

"Bir Amerikan Suçu” deyince, akla gelen ilk soru “Acaba hangisi?” oluyor. O kadar çok var ki? Yok, Kızılderililer ile başlayan kitlesel kıyım suçları değil sadece. Vietnam, Irak ya da Afganistan da değil sözünü ettiğimiz.

Paylaş

"Bir Amerikan Suçu” deyince, akla gelen ilk soru “Acaba hangisi?” oluyor. O kadar çok var ki? Yok, Kızılderililer ile başlayan kitlesel kıyım suçları değil sadece. Vietnam, Irak ya da Afganistan da değil sözünü ettiğimiz.
Bir insan hikayesinden söze diyoruz. 1965 yılında yaşanmış gerçek bir bir yaşam öyküsünden iki yıl önce uyarlanan bir filmden. Gerçek olaya bakan savcı, “Bu cinayet, Indiana eyaletinde bugüne kadar işlenmiş olan en korkunç cinayet” demiş. Suç ülkesi Amerika için bile o derece bir vahşet yani.
Efendim, filmin öyküsü özetle şöyle: Panayırlarda çalışan ailesi Sylvia’yı ve küçük kız kardeşini Baniszewski ailesinin yanına bırakır. Düzenli para göndererek, çocuklarının bakımını sağlamayı planlamaktadırlar. Ancak, yaşanacaklar sadece bir ailenin değil, bir toplumun nasıl bir acımasızlığın pençesinde olduğunu gösterecektir. Sylvia bodrum katına kapatılır, çeşit çeşit işkenceye maruz bırakılır. Baniszewski ailesi ile sınırlı kalmaz bu vahşet. İşin içine çocuklar, giderek mahalledeki çocuklar da girer.
Filmin kurgusu, mahkeme süreci ile birlikte yaşananları en arı haliyle izlememize olanak sağlıyor. “Kutsal” sayılan ailenin, özellikle de Amerikan ailesinin yapısını sorgulayan film, cesur bir çıkış. Göğsüne “3” yazılan, bütün vücudu sigara yanıklarıyla kaplanan, göbeğine “Ben fahişeyim ve bununla övünüyorum” yazılan 16 yaşındaki Sylvia’nın dramı oldukça sarsıcı.
Filmin, sadece işkence yapan aileyi ya da işkencenin parçası olan çocukları hedef tahtasına koyduğunu söylemek haksızlık olur. 11-12 yaşında çocuklardan söz ettiğimizi ekleyelim ki; asıl sorumluluğun çocuklarda değil, başka yerlerde aranması gerektiği ortaya çıksın. Hatta, belki de suçun büyüğü “suskunluk”. Çığlıkları duyan komşular, göz göre göre gidişata göz yuman çocuklar, hatta işkenceyle ölüme gönderilen Sylvia’nın kızkardeşi de bu suç sarmalının parçası. Küçük kız kardeşin çocuk felci nedeniyle engelli olduğunu ve “aynı acılara katlanmama” karşılığı “vahşet”e göz yumduğu söylenebilir.
Bizim sözünü ettiğimiz film “An American Crime” orijinal adıyla Tommy O’Haver tarafından sinemaya uyarlanmış. Bu konuyu ele alan bir başka film daha varmış. Üstelik iki film de aynı yıl, yani 2007’de çekilmiş. Bu filmin bire bir uyarlama olmadığı, esinlendiği söyleniyor. Elbette, “Amerikan Suçu” pahalı bütçesi, tanınmış oyuncuları ile bir adım önde görünüyor. Billy Rieck, Cyia Batten, Dennis Delsing, Frankie Ray, Kai Lennox gibi oyuncuları buluşturan “Amerikan Suçu”nun DVD’sini bulmak zor değil. Ama aynı adlı bir film daha var, aman onunla karıştırmayın. Dan Mintz’in yönettiği “American Crime”, kurbanlarını öldürürken videoya çeken bir katilin hikayesini anlatıyor. Bildik Amerikan gerilim-aksiyon filmi yani.
Neyse, asıl mevzumuza dönersek, “Amerikan Suçu”na konu olan hikayenin yaşandığı dönemi de hatırlatmakta fayda var. 1950’lerde başlayan ve 1960’lara da damgasını vuran Mc Charty’cilik ile “İşkenceci çocuklar yetiştiren Amerikan ailesi” arasında dolaysız bir bağ olsa gerek. Çocukları böylesi bir vahşet sarmalının içine düşen, “kutsal aile” adına her türlü “vahşet”e göz yumulan ve komşunun acısı karşısında suskun kalınan bir Amerika, acaba yaşadıklarından ders çıkarıyor mu? Amerika’nın gerçeği ve filmin adı tersini söylüyor: “Amerikan Suçu”... Doğru söze ne denir?
Filmatik - Mustafa Kara
ÖNCEKİ HABER

Mayın kurbanlarını umursayan yok

SONRAKİ HABER

‘Dilsel soykırıma karşı çıkmalıyız’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...